Luis Inacio “Lula”nın seçimi merkez-sol içinde büyük beklentiler doğmasına neden oldu. Bunların çoğuna göre Lula’nın seçimi yeni ilerici bir dönemin başlamasını müjdeliyor, devrimci olmasa da “neo-liberalizmin sonu”nu tanımlıyordu. Leonardo Boff gibi tanınmış ilerici dini kesimler hemen ABD hegemonyasına meydan okuyacak ve halkın büyük katılımını sağlayacak “değişimler” olacağını belirtiyorlardı. Bu umutlar gerçekleşmemiştir. Da Silva rejiminin sağa […]
Luis Inacio “Lula”nın seçimi merkez-sol içinde büyük beklentiler doğmasına neden oldu. Bunların çoğuna göre Lula’nın seçimi yeni ilerici bir dönemin başlamasını müjdeliyor, devrimci olmasa da “neo-liberalizmin sonu”nu tanımlıyordu. Leonardo Boff gibi tanınmış ilerici dini kesimler hemen ABD hegemonyasına meydan okuyacak ve halkın büyük katılımını sağlayacak “değişimler” olacağını belirtiyorlardı. Bu umutlar gerçekleşmemiştir.
Da Silva rejiminin sağa kayışı, bunun nedenlerini inceleyen bir dizi açıklamaların da ortaya çıkmasına neden oldu. Rejiminin ilk birkaç ayında, da Silva’ya bağlı kesimler, toplumsal reformlara geçmeden önce, gündemdeki sıkı neo-liberal siyasetin ekonomiyi sağlamlaştırmak için “taktiksel bir girişim” olarak uygulandığını savunuyorlardı. Ancak, da Silva’nın siyasetinin, atama ittifaklarının ve yasamasının giderek mantıken de tutarlı, sıkı bir neoliberal stratejiye dönüşmesi üzerine bu izah geçerliliğini yitirdi. Soldaki köktenci kesimlerde bu izahın yerini akla daha uygun gelen çok-nedenli açıklama aldı.
Bu açıklamanın bir çizgisi Lula’nın İşçi Partisinde (PT) meydana gelen değişimlere, örneğin, bu partinin eylem-temelli özelliğinden, giderek da Silva’nın şahsının ve bir klik danışmanlarının üzerine kurulan bir seçim makinesi haline gelmesine, dikkati çekmektedir. Bir ikinci çizgi de, sendika bürokratlarının milyonlarca dolarlık yatırımların menajeri konumuna gelmelerini ve kamu şirketlerinin ve kamu yatırımlarının direktörlüklerine getirilmelerini göstermektedir. Üçüncü çizgi ise pek çok vali, belediye başkanı ve seçilmiş diğer PT (İşçi Partisi) yetkililerinin 2002 başkanlık seçimlerinde sağcılarla yaptıkları ittifaklara işaret etmektedir. Sonra, PT’deki Parti Konseyi’nin, son parti kongresinde yüzde 75’e sıçrayan orta sınıftan gelenler, parti yetkilileri ve sendika bürokratlarının hakimiyetiyle dikkat çeken, değişen sınıf bileşimi de söz konusu.
İşte bütün bu çeşitli unsurların toplamı, PT’nin 1980’lerdeki sosyalist gündeminden, 1990’lardaki toplumsal refah program gündemine, oradan da başkanlık seçimlerinden önceki toplumsal liberalizmine ve nihayet de bugünkü katı liberal uygulamalarına gelmesini açıklamaktadır.
Parti Demokrasisi ve Liderlik
İşçi Partisi temelli bir değişime uğramıştır. 1990’lar boyunca Halkın İradesi’nin somutlaştığı bir örgüt olarak, İşçi Partisi (PT), Lula’nın etrafında örgütlenen bir kişilik partisi haline gelmiş, sonuç olarak da Silva’nın kendi “siyaset stili” her ne kadar yoksulların yaşam şartlarına, toplumsal taleplerine yada umutlarına darbeler vurmaktaysa da, şimdilerde fakirleri gizemleştirmede büyük rol oynamaya başlamıştır. Da Silva, ABD eski Başkanı Clinton’un uydurma-halkçı demagojisinin ustası olmuş, bir yandan ardı ardına baskıcı kanunlar geçirip, asgari ücreti indirip, işçilerin işten atılmasına olanak tanıyıp, toplumsal hareketleri kanun dışı ilan ederken, öte yandan da yoksullara, “acınızı paylaşıyorum” demeçleri vermektedir. 1980’lerin sonlarındaki kuruluşundan bu yana PT’nin canlı, açık, serbest bir iç yaşamı vardı. Üyeler genel toplantılara katılır, liderlerle tartışmaya girerek onları demeçleri, siyasetleri ve toplumsal gösterilerde bulunup bulunmamaları konusunda sorumlu tutarlardı. Liderlik ortaklaşaydı ve değişik siyasi eğilimler cezalandırılmadan yada partiden atılmadan konumlarını savunabilirlerdi.
