Bu dönem, Marks’ın Kapital’de belirttiği tarihleri temel alırsak, 16.yüzyılın ortalarından buharlı makinelerin üretime girmeye başladığı yıllara 1780’lere kadar sürmüştür. Hemen hemen iki yüz yılı biraz aşkın bir zaman dilimidir. Bu dönemde kapitalist üretim sadece evlerde ve atölyelerde yaygınlaştı. Hatta manifaktür üretim daha çok güçlü loncaların olmadığı kırsal alanlarda gelişti. (1) Üretim tekniği olarak henüz ortaçağın […]
Bu dönem, Marks’ın Kapital’de belirttiği tarihleri temel alırsak, 16.yüzyılın ortalarından buharlı makinelerin üretime girmeye başladığı yıllara 1780’lere kadar sürmüştür. Hemen hemen iki yüz yılı biraz aşkın bir zaman dilimidir.
Bu dönemde kapitalist üretim sadece evlerde ve atölyelerde yaygınlaştı. Hatta manifaktür üretim daha çok güçlü loncaların olmadığı kırsal alanlarda gelişti. (1) Üretim tekniği olarak henüz ortaçağın seviyesini aşmayan bu yıllarda değişen üretim biçimiydi. Dünyadaki büyük değişimler, özellikle Latin Amerika’nın yağmasıyla başlayan yeni zenginlik ve ticaretin artışı üretimi lonca sınırları dışına zorladı. Yeni üretim biçimi, yaygın bir şekilde eve iş dağıtımı ve atölyelerde toplu üretim, bir yandan eski lonca üretimini yıkıma iterken, aynı zamanda da kendi sınırlarını da aşmaya zorlanıyordu. Bu dönemin üretim biçimi olarak en temel özelliği henüz üretim araçları olarak eski dönemin seviyesinde kalması ancak üretim biçimi olarak köklü bir değişim yaşamasıdır. Kalifiye işçi (ya da o günkü adıyla zanaatkâr) ve iş aletleri üretimin iki temel unsurudur. Bu süreç buhar gücünün üretime girişine kadar sürmüştür.
Kapitalistler nasıl dünkü sınıfların içinden doğduysa işçi sınıfı da değişik bir yol izlememiştir. Tüccarların bazılarının üretime el atanları, derebeylerin yeni gidişe ayak uyduranları, kırda “özgür çiftçiler” arasından çıtayı atlayabilenler yeni üretim sisteminin egemen sınıfını oluşturmaya başladı. İşçiler de, konumunu yitiren zanaatkârlardan ve özellikle kırlardan kopan köylülerden derleniyordu. Kapitalizmin bu ilk gelişim döneminde işçi sınıfının oluşması basitçe sadece yeni üretim yerlerinde eski köylülerin konumlanmasıyla oluşmamıştır. Tam tersine üretimin yeni tipinin gerektirdiği disipline göre sınıfın şekillenmesi uzun süren muazzam bir kavgayı gerektirmiştir. Kapitalizmin bu ilk gelişme sürecinin en tipik özelliği, hemen her Avrupa ülkesinde tarihi değişse de uygulaması benzer olan “serseriliğe karşı yasalar”dır. 16-18. yüzyıllar arasını kapsayan bu “serseriliğe karşı” mücadele aslında, eski kökünden kopan nüfus kitlesinin yeni üretim biçimine uydurulma kavgasıydı. “İşsiz güçsüzler” “çalışma evlerinde” toplandı. Bu evler yeni burjuvazinin işgücü kaynağını oluşturan alanlar oldu. Hatta “öksüz evleri” çocuk işgücünün üretime zorla sokulduğu aracılar olarak iş görüyordu. Bu süreç her bakımdan kapitalizmin en vahşi dönemidir. Okyanusun öbür yakasının korkunç yağması, halkların katliamı sürerken, bizzat Avrupa’da da kendi insanının yeni üretim biçimine uydurulması için en zorba metotlar hemen hemen iki yüz yıl gündemde kaldı.
