BAĞIMSIZ BİR SENDİKA ELEŞTİRİSİ Sendika demokratik bir kitle ve emek örgütüdür. Devlet aygıtına rağmen oluşmuş, söylemi ile sivilleşmiş ve özgür bireylerden oluşmuş örgütlü bir yapıdır. Siyasi partilerden talimat almayan, bunlarla uyum içinde çalışmayan, ancak bunları plan ve projeleriyle etkileyen yapılardır. Sendikal varoluş nedeni; üyelerinin haklarını savunma bu hakların korunma bilincini güçlendirme, yaşam koşullarının iyileştirilmesi için […]
BAĞIMSIZ BİR SENDİKA ELEŞTİRİSİ
Sendika demokratik bir kitle ve emek örgütüdür. Devlet aygıtına rağmen oluşmuş, söylemi ile sivilleşmiş ve özgür bireylerden oluşmuş örgütlü bir yapıdır. Siyasi partilerden talimat almayan, bunlarla uyum içinde çalışmayan, ancak bunları plan ve projeleriyle etkileyen yapılardır. Sendikal varoluş nedeni; üyelerinin haklarını savunma bu hakların korunma bilincini güçlendirme, yaşam koşullarının iyileştirilmesi için kolektif bir katılım oluşturma çabası ve çalışmaları olmalıdır.
Bu sendikal çalışma ve çabalar; siyasi veya ekonomik çıkar çevrelerinin istekleri doğrultusunda biçimlenemezler. Ayrıca sendikal yapılar bu çıkar çevrelerinin güç ilişkilerini besleyen eksiklerini gideren yapılar olmamalıdır. İşte aşağıda da açıklanacağı gibi kamu sendikacılığı ile ilgili yukarıda yapılan tanımın içeriğine uygun bir sendikada gözlenmesi gereken sendikal faaliyetler, KESK/Eğitim-Sen de ya eksik ya da çok sorunlu şekilde yaşanmaktadır. Bu nedenle sorunun özü, aşağıda da açıklanacağı gibi; temel de KESK’in ve Eğitim-Sen’in totaliter bir anlayışın ‘araçsal aklı’ olan bürokrasiyi içinde barındırma hevesi besleyen ve güç aygıtlarıyla uzlaşmak isteyen bir yapıya doğru evirilmesidir. Eğitim-Sen ve Kesk’in son yıllarda içinde bulunduğu atıllık ve karşılaştığı sorunlarla ilgili siyaset üretmedeki performans düşüklüğü bugün artık herkesin gözlemlediği ve kabul ettiği bir gerçekliktir. Bu saptamayı doğrulayan olguları maddeler halinde daha anlaşılır hale getirebiliriz.
1. Yönetim kurullarının oluşturulmasında uygulanan seçimlerde izlenen delegasyon yöntemi ilk göze çarpan sorunlardan biridir . Her üyenin oy kullanmadığı bu sistem demokratik işleyiş tarzını engelleyen ana unsurlardan biridir.
Delegasyon yöntemiyle seçim yapmak demokrasinin şematik, şabloncu ve aldatıcı biçimlerini uygulamak ve üyelerin kendi yöneticilerini seçme haklarının gasp edilmesi anlamına gelir. Buda siyasi partilerdeki gibi kendi bürokrasisini oluşturmaya yarar. Kendi üyelerini denetleyen, yönlendiren, gözetleyen kişisel iradeleri yok sayan bir mekanizmanın oluşmasına zemin hazırlar.
Günümüzün iletişim olanakları ile tüm üyelerin oy kullanabilmesi artık mümkündür. Böylece doğrudan demokratik katılımla düşünceler görüşler herhangi bir otoriteye bağlı kalmadan sendikal yapıya güç katacaktır.
2. Üyelerden alınan aidatlarla ilgili çeşitli kuşkuların oluşmasını engellemek endişeleri dağıtmak için çek-off sisteminden vazgeçilmelidir. Çek-off sistemi üyelerden sendikaları için ödenecek aidatların maaşlarından direk kesilmesidir. Sendikal hareketlerin köklü bir geçmişe sahip olduğu ülkelerde üyeler aidatlarını kendileri yatırmaktadırlar ve aidatların da nerelere harcandığı geliştirilmiş bir bilgi-işlem ağı ile her an denetlenmektedir.
Aidatını kedisi yatıran üye sendikal karar alma süreçlerine karşı daha duyarlı alacaktır.
