Türkiye’de yaz beklenildiğinden ‘sıcak’ geçiyor. Egemenler arası iktidar mücadeleleri daha geniş bir alana yayılırken, emekçilere yönelik saldırılar şiddetlenerek devam ediyor. Kürt sorununa dair gelişmeler ise ülke siyasetinin ana aktörlerinin en önemli gündemlerinden biri olarak, daha fazla öne çıkıyor. Her Yerde Kavga Var Bir önceki aktüel gündem yazımızda, liberal İslam ve milliyetçi kostümlü işbirlikçiler arasındaki artan […]
Türkiye’de yaz beklenildiğinden ‘sıcak’ geçiyor. Egemenler arası iktidar mücadeleleri daha geniş bir alana yayılırken, emekçilere yönelik saldırılar şiddetlenerek devam ediyor. Kürt sorununa dair gelişmeler ise ülke siyasetinin ana aktörlerinin en önemli gündemlerinden biri olarak, daha fazla öne çıkıyor.
Her Yerde Kavga Var
Bir önceki aktüel gündem yazımızda, liberal İslam ve milliyetçi kostümlü işbirlikçiler arasındaki artan gerilime dikkat çekmiş, bu kavganın en önemli raundunun Cumhurbaşkanlığı üzerine olduğunu ve bütün hesapların buna göre yapıldığını söylemiştik. Süreç ilerledikçe bu iki cephe arasındaki mücadele bir taraftan genişliyor, bir taraftan da şiddetleniyor. Devletin geleneksel çekirdeği ile AKP arasındaki iktidar mücadelesine, geçen ay üniversiteler ve yargı üzerine tartışmalar damgasını vurdu.
YÖK ile hükümet, bu kez de ÖSS’de uygulanan katsayı sistemine dair birbirlerine girerken, Milli Eğitim Bakanı Çelik’in, “Yasama dönemi bir gelsin, siz görürsünüz” tarzı efelenmelerinin çok da “yalancı kabadayılık” olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörüne karşı yapılan operasyon, yasama dönemini beklerken, en zayıf halkaya vurarak karşı tarafı sindirme hamlesi idi. Rektör Yücel Aşkın yurtdışındayken, “ihalede yolsuzluk” gerekçesiyle gerçekleşen ev baskınında, “İzinsiz tarihi eser koleksiyonu” ve “yasadışı olarak toplanan bilgi ve belgeler”e de ulaşıldığı açıklandı. Böylece aramanın “nereden tutturabilirsek” kaygısıyla gerçekleştirildiği daha net anlaşılmış oldu. YÖK ise bu iktidar kavgasında kolay pes etmeyeceğini, Aşkın’a kayıtsız şartsız sahip çıkarak ve saldırıların laikliğe karşı olduğunu savunarak gösterdi.
Türban kavgası görünümünde başlayan, katsayı kavgası görünümünde devam eden YÖK ile hükümet arasındaki çatışmanın yeni rauntları, Ekim ayında, yeni yasama yılının başlamasıyla daha da sertleşecek gibi görünüyor. Hükümet, üniversiteler üzerindeki egemenlik mücadelesiyle, bir taraftan kadrolaşma ve gerici tabanının taleplerine yanıt vermeyi, bir taraftan da eğitimde neo-liberalizmin ve sermayenin egemenliğini tesis ederken doğacak olanaklardan faydalanmayı amaçlıyor. Bu mücadele siyaset arenasına, devletin geleneksel merkeziyle girilen inisiyatif yarışının bir parçası olarak yansıyor.
Karşı cephe de çatışmayı farklı bir yerden algılamamakta. YÖK’çüler “mücadelelerini”, genel olarak neo-liberalizme ve toplumdaki gericileşmeye karşı mücadelenin bir parçası halinde değil, kendi iktidar alanlarını korumayı hedefleyen başka bir gerici kamp olarak yürütüyor. 12 Eylül artığı YÖK düzenini koruyarak, kendi koltuklarını ve üniversitenin sermayenin egemenliğine girmesi sürecinde elde edecekleri rantları bırakmak istemeyen bu çevrelerin direnişi hiçbir biçimde ilerici bir öz taşımıyor. Üniversiteler üzerindeki bu egemenlik mücadelesine karşı en anlamlı yanıt, gericileşmeye ve sermaye egemenliğine karşı üniversiter muhalefetinin yaratılması olacak.
