“Anadilde öğrenim hakkı”… 25 Mayıs 2005 günü Yargıtay Genel Kurulu’nun (YGK) oy birliğiyle (45 üyeli) “anadilde öğrenim hakkı” gerekçesiyle Eğitim Sen’i kapatma kararı üzerine 3 Temmuz’da Ankara’da Kocatepe Diyanet Vakfı salonunda toplanan ikinci olağanüstü genel kurul 115’e karşı 381 kabul oyuyla “anadilde öğrenim hakkı”nı tüzükten çıkardı.(*) Genel Kurul, salonun küçük olduğu gerekçesiyle salona alınmak istenmeyen […]
“Anadilde öğrenim hakkı”…
25 Mayıs 2005 günü Yargıtay Genel Kurulu’nun (YGK) oy birliğiyle (45 üyeli) “anadilde öğrenim hakkı” gerekçesiyle Eğitim Sen’i kapatma kararı üzerine 3 Temmuz’da Ankara’da Kocatepe Diyanet Vakfı salonunda toplanan ikinci olağanüstü genel kurul 115’e karşı 381 kabul oyuyla “anadilde öğrenim hakkı”nı tüzükten çıkardı.(*)
Genel Kurul, salonun küçük olduğu gerekçesiyle salona alınmak istenmeyen sendika üyeleriyle MYK arasında kısa süreli arbedeyle başladı. Israrlar sonucu salona alınan ve “salon locası”nda sıkışık halde genel kurulu izlemek zorunda bırakılan eğitim ve bilim emekçileriyle MYK arasında zaman zaman gergin anlar yaşandı.
Anadilin tüzükten çıkarılmasının yanısıra üç madde daha değiştirildi. 2/5 oy oranıyla yapılan tüzük değişikliği “üye tam sayısının salt çoğunluğu” biçiminde değiştirilirken, şube açmak için gerekli 500 üye sayısı 400’e indirildi.
Eğitim emekçisine kiracı muamelesi…
556 delegeli bir genel kurulu, 450 kişilik salona sıkıştırarak sendikaya 15 yıl boyunca emeğini, alınterini akıtan üyelerinin yüzüne kapıları kapatıp “Baykalvari” bir genel kurul yapmak isteyen MYK, Eğitim Sen’in demokratik gelenekleriyle bağdaşmayan gerilimin, arbedenin biricik sorumlusudur. Varlığı devlet tehdidi altında olan sendikasına sahip çıkmak için yolları aşındıran eğitim ve bilim emekçileri bunu hak etmiyordu. Eğitim Sen’in sekiz trilyon parasının olduğu dilden dile dolaşıyor. Eğitim Sen en yoksul olduğu dönemlerde bile hiçbir zaman üyelerinin, dostlarının yüzüne kapılarını kapatmayı aklının ucundan bile geçirmedi ve öyle bir geleneğin mirasçısı da değildi. Ama eğitim ve bilim emekçileri “yangından mal kaçırmak” isteyen yöneticilerin “bürokratik” tutumları yüzünden kendi evinde kiracı muamelesi gördüler
Eğitim Sen’e “sendikal diplomasi” oyunu…
YGK’nın kararı, askeri darbeler sonrası Türkiye’de sendikal örgütlenme özgürlüğüne yargı yoluyla yapılan ilk darbedir. Darbenin amacı açıktır. Eğitim-Sen mücadeleci özünden ve ilkelerinden arındırılarak devletin ve sermayenin yedeğinde yürüyen güdümlü bir sendikaya dönüştürülmek isteniyor.
Sözde AB yolunda ilerleyen Türkiye’de 150 bini aşkın üyesi olan bir sendikanın kapatılmasına, bu sendikanın üyelerince 15-16 Haziranları aratmayacak bir direniş dalgasının yükseleceği beklentileri boşa çıktı. Kapatma kararına eğitim ve bilim emekçilerini yönetenler, yıllardır alışılmış eylemler, Ankara’ya “yürüyüşler”, davullu zurnalı, animasyonlu gösteriler dışında, devraldıkları mücadele mirasına bir kez olsun bile yüzlerini dönmeden boyun eğdiler. Yasağı protesto etme anlayışını aşıp, yasağı çiğneme, dillerden düşürülmeyen “sivil itaatsizliği” örgütleme yolunda yürüme cesareti göstermediler.