1980’lerin sonunda, partinin sosyal demokrat seçim kanadı yükselişe geçerek partinin radikal sol kesimlerinden bir kısmını cezalandırmaya ve partiden ihraç etmeye başladı. Meclisler yerlerini bütün işi yönetim olan liderlerin toplantılarına bıraktı. Binlerce eylemci, kısmen, büyümekte olan oy satın alma işlemleri, kısmen de, partide ortaya çıkmakta olan dikey yapılanmalar, ama daha çok, partinin neredeyse tamamen seçim siyasetine odaklanmış olması yüzünden partiden ayrılmaya başladılar.
1994 seçimleri geldiğinde, gönüllü parti eylemcilerinin yerini giderek maaşlı memurlar almaya başlamış; kamu görevlerine de politik atamalarla, kamuoyu araştırması, görünüm yaratıcısı ve televizyon reklâm uzmanı halkla-ilişkiler uzmanları getirilmeye başlanmıştı. Yeni ve pahalı kitlesel medya tarzındaki seçim kampanyasının finansmanı için parti önderleri devlet taşeronlarından para bulmaya ve almaya yöneldiklerinden seçim giderleri konusundaki sıkı kurallar çiğneniyordu.
2000 yılını başlarında parti küçük bir danışman ve seçkin parti patronları tarafından idare edilmekteydi. Programlar artık ciddi tartışmaya açılmıyor, herkese, önceleri adaylığı kabul etmesi, sonraları da seçimi kazanması için, Lula ne istiyorsa parti programının da o olduğu söyleniyordu.
Yaptığı stratejik değişimi partinin tabanına danışmadan, Lula ve danışmanları, sağcı Liberal Partiyle bir ittifaka girmeye karar verdiler. Aynı şekilde, hükümette de sağcı Brezilya Demokratik Hareket Partisiyle (PMDB) ittifaka girdiler. Aynı grup, 2002 seçimlerinden hemen önce de Parti Konseyinde tüm gün çalışan memurlarının kontrolünden yararlanarak yeni bir toplumsal-liberal program geçirdi.
Daha önceki yatay yapısından uzaklaşan PT (İşçi Partisi), giderek yukarıdan aşağı kişisel önderliğin sembolü haline geldi. Otoriter siyasi yapılanmalara dönüşüm, İşçi Partisindeki başka bütün toplumsal-reformist taleplerin tümünün reddini de getirdi.
İşçi Partisi: Çağdaş Kutsal Olmayan Birlik
Bugün İşçi Partisi, yerli büyük endüstrilerin, tarım işletmelerinin ve yabancı bankaların ittifakını temsil etme arzusundadır. İşçi Partisi, emek bürokratlarının “toplumsal anlaşmalara” sadakatini de, bolca maaşlarla ve işverenin işyerlerini yeniden yapılandırmasına, işçileri ya hiç ya çok az tazminatla işten atmasına, kısa yada tüm gün olmayan işleri artırmalarına izin veren “anlaşmalarla” sağlamaktadır. Buna karşılık da sendika patronları parayla ve ileride devlet memurluklarıyla mükafatlandırılıyorlar.
Tarım Reformu ve İşçi Bakanlığına sendika bürokratlarının ve solcu PT (İşçi Partisi) üyelerinin atanması, sendikaları ve Kırsal Topraksız İşçi Hareketi’ni (MST- İleride anlatılacak) sembolik ve yalancı bir temsilcilikle susturmaya yönelik bir düzenlemedir. İşçi Partisi’nin bakanlarının görevi “sabır “vaaz edip, endüstriyel ve topraksız işçi toplantılarında anlamsız radikal söylevler vermektir. Sonunda işlevsiz solcu bakanlar koltuklarından atılıp yerlerine, “yeni gerçekçilik” yada “olasıcılık” çağrılarında bulunan, liberal kurallara bağlı başkaları getirilmektedir.