Bu sendikal harcamalar bizde olduğu gibi; yalnız genel kurul toplantılarında değil, en azından aylık yayınlanan bültenlerle de açıklanmalıdır. Bu konudaki üye tereddütleri de böylece giderilmiş olmalıdır. Böylelikle üyenin gerek sendikanın yapmış olduğu her çeşit harcamanın gerekçesini bilme hakkı gerekse hesap sorma anlayışı sendikal yapıyı zedelemez aksine daha şeffaf bir kimlik kazanmasına katkı sağlar.
3. Özellikle Eğitim-Sen için diğer önemli bir sorun alanı da; üyelerin çıkarlarından ziyade belli ekonomik ve siyasi yapıların hizmetine girme bu çıkar gruplarının sözcüsü olma anlamına gelen “gongo’laşma” (Governmentaly Organised Non – Governmental Organisations) tehlikesidir. Gongolaşma siyaset biliminin kullandığı günümüzün önemli terimlerden biri haline gelmiştir.
Bu terimi şöyle açıklayabiliriz. Sivil toplum örgütü görünümünde olup sivilleşmeden ziyade bürokratik hiyerarşik yapıyı oluşturup güçlendiren siyasi partilere benzeme halidir. İşte bu tür sivil toplum örgütleri siyasi partilerin ve/veya devlet aklının müdahalesine açık, kendine özgü üyelerin katılımıyla oluşturduğu plan ve programları sunmaktan uzak hale gelir. Dünyada gelinen nokta şudur ki; siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak kabul edilse de kitlesel eylemlerin güçlendiği ve evrensel bir boyut kazandığı ülkelerde siyasi partilere olan güven azalmakta, sosyal hareketlere verdiği zarar tartışılmaktadır. Siyasi partiler ile sivil toplum örgütleri arasındaki organik bağlar çözülmüştür. Çünkü siyasi partiler dogmatizm ve devlet aklından beslenirler. Gözetleme, denetleme, yönlendirme egemen olma ve hiyerarşik yapı oluşturma siyasi partilerin yapısına uygun olabilir ancak; sivil toplumcu bir anlayışla bağdaşmaz. İşte tam bu nedenlerle KESK; içindeki, değişik siyasi parti ve çıkar gruplarının nüfuz edinme çabalarının tehdidi altındadır.
4. Sendika ile ilgili bir diğer önemli sorun alanı ise artık toplumun ve sosyal sınıfların ihtiyacı olmayan statükocu ve dilimize pelesenk olmuş söylemlerden, siyaset yapma biçimlerinden kurtulamamış olmamızdır. Bizi en çok ilgilendiren eğitim, bilim, emek, demokrasi, hak, özgürlük gibi konularda kullandığımız argümanlar ve içerdiği kavramlar yetersiz, naif ve güçlü bir sivil temelden uzaktır. Eğitim ile ilgili sendikanın kullandığı temelde pozitivist söylem artık günümüzün bilim ve eğitim felsefesi perspektifiyle incelendiğinde tartışmalı haldedir. Muhalif bir sendikanın eğitim, okul, öğrenci, öğretmen gibi kavramları eleştirel pedagojik anlayışla değerlendirilmesi gerekir. İktidar aygıtlarının ürettiği, dolaşıma soktuğu söylem biçimini (gerici, ilerici, vb…) kullanarak olgular doğru analiz edilemez.
5. Örgüt içi demokratik iletişimin ve işleyişin istenilen düzeyde olmaması da gerek KESK’in gerekse Eğitim-Sen’in önemli yapısal sorunlarındandır. Birilerinin üyeler için nelerin iyi olduğunu düşündüğü organlarda kararlar alınması ve eğer üye şube ya da temsilciliğe gidiyorsa ve öğrenmek için çaba sarf ediyorsa bilmesi gereken kadarının açıklanması gerçekten düşündürücüdür. Eğitim-Sen gibi özgürlükçü idealleri olan bir sendikanın açıklık ve şeffaflık gibi ilkeleri bu durumdan zarar görmektedir.