Belki de bu itaatsizliği yapamayacaklarını biliyorlardı. Adım adım aşındırdıkları ve mücadele azmini körelttikleri sendikadan böyle bir itaatsizliği isteme iradesini kendilerinde göremediler. Ankara’nın dipsiz diplomasi kulvarlarında yürütülen görüşmeler yoluyla sorunu aşabileceklerini varsaydılar. İlgili devlet kurumlarıyla kapalı kapılar ardında konuştuklarını sendikanın gerçek sahiplerinden gizlediler. Yürütülen “gizli diplomasi”nin ürünü olarak kurmak zorunda kaldıkları yeni sendikayı genel kurula bile açıklamadılar. “Diplomasi oyunu” ile sendikayı bu duruma düşürenler, eğitim ve bilim emekçine karşı 381 oyla istediklerini elde ettiklerini, hatta “zafer” kazandıklarını düşünebilirler. Ne var ki, bu zaferin bir “pirus zaferi” olduğunu çok geçmeden anlayacaklardır.
Eğitim emekçisine hile…
Tüzükten “anadilde öğrenim” ibaresini çıkaranlar “psikolojik savaş taktiği” güden devlete karşı sözde “savaş hilesi” yaptıklarını sanıyorlar.
Bilinir ki her savaşta olduğu gibi sınıf savaşında da “savaş hilesi” meşrudur. Ama ortada bir savaş varsa, güçlü sınıf karşıtını şaşırtan hilelere “savaş hilesi” denir. Kürt özgürlük hareketinin legal partilerine karşı yürütülen ve binlerce militan ve yöneticinin yok edildiği savaş sırasında savaş hilesi meşruydu. Bir partinin kapatılacağının anlaşıldığı sırada ya da bir gazetenin susturulacağı belli olduğu zaman, bir başka isimle yeni bir parti kurmak, bir başka isimle yeni bir gazete yayınlamak, şu ya da bu tüzük, program maddesinde değişiklik yapmak, sosyalistler için “boyun eğme” değil, haklı bir savaş hilesinden başka bir şey değildir ve meşrudur. Lenin’in Pravdası, Ekim Devrimi’nin zaferine kadar defalarca isim değiştirdi. Kürt hareketi DEP’ten, ÖZDEP’ten HADEP’e, Özgür Gündem’den Özgür Bakış’a bu Leninist taktiği başarıyla kullandı.
Ama Eğitim Sen tüzüğünden anadili silenlerin yaptığı bu değil. Onlar tek bir bedel ödemeden, yasağı çiğnemeye, onu geçersiz kılmaya tek bir gün bile yeltenmeden, bu amaçlara ulaşmaya yetenekli tek bir militan eyleme yönelmeden bunu yaptılar. Savaşın olmadığı yerde savaş hilesi yapmak, gerçekte eğitim ve bilim emekçisine karşı hile yapmaktır. Genel Kurulda yapılan bundan başkası değildir.
Eğitim Sen’i tasfiye yolu…
Eğitim Sen’i tasfiye yolunu açan bu politik tutum, AKP hükümetini, 3 Ekim AB müzakere sürecinde zora sokmamak ve AB yoluna “köstek” olmamak için kötü bir uzlaşmaya girmiş bir siyasi eğilimin marifetine benziyor. Bırakalım sosyalistlerin AB karşıtlığını. Adına layık tutarlı bir AB yanlısının bile yapacağı bir uzlaşma değildir bu. Eğer bir insan, AB sürecini, demokratik özgürlükleri genişleteceği için destekliyorsa dahi, böyle yapamaz. Bu üyelik sürecinden yararlanmak için elden geleni ardına koymaz. Sendikasını yasaklayan bu rejimin, gerçekte sırça köşkte oturduğu bilinciyle, onun sendikasına taş atmasına izin vermez. Rejimin sırça köşkünü taşa tutar.