Toprak Reformu
Lula, MST (Kırsal Topraksız İşçi Hareketi) ile hem seçilmeden önce hem de seçilmeden sonra buluşmuştur. Her iki buluşmada da dönemi bitmeden önce 430,000 aileyi yerleştireceğine yemin etmiş ama MST’nin genel sekreteri Joao Pedro Stedile’e göre her seferinde de bu anlaşmayı bozmuştur.
Lula’nın hükümette bulunduğu bu iki yıl içinde (2003 Ocağı’ndan 2005’in Haziran’ına dek), 20 yıl önce biten askeri diktatörlükten bu yana gelen bütün başkanlar içinde en düşük seviyeyle, ancak 60,000 aile toprak reformundan yararlanmıştır. Bu sayı ise daha önceki neo-liberal başkan Enrique Cardosa döneminde reformdan yararlanan ailelerin sadece yarısı, yani, seçimlerden önce ve başkanlığından sonraki o çok reklamı yapılan toplantılarda Lula’nın MST’ye söz verdiği sayının ancak beşte biri kada
rdır.
MST’nin (Kırsal Topraksız İşçi Hareketi) örgütlediği, Toprak Reformu acentesinin harekete geçmesini uydurma plastik çadırlarda, alacakları toprakların başında bekleyen 200,000 topraksız işçi var. Bu arada, MST’nin bölgesel liderlerince Toprak Reformu Acentesi’ni (INRA) baskıyla harekete geçirmek için başlatılan bir sürü toprak işgalleri de söz konusu. Her ne kadar topraksız kırsal işçilerin tabanında ve bazı bölgesel liderlerce Lula’ya büyük bir muhalefet varsa da, ve, her ne kadar MST’nin ulusal liderleri bakanlarını ve neo-liberal siyasetini eleştirseler de, bu liderler, Lula ve İşçi Partisi’nden ayrılmayı reddetmektedirler. 2005 yılında Lula tarım reformunun bütçesini %50 kısarak rejimle MST arasındaki gerginliği daha bir ön plana çıkarmıştı.
Lula’nın büyük tarım-ihracat şirketlerine verdiği koşulsuz desteğe bir yanıt olarak da MST (Kırsal Dini Komisyon, Via Campasina ve “Dışlanmışların Çağrısı” hareketleriyle ortaklaşa), Lula’yı yerine getirmediği sözlerini gerçekleştirmesi için zorlayacaklarını umdukları, Brasilia kentine 2005’in Mayıs ayında 10,000 kişinin katıldığı, 1000 kilometrelik bir yürüyüş düzenlediler. Bu arada bütün STK’lar, köylü ve kırsal örgütler, Ulusal Papaz Örgütleri ve neredeyse bütün halkçı sivil toplum örgütleri Lula rejiminin toplumsal adaleti kuramamasını mahkûm ettiler. Uygulanan siyasette, MST, ekolojistler veya Kilise’nin tarım reformu önerilerinin hiçbiri yer almadı. Köylü liderleri, papazlar, kiliseden gelenler, tarım uzmanları ve STK’larla 2003 ve 2004’de yaptığım görüşmelerde Lula’nın tarım siyasetini daha öncekilerden farklı bulan tek bir kişiye rastlamadım.
Kırsal Topraksız İşçi Hareketi çok ciddi bir ikilemle yüz yüze: Yıllar süren ve dolaysız eylemlerle (toprak işgalleri) işlenmeyen topraklara 350,000 topraksız aileyi yerleştiren, başarılı, bağımsız bir toplumsal hareket kurduktan sonra, MST, olumlu tarım reform kanunları umuduyla, geçici olarak, bu başarılı eylemlerinin yerine da Silva için seçim çalışmalarını koydu. Da Silva’nın 2002 seçim kampanyası MST’den, daha önce görülmemiş bir tavizi hem talep etti hem de kopardı: “Sağın işine yarar”, orta sınıf seçmenlerini “korkutur” ve, da Silva’nın seçimi kaybetmesine yol açar diyen bu taviz, bütün toplu eylemleri durduruyordu. Yani, toprak işgallerine son veriyordu. MST tuzağa düştü. Toplu eylemleri durdurarak seçim kampanyasına katıldı.
