Türkiye’deki gazetelerse şu iki gerçeğin artık halktan da saklanamaz hale geldiğini gösteriyor. Birincisi, borsa başdöndürücü yüksekliklere erişirken ekonomi gittikçe kırılganlaşıyor, böylece bir mali kriz olasılığı artıyor. İkincisi ülkenin dış politikası Kıbrıs, Avrupa Birliği ve Kuzey Irak gibi stratejik (gelecekteki varlığına ilişkin) noktalarda tam anlamıyla bir çıkmaza girmiştir. Öyleyse Türkiye’nin, bu ”kasırgaya” , hem zayıflayarak hem […]
Türkiye’deki gazetelerse şu iki gerçeğin artık halktan da saklanamaz hale geldiğini gösteriyor. Birincisi, borsa başdöndürücü yüksekliklere erişirken ekonomi gittikçe kırılganlaşıyor, böylece bir mali kriz olasılığı artıyor. İkincisi ülkenin dış politikası Kıbrıs, Avrupa Birliği ve Kuzey Irak gibi stratejik (gelecekteki varlığına ilişkin) noktalarda tam anlamıyla bir çıkmaza girmiştir.
Öyleyse Türkiye’nin, bu ”kasırgaya” , hem zayıflayarak hem de en iyi ifadeyle uluslararası jeopolitikteki gelişmeleri doğru okuyamayan ya da daha eleştirel bir yaklaşımla, iradesiz bir lider kadrosuyla girmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Kasırganın merkezinde…
Güç toplamakta olan bu ”kasırganın” ana bileşenlerini, geçen haftalarda birçok kez tartıştık. Yalnızca anımsamakla yetinelim: Dünya ekonomisinde mali dengecilik, kapasite fazlası sorunu var. Kapasite fazlası ve mali dengesizlik, askeri sınai kompleks ve finans sermayesi gibi kilit sermaye gruplarının, Amerika ve Avrupa’da birbiriyle çelişen ekonomik ve siyasi seçenekler üzerinde yoğunlaşmasına neden oluyor. Uluslararası ekonomik, mali ve askeri düzlemlerde var olan, egemen güçlerle yükselmekte olanlar arasında rekabet, korumacılık eğilimleri, silahlanma yarışı gittikçe güçleniyor.
Geçen haftaki haber ve yorumlara dönersek:
Önce petrol: Petrolün varil fiyatı, hem ”kasırganın” basıncıyla hem de petrol arzında başlayan duraklamanın (düşüşe geçmeden önce?) etkisiyle 60 doların üzerine çıktı. Nisanda Daniel Yergin 80 dolardan, Goldman Sachs analistleri 110 dolardan söz ediyorlardı. ”Kaynak Savaşları” kitabının yazarı Prof Klare’ nin geçen hafta yayımlanan bir denemesi, ”artık kalıcı olarak yüksek fiyat dönemine girdiğimizi” gösteriyordu (Tomdispatch, 05/08). Financial Times’ın aktardığı gibi uluslararası dev petrol şirketlerinin bu yeni dönemi tüketiciye anlatmak ve yardım istemek için gazetelere, tam sayfa ilan vermeye başladıklarına bakılırsa (04/08) Prof. Klare haklıydı. Washington Post’ta bir ”on line tartışması” yayımlanan ünlü enerji analisti, Bush’ un enerji danışmanlarından Mattew Simmons ‘un da Klare ile (siyasi olarak olmasa bile petrolün geleceği konusunda) aynı görüşü paylaştığı görülüyordu (04/08).
Biz bu ortamda, büyük güçlerin, petrolün tedarikini serbest piyasaya bırakamayacaklarını savunuyorduk. Önceki hafta haberler bu öngörümüzü doğruluyordu: ABD Senatosu’ndan çıkan itiraz sesleri, orta büyüklükte bir ABD petrol şirketi olan UNACOL’ın bir Çin şirketi tarafından alınmasını engelledi. Böylece küreselleşme ve serbest piyasa fantezileri ortalıkta, tam anlamıyla iğfal edilmiş oluyordu.
Geçen yıl içinde çeşitli yazarlar, Financial Times’dan Martin Wolf, Newsweek/Washington Post’tan Robert Samuelson dahil, küreselleşmenin geleceğine ilişkin kaygılarını dile getirmeye başlamışlardı. Bu temkinli ifadelerin yanı sıra küreselleşmenin bir anormallik olduğunu ve artık sona erdiğini savunan görüşler de büyük gazetelerin sayfalarında belirmeye başladı. Örneğin The Long Emergency: Surviving the Converging Catastrophes of the Twenty-First Century (Uzun Süreli Acil Durum?) başlıklı kitabın yazarı James Howard Kunstler , The Guardian’daki ”Küreselleşme bir sapmaydı, sona eriyor” başlıklı yorumunda, ”ucuz enerji ve göreli barış ortamı yanlış bir doktrinin (küreselleşme engellenemez ve kalıcıdır- E.Y ) üretilmesine yardımcı oldu ” dedikten sonra ”dönemin kapanmakta olduğunu” savunuyordu. Kısacası uluslararası ekonomik ilişkilerde artık küreselleşmeci tezlere dayanarak hareket etmek (örneğin son özelleştirmelerde olduğu gibi) orta ve uzun dönemde, çok daha büyük yıkımlara zemin hazırlayacaktır.
