Devin Yayınevi Eğitim ve Kültür Dizisinin ilk yayını olan bu kitap Hakan Tanıttıran’ın editörlüğünde, Hale Alpmen tarafından çevrilmiştir. James Petras’ın “Che bu kitabı kesinlikle onaylardı” da diyerek marksist teoriye katkısını ayrıca vurguladığı bu kitap, ezilenlerin kurtuluşunda pedagojinin yerini, özgürlük mücadelesinin iki ayrı simgesinden; Che ve Freire’nin yaşamlarından biyografik kesitlerle aktarıyor. Ezilenlerin özgürlük mücadelesinde yer alma […]
Devin Yayınevi Eğitim ve Kültür Dizisinin ilk yayını olan bu kitap Hakan Tanıttıran’ın editörlüğünde, Hale Alpmen tarafından çevrilmiştir. James Petras’ın “Che bu kitabı kesinlikle onaylardı” da diyerek marksist teoriye katkısını ayrıca vurguladığı bu kitap, ezilenlerin kurtuluşunda pedagojinin yerini, özgürlük mücadelesinin iki ayrı simgesinden; Che ve Freire’nin yaşamlarından biyografik kesitlerle aktarıyor. Ezilenlerin özgürlük mücadelesinde yer alma iddiasındaki herkesin okuması gereken, öğretici, bir o kadar da içindeki ayrıntılarla eğlenceli bir kitap. Sözün devamını Freire’nin hayat arkadaşı Nita Freire’nin zarif ön sözüne bırakarak devam ediyoruz.. Sendika.Org
Önsöz
“Kuzey”in sarışın bir adamını, saygı duyulan bir profesör ve entelektüelini, yüzyıllardır Latin Amerika’da süre giden insanların gün be gün uğradığı eziyet ve dışlanmayla uğraşan, “Güney”in iki adamı -tarih içinde cesaretin ve cüretkarlığın benzer yönlerinde, ancak çoğunlukla dayanışma, cömertlik ve alçakgönüllülük alanlarında bir araya gelmiş iki adam- hakkında yazmaya ne sevk eder?
Peter McLaren’in bir Brezilyalıya ve Küba ruhu taşıyan bir Arjantinliye doğru yönelmesini, tekrar soruyorum, ne sağlar? Sadece adaletlilik ve epistemolojik merak mıdır? Soruyu başka bir şekilde sorayım; hayatını dünyayı daha güzel ve daha adil kılmaya adamış olan Paulo Freire ve Che Guevara’nın ve bu kitabın yazarının ortak yönleri neydi?
Paulo ve Che o sıralar ergenlik çağlarında olan Peter’ın antiseptik dünyasından çok farklı bir gerçekliğin adaletsiz düzenini yıkmak amacıyla bir savaşa giriştiler. Açlık ve hastalığın sefaletinin, cehaletin ve fahişeliğin, yüzyıllardır baskı ve sömürünün her çeşidiyle zincirlenmiş olmaktan dolayı hiçbir şey söyleyememenin veya yapamamanın çirkinliğinden ortak bir girişime doğru hareket ettiler, oysa ki, birbirlerini hiç görmemiş veya birbirleriyle hiç konuşmamışlardı. 1950 ve 1960’larda özellikle “Birinci Dünya”daki eğitmenler ve politikacılar kendilerini sadece Latin Amerika ve Afrika’da olan problemlerden uzak hissettiğinden, sadece “bankacı” müfredatın talep ettiği başlıkları okuyor olması gerekirken, bu genç adamı özgürlüğün devrimcilerine ve devrimci pedagojiye yakın kılan şey neydi? Peter’ın gezisindeki leitmotiv’i, bir insan ve bir entelektüel olarak, siyasi eğitmen Paulo Freire’yi ve eğitici bir devlet adamı Ernesto Guevara’yı “takibini” ne doğrular? Niye, yıllarca, kendisinin olmayan bir dünya için geliştirdiği epistemolojik ve şefkatli bir bakış açısından, ezilenlerin yaşadığı acı ve adaletsizlikle meşgul oluyor?
Paulo ve Che ölünceye kadar bu inanç uğruna savaştılar, çünkü açık ve kararlı bir şekilde, özgürlüğün politik görevlerine kendilerini vermişlerdi: Eğitici pratik ve silahlı devrim. O zaman hükmedenlerinin insanların sadece kendilerine hizmet etmek için doğduğuna inanmak istediği, hiçbir işe yaramayan, tembel insanlarla dolu olan ve dünyaya hükmetmeye devam eden firijit yarı küresinde doğmuş bir adam olarak Peter’ın bu tercihi niye? Bu iki adamın kendi dünyalarının hırpani ve harap olmuş kadın ve erkeklerinin yaşamları için yaptığı şeyleri -ister üniversitelerde, isterse de kültür çemberlerinde veya hatta “sierras maestras” olsun- “maddeci yorumlar” biçiminde basitçe ve gayrı ciddi bir şekilde okumak yeterli olmayacak mıydı? Hayır. Peter bunlar üzerinde çalıştı, rasyonel olarak ve sabırla kavradı. Kendisi tamamen bunlarla meşgul oldu. Bunları dünyayı tartan varlığının bir parçası olarak hissetti. Hem Paulo’da hem de Che’de olan ve kendisinin de yoğun bir şekilde taşıdığı ortak duyguyu betimledi. Öyle bir duygu ki, insanoğlunda derin ve doğru bir şekilde taşındığında kendisini tüketmez, ancak bunu radikal bir şekilde hissedenlere, hem siyasi ve epistemolojik alanlardaki yansımalarında hem de günlük ahlaki ve cömert pratiklerinde olasılıklar sunar.