Maalesef, MST’nin (Kırsal Topraksız İşçi Hareketi) çoğu liderleri, da Silva’nın, tarım reformunun işlevsiz bakanının ve aynı bakanlıktaki öteki solcu memurların bir “sola dönüş” yapmaları umutlarını yitirmediler. Ama, bölgesel ve yerel MST liderleri ve eylemciler, topraksız kırsal işçilerin da Silva rejiminde bir geleceklerinin olmadığını, hareketin bundan kopmak zorunda olduğunu ve denenmiş, ispatlanmış toplu eylem metoduna geri dönülmesini anlamışlardır.
Da Silva’nın Tarım-İhracat Stratejisi
Da Silva, bir yandan milyonlarca yoksul topraksız işçinin gereksinimlerini göz ardı edip, MST’nin (Kırsal Topraksız İşçi Hareketi) başarılı tarım reformunu kamu önünde aşağılarken, diğer yandan, 20 ülkeyi dolaşıp, bir sürü uluslararası foruma katılıp, narenciye, soya, şeker pancarı ve sığır üreten büyük çiftlik sahipleri yararına ABD’nin piyasasını açması için sıkı pazarlıklara girmiştir. Da Siva’nın mali yardımından temel yararlananlar tarım şirketlerinin seçkinleridir.
Ticaret Bakanı Luis Furlan, cömert sübvansiyonlarla ihracatçıyı yerel üreticiye yeğleyerek ihracatı artırmış, yabancı yatırımdan regülasyonu kaldırmış, 20 adet “öncelikli endüstriler”e (büyük ihracatçılar) düşük faizli, sübvansiyonlu, ayrıcalıklı kredi vermiş ve ihracatı bir çok vergiden muaf tutarak vergi yükünü yerel piyasa için üretenlerin, maaşlı ve ücretli işçilerin üzerine yıkmıştır. Furlan’ın bu müdahaleci siyasetinin sonucu özellikle tarım-madencilikte ihracat sektörünün kârları ve olanakları artmış, küçük üreticiyle topraksız işçiler ise gerilemişlerdir.
Da Siva’nın ücretleri düşürüp işçi sendikalarını zayıflatması “dinamik” ihracat sektörünün emek giderlerini düşürmüş ve kârını artırmıştır. Nakit paradaki “ihracat fazlası”, yabancı ve yerli alacaklılara ve spekülatif bono sahiplerine ödeneceğinden, bu fazlalık çok-sektörlü büyümeyi desteklemek amacıyla ekonomi içinde dolaşmaya bırakılmayacaktır. Eğer “ihracat kutbundan” yerli piyasaya herhangi bir “yayılan sonuç” varsa bile çok azdır. Zaten, rejimin sübvansiyonlu ihracat sektörünün başarısı, sermayenin ve toprağın daha büyük bir merkezileşmesine ve yoğunlaşmasına yol açmakla beraber, Amazon bölgelerine ihraç bitkilerinin daha fazla girmesine neden olacak ve değerli ekolojik bölgelerin yok olmasını getirecektir. Yüksek sermaye-yoğunluklu tarım-maden endüstrisinin büyümesinin sonucunda, dışlanmış küçük çiftçilerin ve işsiz, topraksız kırsal emekçilerin yoksulluğu artacaktır. Bunun ise da Silva’nın, “Sıfır Açlık” kampanyasını bir yalana çevireceği tahmin edilebilir.
Otoriter Şekilde İdare
Da Silva en tutulan sivil toplum örgütlerinin ifade ettikleri fikirleri sürekli göz ardı etmektedir. İlerici sivil-toplum örgütlerinin büyük çoğunluğuyla:
• ALCA (America Serbest Ticaret Bölgesi-Free Trade Area of the Americas) yönetimini (Bush hükümetiyle) ortaklaşa yönetmek;
• Haiti’deki ABD kukla rejimini desteklemek amacıyla Brezilya ordusunu göndermek;
• Genetik değişimli tohumların kullanımını desteklemek;
• Yakın tarihte üç milyon hektar ormanı yok eden soya ve sığır üretiminin Amazon içlerine girmesine neden olan tarım işletmelerini desteklemek;
• İki yılda asgari ücreti çıkara çıkara yüzde bir yükseltmek
konularını ne danışmış, ne de onların söylediklerine kulak asmıştır.