Irak ve ötesi: Geçen hafta Irak’ta bir vuruşta 14 ABD askerini öldüren saldırı, ”ABD görevlilerinin deyimiyle, isyancıların giderek daha büyük ve daha öldürücü bombalar yapabildiklerini gösteriyordu” (The New York Times, 04/08). Böylece haftanın ilk üç gününde 21 ABD askeri ölmüş, toplam ABD kaybı da 1800’ü geçmişti. ABD Irak’ta, isyancılarla baş etmekte giderek daha fazla zorlanırken Washington’da iki konuda, dedikodular yoğunlaşıyordu. Birincisi, kimi emekli CIA görevlilerine göre Chaney’ nin bürosu, İran’a taktik nükleer silahların da kullanılabileceği bir saldırı planı hazırlığı içindeydi (P. Giraldi , The American Conservative, 1/08, Scott Horton, AntiWar, 05/08). İkincisi Kuzey Irak’ta Kürtler, üstelik de büyük bir olasılıkla, İsrail’in de teşvikiyle ayrı bir devlet kurma yolunda hızla ilerliyorlardı (Örneğin, Seymur Hersh , New Yorker, 06/2004; Fred Halliday, Opendemocracy, 29/07).
Türkiye…
Bu gelişmeler ve Bush’un, John Bolton ‘kazmasını’ Kongreyi ”by-pass” ederek Birleşmiş Milletler temsilciliğine atamış olması, ”kasırganın” merkezinin Türkiye’ye doğru kaymakta olduğunu gösteriyor.
Şimdi, şu ”fay hatlarının” Türkiye üzerinde kesişmeye başladığını kolaylıkla söyleyebiliriz. (i) ABD-Avrupa çelişkisi; (ii) Petrol ve gaz havzaları üzerindeki rekabetten dolayı Rusya, Çin (Şanghay grubu) ve İran ile ABD arasındaki çelişki, (iii) ABD, İsrail ile Arap/Müslüman dünyası (Radikal İslam) arasındaki, Kürtleri de içeren çelişki.
Bu ortamda Türkiye, Avrupa Birliği’ne alınmıyor, ama sürekli tavizler vermeye zorlanıyor; 1995’te Gümrük Birliği Anlaşması’nı , geçenlerde de ek protokolü imzalayarak hem ekonomisini ABD’ye açıyor hem de Kıbrıs’taki stratejik çıkarlarını terk ediyor. Türkiye ABD ile ilişkilerini ”düzeltmeye” çalışıyor ama, özellikle Kuzey Irak’ta, ”kırmızı çizgilerini” kaybettikten sonra, şimdi de ”devlet doktriniyle” uyum içinde olmayan bir durumu kabul etmeye zorlanıyor. ”Ermeni Sorunu” ndan dolayı uluslararası alanda kendini savunamaz bir noktaya geliyor. Dış ilişkilerdeki bu yönelim, liderlik ve vizyon eksikliği, iç politikada kurumsal dönüşüm ve kadrolaşma (ve nihayet Ertuğrul Özkök’ ü bile (!) rahatsız etmeye başlayan) yoluyla yaşanan bir ”tırmanan rejim değişikliği” süreciyle birleşince çok kritik bir konjonktür oluşmaya başlıyor.
Ekonomik alandaki gelişmeler de bu kritik konjonktüre gereken tepkilerin verilmesinin hızla olanaksızlaşmakta olduğunu gösteriyor: Dış ticaret ve cari açığın, bu borçlanma ve kur düzeyinin sürdürülemeyeceğini artık ”fantezi fabrikası, televoleci ekonomistler” de kabul etmeye başladılar. Ama bunlar, şimdi hızla büyümekte olan ”kara deliğe” düşmemek için ”şaşkın ördek tersten dalarmış” misali, hükümeti IMF ne istere yapmak, elinde ne varsa satmak konusunda acele etmeye çağırıyorlar. Böylece ekonominin bağışıklık sisteminin son kalıntılarını da hızla tasfiye etmeye yönlendiriyorlar. Bu sırada, kredi kartları borcu felaketine, ”özel emeklilik” fantezisine, bir de ”konut kredisi” fantezisi ekleniyor, böylece mali krizin altında kalacakların sayısı hızla artıyor.
Bu ortamda, hükümetin icraatı, açıklamaları, genelde hükümeti destekleyen büyük basının köşelerinde bile yetersiz bulunuyor, bir yeteneksizlik, şaşkınlık örneği olarak kabul ediliyor? Kısacası, hızla yaklaşan ”kasırgaya” yetenekleri son derecede sınırlı, amaçları belirsiz, vizyonları tartışmalı bir kadronun yönetimiyle giriyor Türkiye?