Peter McLaren’le 1980’lerin sonunda Paulo’ya “pilgrim of the obvious” (Aşikar Olanın Hacısı) adlı çalışmasında eşlik ettiğim yolculukların birinde, Los Angeles’ta tanıştım. Yüzüne düşen saçlarının, samimi gülümseyişinin ve yumuşak konuşmasının ardına saklanmaya çalışıyordu. Bazı kişilerin oldukça derin ve özel bir yolla taşıdığı olağanüstü bir yeteneği vardı: Kadın ve erkekleri sosyal, etnik, dini, cinsel veya kronolojik durumlarından bağımsız olarak sevebilme. Peter’ın tercihi kesinlikle, her şeyden önce sevginin pedagojisini yarattıkları için Paulo ve Che’ye duyduğu hayranlıktan doğdu.
“Kinik akıl devri”nde, Peter, Paulo’nun kapitalizmin yeni, arınmış ve sapkın versiyonu olarak gördüğü içinde yaşadığımız dönemi bu şekilde karakterize ediyor, gerçekte sevmek çok zordur. Bu insani olasılığın örnekleri, Paulo ve Che’nin ve dünyanın dört bir yanına dağılmış diğer erkek ve kadınların ölümleriyle birlikte yok olmamalıdır; onları Peter’ın yaptığı gibi, daha adil ve insani bir dünya düzenini somutlaştırma niyetiyle ele almalıyız. En nitelikli siyasi, pedagojik ve epistemolojik çabalarımızı demokratik bir ütopyayı gerçekleştirmek üzere verilen mücadelede benzer şekilde düşünen her kadın ve erkeğin bizden faydalanmasını mümkün kılmaya adamalıyız.
Kadın ve erkekler kendi tarihlerini inşa ederken kendi yaşamlarını yaratmak ve üzerine düşünmek için kapasiteleri doğrultusunda teknolojiler icat eder. Şimdiye kadar tüm bu icatlar, kendi dönemlerinin ürünleri, daha önce hiç görülmemiş gelişmeler olmuştur. Plantasyon, sulama, tekerlek, yazma ve okuma, matbaa makinesi, pusula, denizcilik, ticaret, buhar makinesi, modern sanayi, tren, elektrik ışığı, telefon, radyo, otomobil, uçaklar, televizyon, video vb. bize “iletişim çağını” getirdi. Yakın bir zamanda bilgisayarlar, uzay araçları ve yakın fezanın işgali, telekomünikasyon için uzaya yerleştirilen yapay uydular, internet ve faks insanlığın hizmetinde olduğu söylenen araçlar listesini geçici olarak tamamlar.
Gerçekte, bir arkadaşımız veya akrabamızla telefonda konuşma veya uzakta olan kişilere çok değişik yollarla faks mesajları gönderme işi veya her gün daha hızlı ve güvenli bir hale gelen uçaklarla dünyanın herhangi bir yerine birkaç saatte varma durumu insanların iletişim ihtiyacını daha aleni kılıyor. Bu arada, içimizdeki kendi sosyal davranışlarımızı şekillendiren, ahlakı çürüten hareket ve eylemlerde; insanlığın bu yaratıcı kapasitesi genelleştirilmiş ve tutarsız bir yolla çarpıtılıyor.
Dünyanın değişik insanlarının ve sosyal kesimlerinin ilerlemesi ve eşitliği için gerekli olan temas ve bilgiyi genişletecek doğru bir iletişim, Freire’ci kategorileri kullanacak olursak, bizi birkaç “dünya çapında patronun” elinde rehin tutacak bir ekonominin küreselleşmesinin hizmetinde olan önemsiz bir uzatmaya dönüştürmektedir. İletişim çağı gerçekte, sevgisizliğin geniş alanlarında, insanların iletişimsizliği tarafından daha önce hiç olmadığı kadar keskin bir şekilde belirlenmiş bir sınır ve hudutlar çağı haline geliyor.