Bütün temel politikalar, ne sivil toplumdan ne de kendi partisinin eleştirel azınlığından en ufak bir veri alınmadan Lula tarafından emredilerek saptanmıştır. İşçi Partisi, ne yapacağının sinyallerini, 2003 ve 2004’de ileride yenilenebilecek anlaşmalar yaptığı IMF’den almaktadır. Lula’nın ücretleri, maaşları ve emeklilikleri düşüren siyaseti nedeniyle ortaya çıkan önemli fikir ayrılıkları, kendi partisinden bir senatörle üç milletvekilinin atılmasını ve Lula’nın bu neo-liberal çizgisine karşı çıkan diğerlerinin de uzaklaştırılması yada kendilerine karşı önlem alınacağı tehditlerini getirmiştir.
Lula’nın Ekonomik Siyaseti
Lula’nın maliye bakanı Antonio Palocci’nin açıktan yürüttüğü siyaset ekonominin tüm sektörlerini özelleştirmedir. Bu yönde ilk adımı da, regülasyonları ya yok edip yada serbestleştirerek ve petrol, gaz, elektrik ve bankacılık gibi stratejik ve kârlı kamu sektörlerini satmaya söz vererek altyapının her sektörünü dış sermayeye açmaktır.
Bunun anlamı ise, büyük şirketlerin yararına, tarım işletmelerini ve maden ihracını devletin aktif bir şekilde desteklemesidir. Yerli piyasaya üretim yapan, gırtlağına kadar borçlu çiftçi ailelerinin aleyhine bu büyük işletmeler devlet kredi ve sübvansiyonlarının yüzde 85-90’ını almaktadırlar. Ama öte yandan devlet, toprak sahipleri ve onların ölüm mangalarıyla uğraşmakta acizdir: 2005’de, içlerinde iki düzine MST’li de olan, 50-60 kadar eylemci (Nisan’daki sayı), ve ABD-Brezilyalı bir rahibe de dahil olmak üzere, 2003’de 90’dan fazla, 2004’de de 80’den fazla
köylü eylemci öldürülmüştür. Kilise Dini Toprak Komisyonu bu cinayetlerde tarım şirketlerinin rolünü detaylarıyla belgelemiş ama şimdiye kadar hiçbir ceza alan olmamıştır.
Lula hükümetindeki kilit ekonomik siyaset kararlarını verenlerin sınıfsal temelleri ve çıkarları, rejimin büyük şirketlerinden yana ve halka karşı politikası hakkında bize çok bilgi vermektedir. Kilit noktadaki Merkez Bankası’nın başında, başkanlık seçimlerinde Başkan Cardosa’nın adayı Jose Serra’ya oy veren, Fleet Boston Global Bank’ın eski başkanı Henrique Meirelles bulunmaktadır. Meirelles, neo-liberal politika uygulayarak IMF’nin emekliliği-azaltan, asgari-ücreti-donduran, borç-ödeyen, yüksek-faiz siyasetinin önderlerindendir. Luiz Fernando Furlan ise bir tarım şirketi olan Sandia’nın milyoner başkanı olup, hükümette de Ticaret ve Gelişme Bakanıdır. Tarım Bakanı Roger Rodriguez, Brezilya Tarım İşletmeleri Derneği başkanı ve Monsanto şirketinin yakın bir ortağıdır. Rodriguez, başarıyla genetik değişimli bitkilerin çiftçiliğini kanunlara geçirmiştir. Maliye Bakanı Palocci ise, daha sonra Milton Friedman’a dönmüş bir eski Troçkist olup, serbest piyasayı büyük bir hevesle desteklemiş ve iş seçkinleri çevresinde yapılan bir araştırmada en sevilen kişiler arasında en yüksek puanı almıştır.
