Rivayete göre, ”Dünyada büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Büyük Ortadoğu Projesi bunun bir parçası. Önemli olan, Türkiye’nin bu sürece nasıl katkıda bulunacağıdır” . ‘Büyük dönüşüm’ Gerçekten de, 25 yıl önce dünyanın ekonomik, siyasi, toplumsal yapısını dönüştürmeyi amaçlayan bir proje uygulanmaya konmuştu. Daha sonra ”küreselleşme” adını alan bu projeye göre, uygarlığı serbest piyasa mekanizması şekillendirecekti. Küresel serbest […]
Rivayete göre, ”Dünyada büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Büyük Ortadoğu Projesi bunun bir parçası. Önemli olan, Türkiye’nin bu sürece nasıl katkıda bulunacağıdır” .
Gerçekten de, 25 yıl önce dünyanın ekonomik, siyasi, toplumsal yapısını dönüştürmeyi amaçlayan bir proje uygulanmaya konmuştu. Daha sonra ”küreselleşme” adını alan bu projeye göre, uygarlığı serbest piyasa mekanizması şekillendirecekti. Küresel serbest piyasa, kaynak dağılımını en iyi biçimde sağlayarak krizleri ortadan kaldıracak, ulus-devletler piyasa güçlerine teslim oldukça milliyetçilik, ırkçılık, şiddet gittikçe sönecek, demokrasi güçlenecek; ekonomik istikrar, refah, huzur dünyada egemen olacaktı.
Yirmi beş yıl boyunca, ”küreselleşmenin” kaçınılmazlığına ilişkin tezler, ekonomi, uluslararası ilişkiler yazınına egemen oldu. Ancak bir süredir, ”Ya küreselleşme çökerse” , ”küreselleşmeciliğin çöküşü” gibi konular ilgi çekiyor. Dün, ”tek çare özelleştirme” diyen Milton Friedman , bugün, yasal, kurumsal yapının çok daha önemli olduğunu, iktisatçı Samuelson , serbest ticaretin her koşulda yararlı olmadığını savunuyor. Ulus-devletin sönmekte olduğunu savunan da (kimi şizofreniklerin dışında) kalmadı.
Çünkü 25 yıl önce başlayan ”büyük dönüşüm projesi” artık tükendi. Bu tükenişi yazılarımızda 1990’ların ortasından bu yana her hafta izledik. Asya krizinin, borsa krizlerinin, 2001’deki depresyon tehlikesinin, 11 Eylül’ün ardından, imparatorluk refleksinin, nihayet BOP’nin ekonomi politiğinin dinamiklerini tartıştık.
Çözülme, işte bu ”büyük dönüşüm” projesinin arkasından gelen, ne kadar uzun süreceği ve neye yol açacağı belirsiz bir geçiş süreci. Bu, bir krizi yönetme modelinin (serbest piyasa projesi-IMF, Dünya Bankası programları) tükenmesiyle bir yenisi arasında kalan dönem.
Şimdi, ”büyük dönüşüm” projesinde öne çıkan yasalar ve kurumlar çözülüyorlar. Örneğin, terorizmle mücadele bağlamında, başta gelişmiş ülkelerde, demokratik haklara, insan haklarına yönelik küresel bir saldırı, işkencenin olağanlaştırılması söz konusu. İkincisi, bir taraftan devletlerin şiddet aygıtları güçlendirilirken milliyetçilik, etnik, dinsel çatışmalar, savaşlar, işgal, talan, sömürgecilik uluslararası coğrafyanın sıradan bileşenleri arasına girdi. Dahası, uluslararası işbirliği eğilimi, yerini büyük güçler rekabetine, yeni ittifak arayışlarına bırakmaya başladı. ABD ve Avrupa arasındaki çelişkiler derinleşmeye devam ediyor. Rusya ve Çin, ortak ”savaş oyunları” , boru hattı projeleri vb. ile yakınlaşma mekanizmaları geliştirirken ABD de Hindistan’la yakınlaşmaya çalışıyor. Amerika ve İngiltere’nin yanı sıra Japonya’da, Çin’de milliyetçilik, militarizm eğilimleri güçleniyor. Bu eğilimler Avrupa Birliği’nde de kendini gösteriyor. Tüm Latin Amerika’da küreselleşme karşıtı hükümetler iktidarda. Afrika, dünya ekonomisinin radarında görünmüyor bile…
Dünyada bir enerji krizi, mali kriz tehlikesi yeniden gündemde. Artık serbest piyasa değil, ekonomik milliyetçilik, korumacılık güçleniyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bir de ekolojik kriz, AIDS salgını gibi felaket senaryoları var dünyanın gündeminde.
Bu sırada, 1990’ların uluslararası işbirliği ikliminin, Kyoto Protokolü, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Balistik Füzeler Anlaşması, Nükleer Silahlar Deneme Yasağı, nihayet Birleşmiş Milletler gibi yasal, kurumsal zemini hızla çözülüyor.
ABD’nin yeni Birleşmiş Milletler temsilcisi John Bolton’ un, önümüzdeki ay yapılacak BM liderler zirvesinin 30 sayfalık ortak karar taslağı belgesine ilişkin ileri sürdüğü 750 değişiklik önerisi, BM reformu çabalarını bir çökme noktasına getirerek BM’nin geleceğini tehlikeye attı. Geçmişte ”Birleşmiş Milletler diye bir şey yoktur, tek süper gücün liderliğinde hareket edecek bir uluslararası topluluk vardır” diyen Bolton, taslaktan ”doğaya saygı” , ”şirketlerin sorumluluğu” , ”silahsızlanma” , ”sömürgeci işgal altındaki halkların kendi kaderini tayin hakkı” , ”AIDS ilaçlarının ucuzlatılması” gibi ifadelerin çıkarılmasını istiyor.
Bu kısa özet bile gösteriyor ki karşımızda ”büyük bir dönüşüm” yok; aksine, bir çözülme var. BOP bu çözülmenin parçası. Ne AB’nin, bölge ülkelerinin ne de dünyanın gözünde meşruiyet kazanmış; Irak’taki direnişin ve anayasa sürecinin gösterdiği gibi, çıkmaza girmiş bir proje bu. Üstelik, Bush yönetiminde bir eğilimin, bu çıkmazdan, Irak’ı bir iç savaşa sürükleyerek, çatışmaları, Kürtleri de kullanarak, İran, Suriye gibi bölge ülkelerini de kapsayacak biçimde genişleterek çıkmayı planladığını düşündüren gelişmeler de var.
Türkiye’yi yönetenler, buna katkıda bulunmak yerine, ülkeyi bu çözülmeden, bölgede oluşan kaostan korumanın yollarını arasalar daha doğru olmaz mı?