Bu şeffaflığın, dikey bir hiyerarşi içinde değil, demokratik ve yatay bir iletişim halinde en çok gözlenmesi gereken yerler seçim süreçleri olmalıdır. Seçim süreçleri yönetimlere, delegeliklere, işyeri temsilciliklerine aday olanların kendilerini, anlayışlarını ve seçildiklerinde hayata geçirecekleri projelerini tanıtmaları şeklinde biçimlenmelidir. Bu şekilde seçmenleri bilgilendirmeli kendilerini taahhüt altına almalıdırlar. Oysa bu gün gelinen noktada demokratik temayüllere uygun olmayan biçimde adaylar tamamen seçilebilmek kaygısıyla oldukça garip ilişkiler geliştirerek listelerde kendilerine en uygun yerleri ayarlayarak adaylık sürecini tüketmeyi yeğlemektedirler. Gerek yerelliklerdeki seçim süreçleri gerekse genel merkez seçimlerindeki seçim süreçlerinin işleyişi bu durumun değişeceği yolunda bir umut vermekten uzak görünmektedir. Aynı insanların, bazı yerlerde iki bazı yerlerde üç dönem üst üste seçilmiş olmalarının sadece aday yokluğu ya da göreve talip olma sorunu ile açıklanması mümkün değildir. Yönetimlere ya da benzer görevlere ilginin olmaması sendikada ki üyelik bilincinin geldiği yeri de göstermektedir. Geçtiğimiz aylarda yaşanan seçim süreçleri sendika içinde anti-demokratik gelişimi ve kastlaşmayı artık görünür kılmıştır. Sonuç olarak; KESK ve Eğitim-Sen
gittikçe daha statükocu iktidar ilişkilerini üreten bürokratik bir aygıta dönüşme tehlikesi içerisindedir.
6. Örgütlenme sorununun da üzerinde durulmadan geçilemez. 90’lı Yılların ortalarına kadar KESK ve ona bağlı sendikalar içerisinde en fazla üyeye sahip olan Eğitim-Sen’in eylemlilikleri, heyecanı toplumun sol değerlere yakın kesimlerini umutlandırmıştı. Devlet aygıtı ise çok geçmeden bu durumu değiştirecek bir hal çaresi düşünmekle meşguldü. Ve sonunda “yetkili sendika” kavramıyla ortaya çıktı. En çok üyesi olan kamu sendikasını, o iş kolunda hükümetle görüşmelerde yetkili kılacağı yasayı yürürlüğe koydu. Ve yeni yasayla beraber KESK ve Eğitim-Sen diğer kamu sendikalarıyla birlikte üye yarışına başladı.
Sendikanın yapısı gittikçe değişmeye başladı. Bürokratik devlet aklı “akıllıca” sendikanın üye niteliğini değiştirdi: Son yıllarda yapılan üyelik çalışmalarıyla sendikaya binlerce yeni ‘hayalet’ üye katıldı. Sendika nicelik olarak gelişti. 2004 Yılının mayıs- haziran ayında okullardaki sendika panolarına asılan ‘200 bin üyeye ulaştık sende katıl’ içerikli afiş genel merkezin üyeliğe nasıl total bir anlayışla baktığının en ironik ifadesiydi. Bu süreçte sol değerler bir tarafa sendika kavramının bile içeriğinden tam anlamıyla haberdar olmayan insanlar apar topar üye yapıldı. Üyelerin niteliğinde, sendikal tutum ve davranışlarında gerilemeler görülmeye başlandı.
Burada dikkatin çekilmesi gereken önemli bir nokta da yasadan önceki üye profilidir. KESK’in militan üyeleri kararlı eylemliliklerde büyük bir itici güçtü. Bu gücü kendi içinde eritecek üye yığınları oluşmaya başladı. Yıpranmış ve aldığı cezalarla yorulmuş üyelerin yanına taze kan gelmesi gerekirken; zamanla üyelik, işyerlerinde sadece psikolojik bir aidiyet duygusuna dönüştü. Yeni ‘üye’lere sendikal değerler yapılması gereken eğitim çalışmalarıyla aktarılamadı. Daha da üzücü olan mevcut yönetimlerin bundan kaygı duymamalarıydı. Eğitim-Sen üyeliği giderek aidat ödenen ve seçim zamanlarında oy kullanmaktan ibaret hale dönüştü. Bu sorunlar sadece yeni üyelerle ilgili değil eski üyelerde de sendikal aktivitelere, değerlere karşı bir soğuma yarattı. Şu sorular ya da sorunlar bugün KESK’in önünde bütün karmaşıklığı ile beklemektedir: Yetkili sendika olması Eğitim-Sen’e ne kazandırdı? Yasal Statüsünde ne gibi değişikliklere neden oldu? Bir sendikayı sendika yapan Toplu Sözleşme hakkından bugün kim gerçekleşeceği ümidiyle bahsediyor? Ya da hangi üye ile güçlü bir motivasyon duygusuyla alanlarda eylemlerle bunun mücadelesi verilebilir?