Lula rejiminin sosyo-ekonomik bileşimi, hükümetin 2003 ve 2004 yıllarında kamu çalışanlarının çok büyük bir kısmının emekliliklerini kırparken, neden IMF gibi dış alacaklılara 40 milyar dolar ödediğini açıklar. Lula’nın demagojik olarak iddia ettiği gibi asgari ücretin düşürülmesinin “sosyal güvenliği koruma”yla hiçbir âlâkası yoktur. Aksine, bunun amacı, büyük işverenler hükümetinin, öncelik tanıdığı zengin tahvil sahiplerine ödenmek amacıyla bütçede fahiş bir fazlalık yaratmak içindir.
Da Silva’nın, “Sıfır Açlık” kampanyası berbat bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yiyecek sepetleri, arada sırada, besinsizlikten kıvrananların sadece yüzde onuna erişebilmiştir. Programın idaresi Lula’nın yerel siyasi patronlarının elinde olup, genelinde yolsuzluk, siyasi iltimas ve bürokratik becerisizliklerle doludur. Lula’nın kişisel dostu ve Sıfır Açlık kampanyasının baş savunucusu Frei Betto programın üzücü sonucundan ve uygulamalarından hayal kırıklığına uğrayarak istifa etmiştir.
Neoliberalizmin Sınırlarını Zorlamak
İşçi Partisi’nin (PT) çalışma felsefesinin dört kilit varsayımı vardır. Birincisi, Brezilya bir kriz içindedir. Bunun çözümü ise gelişmenin temel araçları olarak görülen yeni para, borç ve yabancı yatırımın gelmesini sağlayacak uluslararası mali kurumların talep ettiği kemer sıkma politikalarını tatmin etmekten geçer. İkincisi, Brezilya’nın büyümesi ancak yerli büyük işverenlere, tarım şirketlerine ve yabancı çokuluslu şirketlere kâr yapmaları için destek vermekle olur. Bu desteklerin içine, düşük vergiler, emeğin refahına giden harcamaların kısılması ve işçi-işveren sözleşmelerinde işverenin konumunu güçlendirmek de dahildir. Üçüncüsü, büyüme, işsizlik ve eşitsizliğin çözümünde en az devlet müdahalesi, regülasyonu yada kontrolüyle serbest piyasa temeldir. Da Silva’nın ekonomik grubunun en büyük görevi, yerli piyasadan öncelikli ve ona karşıt olarak, Brezilya mallarının yabancı ülkelere ihracatı ve ABD ve Avrupa’nın piyasalarının açılmaya zorlanmasıdır. Dördüncüsü, büyümenin, eninde sonunda, fiyat dengelenmesi, yabancı yatırımın gelmesi, sıkı bir mali politika ama en fazla da kamu ve yabancı borçların ödenmesi sonucunda olacağıdır. Bunun için ise, özellikle toplumsal bütçelerle hükümet bütçelerini kısmak, enflasyonu kontrol etmek ve borç ödemek için bir bütçe fazlası yaratmak gerekmektedir. Bir kez istikrar (“acı ilaç”) sağlanınca, ekonomi, piyasaca idare edilen, ihracat büyümeli bir atılışa geçecek ve açlığı yok edecek yoksulluk programları için ödemeler bulunabilecektir. “Zamanı gelmeden” yapılan refah harcamaları, asgari ücreti yükseltmek, geniş yoksulluk programları ve tarım reformları ekonominin dengesini bozar, “piyasanın güvenini” baltalar ve böylece de daha derin krizlere ve halkın şartlarının daha kötüleşmesine yol açar.
Hem ekonomi grubunun yolunu aydınlatan neo-liberal felsefe açısından hem de bunların gerçekleştirdikleri uygulamalar açısından da Silva, Cardosa rejiminin peşinden gittiği feci neo-liberal siyasetlerin bir uzantısı, sürekliliği ve derinleşmesini temsil etmektedir. Bu siyasetler, 8 yıllık bir ekonomik durgunluğa, derin toplumsal eşitsizliklere, artan borçlanmaya ve hemen tamamen spekülatif sermayenin değişken dış akışına bağımlı mali sistemin neredeyse çöküşüne neden oldu.