Bu dönemdeki sınıflar mücadelesine baktığımızda oldukça seyrek bir mücadele tablosu ortaya çıkar. İşçi sınıfının mücadele tarihine baktığımızda ilk kayda geçen eylemlilik 1345’de İtalya Floransa’da yün tarayıcı işçilerin sendikalaşma çabasıdır. Bu girişim ölüme mahkûm edilince işçiler işyerlerini terk ederek tepki göstermiştir.
Tarihsel olarak kapitalizmin sınırları içine girildiğinde ilk önemli işçi eylemleri Paris, Lyon matbaa işçilerinin 1540-41’deki grevleridir. Ev işçilerinin ilk yaygın eylemi 1627’de İngiltere Lancashire’de, 1637’de Colchester’de yaşanmıştır. Ardından silah manifaktürlerinde 1640’da grevler yaşanmıştır.
Bu dönem işçi hareketinde çok önemli bir moment 1789 Temmuz-Ağustos “belediye devrimi”ne plebyen kitlenin eylemlerle doğrudan katılmasıdır. Çalışan yoksul kitlelerin mahalli olarak da olsa ilk kez bir yönetim deneyidir. Ayrıca işçi kitlelerinin iki ay sonra Versay’da tezgâhlanan karşı devrime tepki olarak 5 Ekim’de saraya yürümeleri ve bu girişimi boşa çıkartmaları sınıfın ilk politik deneylerindendir. (Ponomarev s.113) Fransız devrimi tüm Avrupa’da işçi hareketi üzerinde derin bir etki yaratmıştır.
Kapitalizmin manifaktür döneminde en önemli işçi hareketi makine kırıcıları hareketidir. Bu hareket 1790’larda ortaya çıkışı, 1811-1812’de tepe noktasına tırmanışı ve 1830’larda sona erişiyle kırk yıllık bir süreci kaplamıştır. Leicestershirelı bir kalfa olan Ned Ludd liderliğinde başladığı için Luddculuk diye de anılır. (Ponomarev, s.194) Bütün Luddcu bildiriler “General Ludd” imzasını taşımıştır.
Aslında bu hareket zamanlama olarak manifaktür döneminden çok sanayi kapitalizmi dönemine girer. Ancak doğuş nedenleri ve karakteri açısından manifaktür dönemi kapitalizmini temsil etmektedir. Bu nedenle işçi sınıfı mücadele tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olan makine kırıcılığını kapitalizmin manifaktür döneminde ele alacağız.
Luddculuğun omurgasını oluşturan hareketler onun genel tarihsel anlamını da ortaya koymaktadır.
Bu yıllar arasındaki asıl Luddculuk üç yöre ve üç meslekle sınırlıydı: West Riding (ve kırpıcılar), güney Lancashire (ve pamuklu dokumacıları) ve Leicestershire ve Debyshire’in kimi yörelerini kapsayacak şekilde Nottingham’da odaklaşan makineli örücüler.
Bu üç gruptan kırpıcılar ya da kırkıcılar kalifiye ve ayrıcalıklı işçilerdi; yünlü kumaş işçilerinin aristokrasisini oluşturuyorlardı. Bu arada dokumacılar ve makineli örücüler, zanaata ilişkin gelenekleri eski, statüleri gerilemekte olan, dışarı işi yapan kişilerdi. Halkın hayalindeki Luddculara en yakın düşen kırpıcılardı. Makine ile doğrudan çatışma halindeydiler ve hem kendilerinin ve hem de işverenlerinin çok iyi bilindiği gibi makine kısa sürede onların yerini alacaktı.” (2)
Luddculuğun doğuş yerinin bugünkü adıyla tekstil sanayisinde olması rastlantı değildir. O günlerin en yaygın üretim alanı ve doğal olarak makinelerle ilk tanışan sanayidir. Makineler zanaatkâr ve işçilerin elinden hünerlerini aldıkça bu büyük bir tepkiye, makine kırıcıları hareketine dönüşmüştür. Bu hareket, kırk yılı kapsayan dönemde, makine hangi üretim alanına girdiyse orada hemen ortaya çıkmıştır.
