DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA İsrail’in Gazze’den çekilmesi, Filistinliler açısından çok önemli değil ama, İsrail toplumunun bir yol ayrımına geldiğini gösteriyor. ‘Utanç verici bir durum’ Hafta boyunca ekranlardan, İsrail’in yaklaşık 8000 yerleşimciyi Gazze’deki evlerinden tahliye etmesini, yerleşimcilerin ”acılarını” , gözyaşlarını izledik. Bir Yahudinin diğerine ”Nazi” , ”gestapo” demesine şahit olduk. Ne büyük […]
İsrail’in Gazze’den çekilmesi, Filistinliler açısından çok önemli değil ama, İsrail toplumunun bir yol ayrımına geldiğini gösteriyor.
Hafta boyunca ekranlardan, İsrail’in yaklaşık 8000 yerleşimciyi Gazze’deki evlerinden tahliye etmesini, yerleşimcilerin ”acılarını” , gözyaşlarını izledik. Bir Yahudinin diğerine ”Nazi” , ”gestapo” demesine şahit olduk. Ne büyük ”travma” , ne büyük bir ”trajedi!” Gerçekteyse, karşımızda, Oxford Üniversitesi Sığınmacılar Çalışmaları’ndan Jennifer Loewenstein ‘a göre, ”utanç verici” bir gösteri vardı. Birincisi, yerleşimcilerin Gazze’deki varlığı zaten yasadışıydı. İkincisi, her yerleşimciye 140.000 – 400.000 arası bir tazminat verilerek İsrail’in bir başka bölgesine yerleşmesine olanak sağlanıyordu. Loewenstein, Counterpunch’taki yorumunda bize, Gazze’de 2000 yılından bu yana 23.000 Filistinlinin, İsrail buldozerleri, bombaları altında evlerinden tahliye edildiğini, sokağa atıldığını anımsattıktan sonra, Ha’aretz gazetesinin ”Tahliyeyi izlemek için 900 uluslararası gazeteci gelmişti” saptamasına karşılık, ”2002’de İsrail Cenin’e girdiğinde, geçen sonbaharda Gazze’de 100 Filistinliyi öldürdüğünde bu 900 gazeteci neredeydi?” diye soruyordu (17/08).
Dahası, Financial Times’ta Sharmila Devi de İsrail’in Gazze’den çekilmekle birlikte, hava sahasını, limanları, Gazze’yle Batı Şeria arasındaki geçişleri Filistinlilere kapalı tutmaya devam ettiğine dikkat çekerek işgalin temel koşullarının kalkmadığını vurguladı. Nitekim Hamas sözcüsü Sami Abu Zuhuri de ”Gazze’yi kurtarılmış saymıyoruz” diyordu.(17/08). İngiltere Kanal 4 televizyonunun dış haberler editörü Lindsey Hilsum da Newstatesman’daki ”Gazze’den dışarı Kudüs’ten içeri” başlıklı yorumunda İsrail’in, stratejik bölgelerde, halen inşa etmekte olduğu yeni yerleşimlere, Kudüs’ün belediye sınırlarını, Filistinlilerin topraklarına el koyacak biçimde genişletmeye devam ettiğine dikkat çekti.
Tel Aviv Üniversitesi Yafa Stratejik Araştırmalar Merkezi ‘nin hazırladığı, İsrail’in Gazze’den çekilmesinin Filistinliler üzerindeki siyasi, toplumsal etkilerini irdeleyen rapora göre, ”Gazze’den çekilme Filistin toplumundaki güçler dengesi üzerinde kısa ve orta dönemde hiçbir etki yaratmayacak. En iyi koşullarda ekonomik ve toplumsal statükoyu koruyacak ya da koşulların daha da bozulmasına yol açacak” .
Gazze’den çekilme Filistin davasına pratikte bir katkı yapmayacak ama İsrail’de ”maviler” olarak bilinen ulusalcı siyonizm ile ”portakal rengiyle” temsil edilen dinci siyonizm arasındaki çatışmayı daha da derinleştirdi; İsrail toplumunu, Tel Aviv ve Kaliforniya üniversiteleri profesörlerinden Zeev Maoz ‘un Ha’aretz’de yayımlanan ”Ya Yahudi devleti ya da demokratik devlet” başlıklı yorumunda vurguladığı gibi (18/08), (Türkiye ile bir paralellik kuracak olursak) ”Laiklik mi din devleti mi?” ikilemiyle karşı karşıya getirdi.
Dünya Bankası ‘nın ağustos ayında yayımladığı bir rapor, İsrail’in toplumsal açıdan da çok kritik bir noktada olduğunu gösteriyordu. Ha’aretz’den Yossi Sarid ‘e göre (18/08) rapor ”İsrail rüyasının artık paramparça olduğunun” kanıtıydı. Rapora göre İsrail, Batı’nın en sorunlu, yaşaması en tehlikeli ülkesiydi; üstelik de dış düşmanlarının yüzünden değil, kendi iç koşullarından dolayı. Örneğin genel göstergeler açısından İsrail’in durumu şöyle (ilk sayı ülkeler genel ortalaması, ikinci sayı İsrail’in notu) Hükümetler verimlilik indeksi (yüzde 89.7/ yüzde 80.8); Yasaların uygulanabilirlik indeksi (90.3 / 74.4); Siyasi istikrar indeksi (83.5/15); Hükümetler yolsuzluk indeksi (91.4 / 74.9). Yossi Sarid Dünya Bankası’nın bu bulgularına iki gerçeği daha ekliyor: İsrail, Batı’da zengin ve yoksul uçurumu en derin, yoksulluk içinde yaşayan çocuklarının oranı en yüksek ülke. İsrail giderek bir Batı ülkesinden daha çok III. Dünya’nın yoksul ülkelerine, başarısız devletlerine benzemeye başlamış.