Lula’nın Dış Siyaseti
Dış siyasette Lula rejimi devamlı, serbest ticaretin her yerde yanlısı olduğunu belirtmiştir. Rejimin ALCA’ya (FTAA) temel eleştirisi, ABD’nin kendi tarım ihracatına verdiği sübvansiyonları kaldırmaması ve Brezilya’nın tarım ve çelik ihracatına koyduğu kota sınırlamalarıdır. Brezilya için Cancun’da temel tartışma buydu. Daha sonraki toplantılarda, Dış İşleri Bakanı Amorin ve ABD Ticaret Temsilcisi Zoellick, Amorin’in “lite ALCA” olarak nitelediği, ALCA çerçevesinde genel anlaşma düzeyinde tartışmalara devam ederek aralarındaki anlaşmazlıkları azaltmaya karar verdiler. Lula, ABD’nin, Peru, Şili, Ekvador ve Colombiya ile yaptığı ikili anlaşmalarla ALCA’yı parça parça uygulamasını destekledi.
Lula’nın, 2004’de ABD askeri gücüyle kurulmuş yasal olmayan bir kukla rejimi korumaya 1,500 asker göndermesi, açıkça, Brezilya’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulunda bir koltuk kapması için ABD’nin desteğini sağlamaya yönelik, ABD’nin hegemonya çıkarlarına fırsatçı bir hizmet etme anlayışıdır. Bu işgal güçlerinin başında, ABD Devlet Bakanlığı ve Pentagon “danışmanları”nın siyasi emirleri altında bir Brezilya Generali bulunmaktadır.
Gerçek Seçenekler
Lula’nın neoliberal siyasetlerine ve rejimine karşı seçenekler nelerdir? Şunu söylemek gerekir ki, herhangi bir seçenek, başta rejimin bileşimini, hizmet ettiği sınıf çıkarlarını, ideolojisini, (üçte ikisinin şirketlerin hakimiyetinde bulunan) Ekonomik ve Toplumsal Konsey üyeliğini ve sağcı partilerle koalisyonunu değiştirerek işe başlamalıdır.
Reformist bir gündemle gelecek demokratik sol bir hükümet varsayılacaksa, Brezilya’nın çoğu önde gelen ekonomistlerince veya önde gelen sivil-toplum örgütlerince pek çok seçenekler ortaya konmuştur.
İlk önce dış-borç ödemelerine bir tavan yada bir ödeme ertelemesi koy. İkinci olarak, döviz kazanımlarını sürdür ama tarım-maden ihracat ve gelirlerine ek vergi koy. Üçüncü, mali işlemleri, özellikle de spekülatif yatırımları vergilendir. Sermaye kazanımlarından ve Brezilyalı seçkinlerin gelirlerinden etkili bir vergi toplama siyaseti getir. Maden, kamu hizmetleri, iletişim, bankacılık ve öteki kârlı sektörleri tekrar kamulaştır. Bunların hepsi, dört yıl içinde işsizliği ve gizli işsizliği %40’tan %10’un altına indirecek bir tarım reformunu finanse eden, yerel tüketim için gıda üretimini artıran ve (tamamı olmasa da, çoğu kırsal bölgede bulunan) yoksulluğu azaltacak ve (küçük bir azınlığa devlet tarafından dağıtılan yiyecek-sepeti sadakası yerine) toplu gelişmeye yarayacak gereçleri (toprak, kredi ve teknik yardım) verebilecek, yılda yeni kaynaklardan 100 ya da 200 milyar dolar getirecek bir reform rejimini ortaya koyabilir. Gelir vergisinden gelecek ek gelir, üretken kamu işletmeler
ine aktarılarak, tarımı ve madenciliği endüstriye bağlayarak değer katar ve yarattığı işlerle istihdamı artırır. Tekrar kamulaştırma, 15 milyar doları ülkede tutar ve bu da, kamu servisleri masraflarını düşürerek elektrik, temiz su ve elektrik üretimini milyonlarca yoksul aileye ve küçük ve orta boy özel işletmeye erişilebilir ve ulaşılabilir kılar.
Stratejik ekonomik sektörlerin kamu sahipliği üzerine kurulu bir endüstri politikası, halkın tüketimi için toplu konut, kamu sağlığı, devletçe ödenen eğitim ve Lula rejimi altında giderek büyüyen iğrenç eşitsizliği (2003’le 2005 arasında milyoner sayısı 76,000’den 85,000’e çıkmıştır) azaltacak önlemler gibi şeyleri üretmeye ve bunların finansmanına öncelik tanır,
Brezilya Solunun Gelecekteki Dirilişi mi?