Bu hareketle ilgili kabaca düşünülürse başıbozuk bir kırıp dökme hareketi akla ilk gelen olur. Oysa son derece disiplinli, eylemleri iyi planlanmış, gizli ve genellikle doğrudan zora dayalı bir harekettir. Luddcu birliklere yeminle girilirdi ve bu etkili yemin törenleri o dönemin kültüründe zaten önemli bir yere sahipti.
Ayaklanmalarla birlikte gelişen makine kırıcılığı daha sonraları iyi planlanmış hedeflere yönelen, geceleri köyleri dolaşan küçük hareketli birliklere dönüştü. (Thompson, s.666) Bu eylemler sadece makineleri hedef alıp kırıp dökmekten ibaret değildi, örneğin ücret düşmesine ve yeteneksiz acemilerin makinede çalıştırılmasına karşı eylemler yapıldı. Ücretin düşük tutulduğu makineler kırıldı, diğerlerine dokunulmadı. (a.y. s. 667)
Luddculuk kendi gelişimi içinde 1811-12 yıllarında bir tepe noktasına ulaşmış sonra gerilemeye başlamıştır. Bunun nedenlerini Thompson şöyle sıralıyor:
“1812 Şubatının ilk haftasında-Orta İngiltere’deki Luddculuğun bu başlıca safhası sona erdi. Bunun üç nedeni vardı. Birincisi, Luddcular kısmen başarılı olmuşlardı; çorapçıların çoğu daha iyi ücret ödemeyi kabul etmiş ve ücretler genel olarak haftada iki şiline kadar arttırılmıştı. İkincisi, artık o sırada bölgede özel polis gücü ve yerel bekçi gruplarınca desteklenmiş birkaç bin asker bulunuyordu. Üçüncüsü, makine kırmayı, cezası idam olan bir suç haline getiren Yasa Tasarısı şimdi Parlamentonun önüne gelmişti ve Luddculuk
yerini aniden anayasal ajitasyona bıraktı.” (a.y. s.669)
Luddcu hareketin bazı başarıları ve düzenin aldığı yeni tedbirler makine kırıcı hareketi bir dönüm noktasına getirdi. Tarihsel olarak baştan yenilgiye mahkûm bu hareketin işçi sınıfının mücadele tarihindeki yeri ve anlamı nasıl yorumlanabilir? Makine ve teknik gelişim el alet ve işine göre “ilerleme” demektir. Bu durumda makine kırıcılığı tarihe bir “gericilik” olarak mı geçmiştir? Bu sorunun cevabını bugün yeniden gözden geçirmek yararsız sayılamaz. Bugün bırakalım teknik gelişmeyi, genel olarak aydınlanmanın “ilerleme” kavramı yargı sandalyesine çoktandır olaylar tarafından oturtulmuştur. Hele sanayileşmenin aynı zamanda doğal felaketlere yol açtığı bir dönemde tarihe bu yönden bir kez daha bakmak gerekli hale geliyor.
Örneğin E.J.Hobsbawm’a göre makine kırıcılar “yoksullaşan işçilerin kör öfkesi” ve “Luddcular kendileri teknik gelişim düşmanlarıdır.” (Ponomarev, s.196) Oysa aynı makine kırıcıları tarihsel olarak düşük ücrete ve korkunçlaşan iş koşullarına karşı mücadeleyi başlatan öncülerdir. Ünlü “on saat hareketinin” öncüleri Luddculardır. On Saat Yasa Tasarısı 1847’de kanunlaştığında artık Luddcu Hareket yoktu, ancak bu hareketi yaratan makine kırıcılarıdır.
Makine kırıcıları karşılarına çıkan dev buhar makinelerine savaş açarken sadece teknik gelişim düşmanlığı mı yapmış oldular?
