Brezilya Sosyal Hareketler Koordinasyonu ‘nun Lula yönetimini ılımlı bir üslupla eleştiren bir bildirisini üç hafta önce bu köşede aktarmış ve tartışmıştım. Bugün de yine Brezilya üniversitelerinden, meslek örgütlerinden ve kamu yönetiminden otuz bir kişinin imzasını taşıyan ”İktisatçılar Manifestosu” nu okurlarımla paylaşmayı istiyorum. İmzacılar listesinin başında Federal Ekonomi Konseyi Başkanı Sidney Pascotto yer alıyor. Kısaltarak aktarıyorum: […]
Brezilya Sosyal Hareketler Koordinasyonu ‘nun Lula yönetimini ılımlı bir üslupla eleştiren bir bildirisini üç hafta önce bu köşede aktarmış ve tartışmıştım. Bugün de yine Brezilya üniversitelerinden, meslek örgütlerinden ve kamu yönetiminden otuz bir kişinin imzasını taşıyan ”İktisatçılar Manifestosu” nu okurlarımla paylaşmayı istiyorum. İmzacılar listesinin başında Federal Ekonomi Konseyi Başkanı Sidney Pascotto yer alıyor. Kısaltarak aktarıyorum:
” Cardoso ‘dan devralınan ve ekonomik istikrar adına yürütülmekte olan bugünkü programa derhal son verilmelidir. Bu program hem milyonlarca yoksul insan yaratıyor hem de varlığımızı yabancılara devrederek, ulusal borcu ve ülkenin bağımlılığını arttırarak geleceğimizi ipotek altına alıyor. İç ve dış borcun ödenmesi amacıyla sosyal harcamaların sistematik olarak kısılması, yerli ve yabancı sermayedarlarla Brezilya devleti arasındaki parazitçe ve yağmacı bağlantıları yoğunlaştırıyor. Vergiler, borç faizinin ödenmesi için arttırılıyor; bu da kamu borcuna para yatırmış olan bankerleri, rantiyeleri besliyor. Ülkenin kurtuluşunu ihracata bağlayan seçenek, iç pazarın hayati önemini göz ardı ediyor ve dünya piyasalarında rekabet edebilmek için ücretleri bastırmayı öngörüyor. Bizim en büyük düşmanımız ise başka seçenek olmadığı iddiasıdır. Gerçekte ise ulusal ve halkçı bir alternatif vardır.”
Bildiri, bundan sonra, bu tür bir alternatifin başlangıcını oluşturabilecek önerileri sıralıyor. Bazılarını özetleyelim:
**Faiz dışı fazla yaratma saplantısı son bulmalı; sağlanan ek kamu kaynakları sosyal öncelikli alanlara tahsis edilmeli.
**Merkez Bankası’nın bankerler ve uluslararası finans kapitalle işbirliği anlamına gelen özerkliğine son verilmeli; para politikası üzerinde siyasi iktidarın denetimi yeniden kurulmalı.
**Reel faizler yüzde 20’ye, tüketici kredileri yüzde 100’e ulaşmıştır. Bunlar, Brezilya’nın komşularındaki düzeylere indirilmeli.
**Dış borç üzerinde alacaklılarla bir müzakere süreci başlatılmalı.
**Özelleştirmeler sonrasında altyapıya egemen olan çokuluslu şirketlerin oligopolcü fiyat uygulamalarına son verilmeli.
**Ülke dışına kaynak aktarımını sınırlayacak önlemler geliştirilmeli.
****
Bu önlemlerle ülkemizdeki ”muhalif” iktisat erbabının Türkiye için ortaya attıkları öneriler arasındaki benzerlik herhalde dikkatinizi çekmiştir. Brezilya ve Türkiye’de bugünkü yönetimlerin neoliberal modele karşı patlak veren halk tepkisi sonunda iktidara geldiklerini, daha sonra da farklı tarzlar içinde ”başka seçenek yoktur” sloganına teslim olduklarını hatırlatalım. Bunun da ötesine giden ekonomik sorunlar arasındaki benzerlikler, birbirleriyle iletişimi olmayan, ancak ekonomik düzene soldan bakan iktisatçıları benzer çözüm önerilerine yöneltmiş olsa gerek.
Ben, bu benzerlikleri bir yana bırakarak Brezilyalı iktisatçıların devlet ile ilgili bir saptaması üzerinde bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Brezilyalılara göre, ”yolsuzluğun kökeninde özelleştirme ve devletin güçsüzlüğü yatmaktadır. Bu durum sadece devlet yeniden kamulaştırılırsa ve güçlendirilirse son bulabilir” .
Bu ifadenin ardında fazla yadırganmaması gereken iki olgu var: Son yıllarda üçüncü dünyada ve eski Doğu Bloku’nda yolsuzluklarda gözlenen olağanüstü artışlara, neoliberal patentli özelleştirmeler önemli katkılar yapmıştır. Kapkaççı yerel çıkar gruplarıyla siyasi iktidarlar arasında denetim ve sınırlama işlevi gören geleneksel ekonomik bürokrasilerin güçsüzleşmesi de bu süreci kolaylaştırmıştır.
Brezilyalıların ”devletin yeniden kamulaştırılması” çağrısı, herhalde bu saptamalara dayanıyor. Bu hareket noktası onları bir ”güçlü devlet” arayışına da yöneltmiş görünüyor. Bu arayışı faşizan bir davet olarak yorumlamak, solda yer alan bu insanların, yirmi yıl önce ülkelerinin tarihini lekelemiş askeri rejimi özlemle andıklarını düşünmek herhalde söz konusu olamaz.
Brezilyalı meslektaşlarımızın Pierre Bourdieu gibi ”devletin sol eli, sağ eli” ayrımını benimsediklerini düşünüyorum. Devletin sağ eli, kapitalizmin egemen sınıflarının aygıtıdır. Polisi, hapishaneleri, emperyalizmin bekçiliğini yapan orduyu bu el yönetir. Devletin sol eli ise tarih boyunca emekçilerin egemen sınıflardan (bazen ”söke söke” , bazen de uygun konjonktürler sayesinde) elde ettikleri tüm edinimlerin kurumsallaşmış halidir. ”Refah devleti” dir, ”sosyal devlet” tir. Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerde, bir de, geri kalmışlığı aşabilmek için geliştirilmiş işlevleri ( ”kalkınmacı devleti” ) de içerir.
İşte Brezilya’da ve Türkiye’de, ”daha fazla devlet” çağrısını yapan solcu iktisatçılar, devletin sol elinin zayıflamasına, bu türden ekonomik ve sosyal işlevlerdeki aşınmaya karşı çıkıyorlar. Solcu ve demokrat oldukları için de devletin sağ elinin olabildiğince dumura uğramasını istiyorlar.