Bugün, Brezilya Solunun herhangi bir canlanışı, önünde, istihdam, toprak, saygınlık ve adalet gibi korkunç engeller görecektir. Bunun nedeni de, solun eski liderlerinin ve sendika yetkililerinin şimdi ABD, IMF ve Brezilya seçkinleriyle ittifak halinde olmaları ve devlet kaynaklarından beslenerek medya tarafından da destek görmeleridir. Eski işçi sendikaları konfederasyonu CUT birkaç düzeyde bölünmüş haldedir. Arada bir göstermelik eleştirilerine rağmen, CUT’un yöneticilerinin %80’i Lula’yı desteklemektedir. Geri kalanları Lula’nın siyasetine karşı olup, daha büyük bir muhalefet istemekteler. Bazı bölgesel, ama daha çok yerel düzeyde, özellikle de tabanda, daha fazla militan muhalefet ve daha fazla hayal kırıklığı vardır.
Lula’ya sendikal muhalefetin önderliğinde bulunan kamu çalışanları sendikaları (PSU’lar), Lula’nın ücret ve emeklilik indirimi programlarından en fazla zarara uğrayan kesim olup, yeni bir konfederasyon olan “Con Luta”nın (Mücadeleyle) da baş savunucularıdır. 2005’in Ocağında,1500 Con Luta delegesinin katıldığı kuruluş toplantısına bir konuşma yapmak için davet edilmiştim. Bu toplantıda bulunanların pek çoğu hem CUT ve hem de Lula’nın İşçi Partisi’nin kurucusu ya da destekçisi, veya Lula’nın emek karşıtı yasalarına kızgın delegelerdi.
Genel olarak, da Silva’ya örgütsüz ya da sendikalı işçilerden gelen destek azalmakta, grevler artmaktadır. Ekonomide olabilecek bir gerileme, emekçi hareketleriyle Lula rejimi arasındaki çelişki ve kutuplaşmayı büyük bir olasılıkla daha belirgin hale getirecektir. En yoksul emekçiler ise başka partilere girmektense da Silva’dan desteklerini çekmektedirler. Ancak bu, halkın giderek da Silva’nın o halkçı, “açık konuşma” rollerinin ardındaki gerçek yüzünü görmeye başlayarak, kendisinin yabancı yatırımcı, tarım-ihracatçı ve spekülatörlere şartsız desteğini ve kölece bağlılığını anlayınca değişebilir.
Şimdiye dek, MST (Kırsal Topraksız İşçi Hareketi), Con Luta’yı, ya da yeni siyasi bir oluşum olan “Sosyalizm ve Özgürlük Partisi”ni (PSOL) desteklemeyi reddetmiş, emeklilik kesintilerine karşı mücadele eden militan kamu sektörü sendikalara katılmamıştır. 2005’in ortalarında iç tartışmalar ve tabandan gelecek toplu baskılar, özellikle de “Brasilia’ya Yürüyüş” büyük bir ihtimalle Lula’nın siyasetinde bir değişiklik yapmazsa, daha tutucu olan ulusal liderler Lula’dan ayrılabilirler.
Yeni değişiklikler gündemdedir. İlerici kilise grupları da Silva’nın sıkı neo-liberal önceliklerine güçlü eleştiriler getirmekteler. Daha önce bahsedildiği gibi, geçen Ocak’ta, 1,500 sendika lideri toplanarak Lula hakimiyetindeki CUT’a karşı Con Luta’yı kurmak için toplandılar. Büyük sendikaların çoğu kamu sektöründe örgütlü olup, liderlerin çoğu da Marksist PSTU (Birleşik Sosyalist İşçi Partisi) üyesidir. Eski İşçi Partisi (PT) Kongre temsilcilerinin kurduğu Sosyalizm ve Özgürlük adındaki yeni parti de hoşnutsuz olan sendikacılar ve entelektüeller arasında gelişmektedir. Toprak işgalleri giderek yayılmaktadır. Sosyalizme uzun yürüyüş, kısa bir müddet Lula tarafından saptırıldıysa da tekrar başlamıştır.
http://www.canadiandimension.mb.ca sitesinden sendika.org tarafından çevrilmiştir