Bu isyan ilk olarak, işçilerin yeteneklerinin elinden alınmasına bir tepkidir. Makine kırıcıların hemen tümü yetenekli-kalifiye usta ve kalfalardır. İngiltere’deki harekette yün tarayıcılarının özel bir yeri vardır. Bu meslek doğrudan dokunan yünün kalitesini belirlediği için özel bir yere sahipti. Sanayi kapitalizmi ile ortaya çıkan bu süreç -makineleşme- aynı zamanda işçinin niteliksizleştirilmesinin de adıdır. İş aletine egemen olan ve meslek hüneri ile işini belli bir “aşk” ile yapan zanaatkâr, manifaktür kapitalizmiyle önce atölyelere yığıldı, sonra makineler karşısında tüm hünerini yitirerek, onların basit bir uzantısı haline geldi. Bu niteliksizleştirmeye tepki aslında son derece insanidir. Evet, teknik gelişiyordu, ancak buna karşılık üretici insan kaybeden bir konuma girdiğini içgüdüsüyle anlamıştı.
İkinci olarak, makine kırıcılığı konum-statü kaybına karşı bir isyandır. Manifaktür dönemin usta ve kalfaları sadece çalışan bir işçi değil, aynı zamanda yılların kazandırdığı bir statüye sahiptiler. Bu işçiler genellikle henüz iş zamanının esiri değillerdi. İşlerini yapmak için gelir, bitirince giderlerdi. Çalışanlar arasında toplumsal bir yere- statüye sahiptiler. Makineler aynı zamanda onların bu konumunu da yerle bir edip, bütün çalışanları “eşitliyordu”. Bu eşitlenme sonuç olarak değersizleştirme temelinde yaşandığı için olumsuz bir eşitlenmeydi, tüm çalışan kitlesine modern köleliğin kapılarını açıyordu. Manifaktür dönemin işçileri bugünün korkunç tüketim toplumunun insanlara kazandırdığı “kazan ve tüket” hastalığından çok uzaklardaydılar. Geçimlerini temin ettikten sonra çalışmazlardı. Boş zamanlarına, eğlencelerine düşkündüler. İngiltere’de 18. yüzyılın son çeyreğini kapsayan dönemi işçiler “neşeli günler” olarak anarlar. Bu günler işverenlerin “işçilerin peşinden koştuğu” bir “altın çağ”dı. (Thompson, s.438) Makineler, işverenleri bu henüz iş kölesi haline getirilememiş işçilerden kurtarıyor, emeğin yeteneğini yok ederek onları emek karşısında özgürleştiriyordu. Emeğinin niteliği ile bir konum sahibi olan işçiler ise bu niteliklerini yitirip, makinelerin kölesi haline geliyordu. Bu “altın çağın” yitirilmesine isyan etmekten başka ne yapılabilirdi?
Üçüncü olarak, çalışma koşul ve saatlerini önemli ölçüde kendileri belirleyen nitelikli işçiler, makinelerle bu ayrıcalıklarını yitirmekle kalmayıp, çok korkunç yeni çalışma koşullarına zorlanıyorlardı. En beter koşullarda 15-18 saat çalışma, makinelerin üretime girmesiyle hemen kural haline geldi. Ancak kırk yıla yakın bir mücadele ile on saat çalışma günü makine silahıyla kuşanmış işverenlere kabul ettirilebildi.
Makinelerin üretime girmesinin ilk etkisi çalışma koşullarının olağanüstü kötüleşmesi sonucunu yaratmıştır. Niteliksizleşen emek insanlık dışı koşullarda çalışmaya zorlanmıştır. İşin bir yetenek, beceri olmaktan çıkıp bir aşağılamaya dönüştüğü makineleşme dönemi kaçınılmaz bir şekilde tepkileri yükseltmiştir.
