“Genelde STK’ların sadece toplumsal yarar peşinde koştukları ve bu nedenle “iyi” işler yapan kuruluşlar oldukları varsayılıyor. Oysa sivil toplum kuruluşları, toplumsal yarar peşinde koşuyor olabilirler, ancak aynı zamanda kâr olmasa bile varlıklarını sürdürebilecek gelir kaynakları ve hatta meslek yaratmanın da peşindeler. STK’lar genellikle üye aidatlarıyla değil, dışarıdan destekle varlıklarını sürdürüyor. Bu kuruluşlarda çalışan kişiler de […]
“Genelde STK’ların sadece toplumsal yarar peşinde koştukları ve bu nedenle “iyi” işler yapan kuruluşlar oldukları varsayılıyor. Oysa sivil toplum kuruluşları, toplumsal yarar peşinde koşuyor olabilirler, ancak aynı zamanda kâr olmasa bile varlıklarını sürdürebilecek gelir kaynakları ve hatta meslek yaratmanın da peşindeler.
STK’lar genellikle üye aidatlarıyla değil, dışarıdan destekle varlıklarını sürdürüyor. Bu kuruluşlarda çalışan kişiler de bir yandan başka bir meslek sahibiyken sırf toplumsal yararla ilgili oldukları için değil, aslında “meslek” olarak sivil toplumculuk yapıyorlar. Sivil toplumcuların maaşlarının da bazı durumlarda bir yan gelir olmanın çok ötesinde “dolgun” olabildiğini görüyoruz.
STK’ların “toplumsal yarar”ı hedeflemenin dışında “gelir ve meslek” yaratma merkezleri de olmaları, onların bağımsızlıkları konusunda ciddi soru işaretleri oluşturuyor. STK’lar bazen kendi varlıklarını sürdürmeyi, toplumsal yarar peşinde koşmaktan daha öncelikli bir hedef olarak görmeye başlayabiliyorlar. Bu gerçekten ciddi bir sorun. Ancak bu sorunu gündeme getirmek, STK’ların külliyen “kötü” olarak değerlendirilmelerine yol açmamalı.
Neden?
Çünkü STK’lar, 1980’ler sonrasında daralan siyasal alanda yeniden siyaset yapmanın araçları olarak gündeme geldiler. Siyasal alanı açmaya, oy verme dışında yeni mekanizmalarla siyaset yapmaya giden yolun kapısını araladılar. Bu nedenle Türkiye’de temsiliyet ve dolayısıyla demokratikleşme yönünde olumlu adımlar atılmasını sağladılar.
STK’ları külliyen eleştirmek James Madison’un toplumda bölünmeleri yok etmek isteyenlere verdiği cevabı hatırlatıyor: Toplumda bölünmeler, hizipleşmeler bireysel özgürlükler açısından oksijen gibidir. Onları ortadan kaldırmayı savunmak, sırf yangına neden oluyor diye oksijeni yasaklamaya benzer. O zaman da nefes alamazsınız. STK’lar da bu anlamda siyaset için “oksijen” gibiler. Nefes almaya da yangına da yol açabiliyorlar. Temsiliyet krizine deva olmaya çalışırken, bu krizi derinleştirebiliyorlar. Ancak külliyen eleştirilmeleri yanlış oluyor. Çünkü çoğu, aynı zamanda siyasetin içinde bulunduğu darlığı aşma çabası içindeler.
STK’lar ne “iyi” ne de “kötü”. Daha önemli olan, dış yardım alırken ne denli bağımsızlıklarını kaybettikleri ve toplumsal yararla kendi varlıklarını muhafaza etmek arasındaki dengeyi nasıl kurdukları. Oksijeni yasaklamak yerine, yangına yol açan diğer etmenleri bulmak ve yangın çıktığında da onu söndürebilmek gerekiyor.”
Sistemi sorgulama, STK’dan yardım al!
“STK’ları besleyen şirketler, uluslararası kurumlar ve hatta hükümetler, STK’ları emek örgütlerinin ve demokratik kitle örgütlerinin yerine ikame ederken hem tepkileri yumuşatıp, kendi tabirleriyle “sosyal riski azaltıp”, hem de bu STK’larla vahşi kapitalist ideolojinin, neo – liberalizmin egemenliğini pekiştirerek sosyal yıkımlar yarattılar.
Çocuğunu okutamayanlara “Sakın ola tepkini sisteme gösterme. Bak bizim cici cici sosyal sorumluluk sahibi şirketlerimizin finanse ettiği, hatta eğitim sistemini özelleştiren kurumların fonladığı STK’larımız var. Onlar seni okutur” mesajı verildi. Ya da sağlık hakkı paralı hale gelmiş ve hastane kapısında, ilaç kuyruğunda perişan mı oluyorsun? Sakın sistemi sorgulama, STK’lar sana yardım edecektir. Ya da yoksulluk arttı, işsizlik arttı diye tepki göstermeye, örgütlenmeye, kendini çeşitli emek örgütlerinin yıkıcı, ütopik etkinliklerinde ifade etmeye kalkma. Bir STK mutlaka kapını çalacak ve sana yardım elini TV’den canlı yayınlarda uzatacaktır.”
UMAR KARATEPE
Sendika.org Sitesi Editörü