Eğitim Sen direnme yolunu seçseydi, bugünkü hükümet er ya da geç “ana dilde eğitim” talebini kapatma gerekçesi olmaktan çıkartmak zorunda kalabilirdi. Sosyal şovenler itiraz ediyorlar. “Ana dilde eğitim” gibi, onlara göre “ideolojik” bir talep yüzünden eğitim emekçilerinin “kutsal ocaklarını” söndürmeyeceklerini söyleyerek, emekten yana kabadayılık ediyorlar. Anadilde eğitim hakkı, diyelim ki bir Tekstil sendikasının tüzüğünde yer alsaydı, kimileri bu tüzük maddesinin tekstil emekçilerinin mesleki çıkarlarıyla, yani dar sendikal çıkarlarla ilgisi olmadığını söyleyebilir ve dinleyenleri de bu demagojiyle kandırabilirdi. Ama öğretmenlerin, eğitim ve bilim emekçilerinin sendikasında “anadilde eğitim hakkı” yalnızca demokratik, politik ve kültürel bir talep değildir. Bu doğrudan doğruya öğretmenlerin öğretmenlik mesleğinden gelen sendikal ve mesleki talepleri, şoven ve asimilasyoncu eğitime karşı onların bilimsel ve demokratik eğitim-öğretim isteğinin özüdür. Anadil ilkesini bir çırpıda dağarcığından fırlatıp atanlar, “Eğitim Sen’i kurtarmak” adına tasfiyesinin yolunu açtılar.
Bindiği dalı kesen “taktisyen”…
Ülkede estirilen şoven, milliyetçi dalgaya ve militarist güçlere boyun eğerek, anadil gibi “sorunlu bir sorun”dan sıyırmak isteyenleri bir yere kadar anlamak mümkün olabilir. Ancak hangi “yüce amaç” uğruna olursa olsun, bu satırların yazarının düşünemediği hangi “ince taktik”ler düşünülerek yapılmış olursa olsun anadil ilkesinin tüzükten çıkarılmasına “evet” oyu veren yurtsever emekçileri anlayabilmek mümkün değil.
Açık ki, bu topraklarda
anadil denilince ilk akla gelen Kürtçedir. Anadil talebinin elbette diğer azınlıkları da kapsadığı bir o kadar gerçek. Ancak egemen güçleri tedirgin eden azınlıkların dilleri değil, Kürtçedir. Hükümeti, yargısı, genelkurmayıyla bilcümle egemen güçler bunu biliyor. Kürtçe eğitim-öğretimin devlet düzeyinde kabulü yaygın ve örgün eğitim kurumları dahil devletin yapısında köklü demokratik değişimi, dönüşümü gerektiriyor. Eğitim Sen’de 150 bin kişilik üye bileşimiyle “resmi devlet statükosu”nu köklü demokratik değişime zorlayan anadil gibi bir talebi ileri sürdüğü ve savunduğu için egemen güçlerin hedef tahtası haline geliyor, kapatılmak isteniyor.
Genel başkan Dinçer’in kamuoyuna açık platformlarda “anadil Kürtçe demek değil” gibi naif ve apolitik yaklaşımı hiçbir biçimde inandırıcı olmuyor ve Genel Başkan’ın bu temel ilkeye sahip çıkmadığını gösteriyor.
Bugün başı sıkıştığı için anadili tüzükten silenler çok geçmeden hafızalarından da sileceklerdir. Söz konusu Kürt sorunu, Kürtçe eğitim-öğretim olunca bu memleketin ideolojik mayasını, politik hamurunu az çok bilen “siyaset erbabı” bunu bilir. Bunu “siyaset erbabı” bilir de, Kürt eğitim emekçileri nasıl bilmez?
Bile bile “taktik adım” diye bindiği dalı kesenlerin eline baltayı nasıl tutuşturur?
Anlayabilmek mümkün değil.
Ne demeli bilmem ki!
(*) Anadilin tüzükten çıkarılmasına SDP (Devrimci Dayanışma Hareketi), EMEP (Emek Hareketi) ve ESP (Emekçi Memur), Devrimci Öğretmen, KSİ (Katılımcı Sendikal İnisiyatif) çevrelerinin de içinde yer aldığı devrimci siyasal çevreler karşı oy kullanırken, ÖDP (Devrimci Sendikal Dayanışma), DEHAP (Demokratik Emek Hareketi) ve Sendikal Birlik evet oyu kullandılar.