Gelinen nokta ürkütücü şekilde, bir “yönetici elitinin” oluşma sürecine işaret etmektedir. O halde şu sorular ister istemez akla gelmektedir:
. İki ya da üç dönemdir, ister mevcut yönetime fiilen yansısın ister yansımasın sendikaya hakim olan anlayış bu durumdan ne derece sorumludur?
. Ve gelinen süreç sendikada ne kadar sorgulanmaktadır?
. Bu tartışmaların yapılabileceği yerellikleri de kapsayacak örgüt içi meşru demokratik iletişim zeminleri, kanalları var mıdır?
. Hatta mevcut yönetimler ya da “sendikal anlayışlar”( ya da klikler) böyle bir sorun alanı tanımlayıp örgütün önüne koyma cesaretine sahip midirler?
Yukarıdaki olumsuzlukların gelinen süreçte en açık gözlemlendiği olgu Eğitim-Sen’e açılan kapatılma davasında ortaya çıkmıştır. Örgüt açılan davada haklılığını ve davaya konu olan tüzük maddelerini işyerlerine giderek anlatma inisiyatifini ve özgüvenini gösterememiştir. Ana dilde eğitimin evrensel, temel hak ve özgürlükler bağlamında meşruluğu, rasyonel arka planı ve tarihsel gelişimi ‘üyelere’ anlatılamadı. Ayrıca üyelerin çoğunun, ancak dava kamuoyunun gündemine geldiğinde tüzükte böyle bir madde olduğunu öğrenmesi de çok manidardır.
Kesk ve Eğitim-sen kendi üyesine kendi sorununu her şubede, temsilcilikte komisyonlar kurarak işyerlerine giderek anlatma cesaretini gösterememiştir. Dava belki yargı süreci olarak tamamlanmış olabilir. Ancak; sorun, belirtileri görünmeden içten içe yayılan sinsi bir hastalık gibi örgüt içinde yayılmaya devam etmektedir. Eğitim-Sen içinde bu durumu kullanıp sendikada neredeyse hizipleşmeye giden gruplar mevcuttur. Bu konunun örgüt içinde meşru diyalog zeminlerinde konuşulmuyor olması da bu grupların konuyu küçük kulisler oluşturarak kendi çıkarlarına uygun şekilde yönlendirmelerine neden olmaktadır.
Örgütlenme ile ilgili gelinen süreçte de ifade edildiği gibi üyelerin sendikal değerlere ( özelliklede sol sendikal değerler) karşı mesafeli duruşları son yıllardaki üye yapma yarışından fazlasıyla etkilendi. Öyle ki artık bazı toplumsal ya da siyasi gündem konuları hele de KESK ve Eğitim-Sen ile ilgiliyse neredeyse genel üye ile birlikte konuşulamaz hale geldi. Çünkü sendikal aktivitelere ilgilerinin sağlanması, karar alma süreçlerine dahil edilmeleri, üyelerin eğitimi gibi meseleler o kadar uzun zamandır ihmal ediliyordu ki; artık anadilde eğitim, AB vb… konularda genel üyenin önünde konuşmak bir çok üyenin ürkmesine neden olabilirdi. İşte oluşan ( ya da oluşturulan) bu yumuşak karına ilk darbe kapatılma davasıyla atılmış oldu. Bu durum talihsiz bir zamanlama sorunu ya da rastlantı sonucu ortaya çıkmadı. KESK’in ve Eğitim-Sen’in bugüne kadar hiç dokunulmadan görmezden gelinen cerahatli yaralarından birine sistemin ya da isterseniz statükonun diyelim; çarpması sonucu ortaya çıktı. Sendika elitleri bu ve benzeri konular da gösteremedikleri enerjiyi, cesareti, seçim zamanları parmak hesabı delege ve üye çalışmalarında ancak gösterebildiler.
Konu, genel merkezin basına verdiği demeçler ve iş yerlerine asılan afişlerin dışında gerçekten üyesiyle, tüzüğünü, ilkelerini barıştırabilecek demokratik, örgüt içi bir tartışmaya dönüşemedi. İnsanın aklına acaba şimdi sendikanın yüzleşemediği hangi zaafı su yüzüne çıkacak ve nasıl tartışılamayıp anadilde eğitim konusunda olduğu gibi bir komplekse dönüşecek sorusu geliyor. Ulusalcılık/Milliyetçilik mi? veya sendika içinde faaliyet gösteren siyasi partilerin örgüte verdikleri zararlar mı? Kim bilir? Bunları çoğaltmak mümkün…
AHMET S. KİLİSLİ
MEDET KAYA
( EĞİTİM-SEN’Lİ ÖĞRETMENLER)