Makine kırıcılığı, zanaatkârlıktan modern işçiliğe sürüklenen çalışan kesimin esasında teknik gelişmeyle ortaya çıkan ve alın yazısı haline gelen emeğin niteliksizleşme-değersizleşme sürecine karşı uzun ve radikal bir direnişidir. Teknik gelişimi bazı bölgelerde çok geçici olarak yavaşlatmaktan öteye bir sonuç yaratamamıştır. Sorunun makinelerde değil, kapitalist üretim biçiminde olduğunun kavranması uzun bir mücadele gerektirmiştir. Luddculuğun başıbozukluk olarak kavranması büyük yanılgı olur. Örgütlenmeler son derece disiplinli ve gerektiğinde çok radikaldir. Ancak hangi ortamda ve nasıl bir düşmana karşı mücadele edildiğinin bilinci henüz kazanılmamıştır. Luddculuk sınıf mücadelesinin bir dönemden diğer döneme geçişini temsil etmektedir. Bir kopuştur, yeni bir doğuşu temsil eder.
Kapitalizmin iki yüz yılı aşkın manifaktür dönemindeki sınıflar mücadelesine bakarsak bugüne de ışık tutabilecek bazı önemli sonuçlar çıkartılabilir.
Önce bu dönemde gerçek bir sınıf mücadelesi henüz yoktur. Çok sınırlıdır. Gittikçe ev işinin ve atölye işinin yaygınlaşması yaşanmasına ve bu anlamda ücretli işçi şekillenmesine rağmen işçi sınıf mücadelesi henüz doğuş aşamasındadır. Bu dönemin işçilerinin büyük bir bölümü eve iş alarak çalışmaktadır. Böyle bir işçileşmeden sınıf mücadelesinin çıkmasının çok zor olduğunu kapitalizmin bu ilk dönemi göstermiştir.
Öte yandan, atölyelerdeki üretim belli bir yoğunluk kazanmış bir işçi kitlesi yaratsa da, bunlar nitelik olarak hala zanaatkârdır. Bu yetenekli işgücü kendisi iş koşullarının kölesi haline gelmedikçe, yani niteliğini yitirip, zorunlu çalışma koşullarının esiri olmadıkça sınıf davranışı ortaya çıkmamıştır. Zanaatkâr bilinci ve psikolojisi atölyelerde toplu çalışılsa da, bir sınıf davranışı yaratmamış, tam tersine bunun kaybedilmesi sınıf mücadelesinin doğuşu için yolları döşemiştir.
Luddizm esas olarak çok dar meslek örgütlenmeleri olarak -dokumacılardan bıçakçılara kadar- ortaya çıkmıştır. Konum ve nitelik kaybına karşı mücadele sırasında bu dar meslek yapıları çok aşılmamış, hatta sıkı korunmuştur. Ancak makineler iş niteliğini silip süpürdükçe dar meslek sınırları gittikçe anlamsızlaşmış, bunlar arasındaki rekabet gücünü yitirmiş ve sınıfın oluşumu gelişmeye başlamıştır. Sadece ücretli işçilik otomatik olarak sınıf mücadelesi yaratmamıştır.
Makine kırıcılığı işçi sınıfının mücadele tarihinde zanaatkârlıktan modern proletarya mücadelesine bir geçişi temsil eder. Manifaktür dönemde ev işi ve atölyelerde yaygınlaşan ücretli emeğin modern proletarya mücadelesine sıçraması için iki yüz yıl gibi uzun ve adeta sessiz bir birikim döneminin yaşanması gerekmiştir. Luddculuk bu birikim döneminin kapandığının ve artık yeni tarihsel bir mücadele döneminin açıldığının ilanı anlamına gelmiştir. Eskinin pek çok alışkanlığını taşısa da yeniye dair filizler de barındırmıştır. Ancak sınıfla
r mücadelesi tarihine baktığımızda proletaryanın modern sendikal mücadelesi doğrudan bu Luddcu Birliklerin bir devamı olmamıştır. Sendikalar daha çok Luddcu Birlikler dışında şekillenmiştir.
Mehmet Yılmazer, “Sınıf Mücadelesinin Sorunları: Tarih ve Günümüz” yazısı içinde, Yol Dergisi, Şubat 2005.
16 Ağustos 2005
12 Ağustos 2005
10 Ağustos 2005
5 Ağustos 2005
5 Ağustos 2005
27 Temmuz 2005
26 Temmuz
22 Şubat 2005