Daha önceki yazılarımda, İsrail toplumu içinde, son yıllarda köktendinci kesimin, sayısal, kurumsal ve siyasi etkisinin giderek artmakta olduğunu aktarmış, bu kesimin toplumsal temelinin ülkenin en yoksul kesimlerine dayandığını vurgulamıştım. Yerleşimciler hareketi, İsrail’in topraklarının genişlemesine yardım etmenin yanı sıra bu en yoksul nüfusa yeni yaşam alanı sağlayarak, toplumsal bir çözüm oluşturuyordu. Bu hareketin bugünkü ivmeyi Şaron tarım bakanı olduğu sırada kazandı. Kısacası, İsrail’in hem topraklarını genişletmek hem de toplumsal çelişkileri yumuşatmak için yerleşimciler hareketine gereksinimi olduğu görülüyor.
Gazze’den çekilmeyi bu zemin üzerinde değerlendirmeye başlayınca İsrail’in karşı karşıya olduğu krizin derinliğini görmeye başlıyoruz. Orta döneme ilişkin olarak, gelir dağılımı bozuldukça, yerleşimciler üzerinde uluslararası basınç (barış süreci) arttıkça gücünü yoksullardan, yerleşimci hareketinden alan köktendinciliğin daha da güçleneceğini, ”maviyle” ”portakal” arasında uçurumun derinleşeceğini, giderek İsrail’in bütünlüğünü tehdit edecek bir noktaya ulaşabileceğini söyleyebiliriz.
Kısa dönemde de önemli siyasi gelişmeler olası. Yerleşimciler hareketinin tarihiyle, Şaron’un yükselmesinin tarihi çakışıyor. Şaron, dinci kesimden değil ama militarist ve katı tutumu, yerleşimcilere verdiği destek sayesinde, ”mavilerle” ”portakal rengini” birleştirmeyi başaran en önemli siyasi liderlerden biri. İktidara da bu ittifak sayesinde geldi. Şimdi, Şaron döneminde, Gazze’den çekilme İsrail’in ”mavilerle” , ”portakal rengini” yeniden karşı karşıya getirdi. ”Portakal rengi” İsrail’in sınırlarını dini varsayımlardan hareketle tanımlıyor. Bunlar için işgal edilmiş topraklarda yaşam kurmak Tanrı’nın iradesinin gerçekleşmesi anlamına geliyor. Bu toprakları terk etmek ise günah ve ihanet! İkinci yaklaşım ise İsrail’in varlığını ulusal, coğrafi bir güvenlik sorunu olarak görüyor, demografik ve jeopolitik varsayımlarla hareket ediyor çalışıyor. İsrail’in güvenlik içinde yaşayabileceği optimum büyüklüğü, gerekirse işgal edilmiş toprakların bir kısmından çekilerek oluşturmaya çalışıyor. Esas olarak, ”mavilere” ait olan Şaron’un şimdi, Gazze operasyonunun ”daha büyük toprakları elde tutmak ve İsrail’i korumak, başdanışmanı Weisglass ‘ın deyimiyle ”barış sürecini dondurmak ve Filistin devletini sonsuza kadar gündemden çıkarmak” için gerekli olduğuna yerleşimcileri ikna edemezse -ki bu çok zor görünüyor- Likud içinde liderliğini koruması olanaksız. Hızla yerleşimcilere yakınlaşmaya başlayan Netanyahu yeniden yükseliyor.
Birçok yorumcu bu dinamiğin İsrail siyasetinde ”Big-Bang” yaratmasını bekliyor (Associated Press, 11/08). Bu inanca göre Şaron, Likud içindeki liderlik mücadelesini kaybederse (ki büyük olasılık) taraftarlarıyla birlikte partiden ayrılacak. İşçi Partisi’nden Peres (81), siyasi merkezden Lapid (73) ve Şaron (77) arasında oluşacak bir ittifak siyasi manzarayı değiştirecek, Netanyahu ve Likud’u seçimlerde ezecek, ülkeyi merkezde, ”realist bir çizgide” birleştirecek.
Washington Institute’dan
David Makowskiy ‘ye göre bu noktada Hamas ve İslami Cihad’ın tutumları önem kazanıyor. Eğer intihar eylemleri, bombalar, roketler artarsa, 1996, 2001, 2003’tekine benzer bir ortam oluşacak, siyaset, Şaron’un siyasi yaşamına da son vererek, daha da sağa kayacak ( Peace Watch No:55, 17/08). Bu koşullarda İsrail’in siyasi ve toplumsal krizinin de derinleşmeye devam edeceğini sanırım varsayabiliriz.
Cumhuriyet 22.08.2005