Bunun bir sonucu olarak, bu çağ gerçek iletişimi yadsıyan, aslında BEN-SEN diyalogu olan bir çağdır. Tek bir şehvetli harekette, özneleri bilinebilen ve bilinmek istenen bir nesne şeklinde içermek durumunda olan bir diyalog, ancak hepsinden öte bilinebilir özneler arasında kurulması gereken güvenilir bir iletişim. Tarihte hiçbir zaman skolastik eğitimle hakim iktisadi ve ideolojik çıkarlara hizmet etmek için yaratılmış ince teknolojil
er tarafından dikte edilen sosyal pratikler arasında, bugün olduğu kadar bir mesafe olmamıştı. Sihirli bir flütten çıkan sesler gibi, bu teknolojiler ve ideolojiler, gerçekliği donuklaştırıp insanları yabancılaştırarak, sevgi diyalogu için mevcut olan olasılığı kopartarak neredeyse tüm kadın ve erkekleri büyülüyor. Halkın çoğunun meşru çıkar ve büyük amaçlarının kaos tarafından bu şekilde harap edilmesinin şiddetli bir şekilde yadsınması gerekir.
Neoliberal, temelde teknik prensipleriyle birlikte mevcut eğitim gerçekte sadece küreselleşmenin bu sapkınlıklarına katkıda bulunmakta ve bu sapkınlıkların yanı sıra sürüklenmektedir.
Kabul etmeliyiz ki, eğitim dünyanın çoğu nüfusunun sınırsız acıları pahasına zenginliğin birkaç kişinin elinde birikmesi ve bunların hırslı bir şekilde zenginleşmesinden daha az önemli bir şey haline geliyor.
Küreselleşmenin sadece ticari ve finansal piyasaların kurallarını değil, aynı zamanda hakim olanın çıkarları tarafından sosyal olarak kutsanan değer, davranış ve elitist ve ayrımcı kültürel modellerini -istesek de istemesek de, bilsek veya bilmesek de dünyadaki tüm varlıkların “sahip olduğu”, “istediği” ve “oluşu”nu etkileyen modelleri- de dikte ettiğini vurgulamamız gerekir. Eğitim, siyaset ve güç arasında diyalektik bir ilişki vardır ve her zaman olacaktır. Eğer adil olmayan bir toplumu dönüştürmek istiyorsak izleyeceğimiz yollardan biri de Paulo ve Che’yi takip etmek olur. Dünya geniş adımlarla ilerlediğinden ve onların insani ve tarihi kapsamları daima sabit olanın değişmezliğiyle uymayabileceğinden onları yeniden keşfetmeli ve mevcut dilemmalara çözümler bulmalıyız.
Paulo ve Che’nin ahlaki-pedagojik ve siyasi-epistemolojik tavırları, bu sorunlu duruma karşı çıkmak, insanların daha fazla olmak için doğduklarını haykırmak olmuştu. Eğer dünyayı herkes için daha iyi bir yer haline getirmek istiyorsak, bu ilerici eğitmenlerin en önemli görevlerinden birisi olur. Peter McLaren bu teorik çalışmanın ve bir dünya vatandaşı şeklindeki pratiğinin gösterdiği gibi tüm yeteneği, harareti ve sevecenliğiyle kendisini bu göreve adamaya devam eder.
Peter gibi yeni bin yılın güçlü şeytanının yeni görünüşleriyle mücadelede etkili olacak taktiklerle direniş pedagojisini yeniden yaratmaya çalışanlarla, hiç gecikmeden, birleşmemiz gerekiyor. Dünyanın cin fikirli inanmazlarına görülebileceği kadar romantik ve ideal olan, dünyaya egemen olmuş adaletsizliklerin, aşağılıkların ve şiddetin her türüne karşı direnirken daha adil, güzel ve gerçekten kardeş bir dünyayı akıllı bir şekilde yaratma olasılığı sevginin pedagojisi yoluyla olur.
Ontolojik olarak insani olan, daha iyi bir gelecek inancını inşa eden ve bizim gerçekten demokratik toplumları inşa etme yönünde eyleme geçmemizi sağlayan umudu beslemek önemlidir. Herkesin her çeşit yeni sömürgecilik ve emperyalizm tarafından empoze edilen acı ve nostalji içinde ölmesi riskini alamayız. Politik bir kategori olarak umudun sevgiyle tamamlanacağından emin olmalıyız. Umut ya bilgi ya da radikal etik aracılığıyla devrimci bir dönüştürücüdür, ancak kardeşçe bir sevgi olmadan umut gücünü, mükemmelliğini ve siyasi berraklığını kaybeder. Paulo’nun da arzu edeceği gibi, kendisinin ve Che’nin sahip olduğuyla aynı insanları sevme kapasitesine sahip insanlar tarafından yeniden yaratıldığını gördüğümde, sadece kocam olarak değil, aynı zamanda politik eğitim alanındaki cömert, devrimci pratiği aracılığıyla olduğu kadar, tüm yaşama gücünün ciddi ve önemli yansımaları aracılığıyla hala katkıda bulunabilen bir adam olarak Paulo’nun yardımsever varlığını hissediyorum.
Peter’ın Paulo ve Che’yi mevcut bağlamda yeniden yaratarak onların sınırlar aşan pedagojisine katkıda bulunmaya devam ettiğine emin olmaktan dolayı çok mutluyum. Beni, Paulo’ya ve size daha da yakın kılan bu önsözü yazma olanağı için çok teşekkür ederim.
Ana Maria Araújo Freire (Nita Freire)