Ekim ayında sadece üniversitelerde değil yargıdaki kavga da büyüyecek. Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda değişiklik yaparak, hakim ve savcıların Adalet Bakanlığı tarafından atanmasını öngören yasaya yönelik yargı cephesinden oldukça sert açıklamalar geldi. Cumhurbaşkanının yasayı “yargıda siyasallaşmaya yol açacağı” gerekçesiyle TBMM’ne geri göndermesi bu çatışmayı da Ekim ayına erteledi. Şimdi herkes meclisin açılmasıyla beraber, AKP hükümetinin YÖK’e ve yargıya yönelik yasal düzenlemelerle işe başlamasını bekliyor.
Cumhurbaşkanı ile AKP Kavgasında Yeni Aktörler
Devletin geleneksel merkezi ile AKP arasındaki mücadelenin bir diğer cephesi olarak, Cumhurbaşkanı Sezer ile ilgili tartışmalar geçen ay da medyayı fazlasıyla meşgul etti. AKP, görev ve yetkilerini aşarak yasama ve yürütme faaliyetlerini engellediğini iddia ettiği Sezer ile daha sık karşı karşıya gelmeye başladı. Hemen her yasa ve atama, zaten hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında irili ufaklı gerilimlere neden olurken, Sezer’in Bankacılık Yasasının üç maddesini veto etmesi bardağı taşıran son damla oldu. Hükümet, IMF talimatları gereği, Bankacılık Yasasını ve Sosyal Güvenlik Yasasını geçen ay meclisten geçirebilmek için canını dişine takmış, yasaları yetiştirebilmek için TBMM’nin iç tüzüğünü Anayasaya aykırı bir biçimde değiştirmeyi bile göze almıştı.
Bu kadar gayretin neticesinde sadece Bankacılık Yasasını yetiştirebilen hükümet Cumhurbaşkanı’nın vetosuyla oldukça öfkelendi. Ancak bu kez, Sezer’e öfkelenen sadece hükümet değildi. Doğan Grubu ve özellikle Radikal Gazetesi, bu vetodan sonra Cumhurbaşkanı’na yönelik yayınlara başladılar. Gazeteler, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi üyeliklerini belirleme yetkisini ve getirdiği isimleri eleştirirken, Sezer’e Bankacılık Yasası’nı veto ederek “çizmeyi aştığı” mesajını verir gibiydiler. Zira bu yetki çok önceden Cumhurbaşkanındaydı ve bu İslamcı basın tarafından uzun süredir eleştiriliyordu. Ancak her ne hikmetse Bankacılık Yasasının vetosundan bir gün sonra Radikal gazetesi bu durumun anti-demokratik olduğuna kanaat getirdi.
Sezer’in veto ettiği Bankacılık Yasası sadece IMF’nin değil Koç Grubunun da dört gözle beklediği bir düzenlemeydi. Yasa kapsamındaki bir düzenleme ile Koç Grubu’nun, Yapı Kredi Bankası’nı daha karlı biçimde alması sağlanacaktı. Yasa kapsamındaki geçici 23. maddeyle ‘bankaların kurduğu emekli sandıklarının devlete devri’ öngörülüyordu. Koç, Yapı Kredi çalışanlarına önemli olanaklar tanıyan bu sandığın, yılda 100 milyon dolar zarar ettiğini görerek bankayı almak için bu kamburdan kurtulmak istediğini hükümete iletmişti. Koç’un ricası kırılmadı ve hükümet bu zararı “kamulaştırmayı” kabul etti. Bu mülkiyet devriyle hem çalışanların haklarından bir kısmı gasp edilebilecek, hem de zarar devlete fatura edilmiş olacaktı. “Devletin sırtında kambur oluyor” diyerek, kar eden KİT’leri haraç mezat elden çıkarmaya çalışan hükümet, iş “Özel sektörün sırtındaki kamburları” da üstlenmeye gelince “kamulaştırma” heveslisi oluyordu. Ancak hükümetin çıkardığı bu “kişiye özel” yasa veto edilince Cumhurbaşkanı’nın kredisi, sermaye için de daha hızlı tükenmeye başladı.
Kürtlere Karşı Yeni Savaş Konsepti
Egemenlerin farklı cephelerinin önemli tartışma konularından biri de tabii ki Kürt sorunu olmaya devam ediyor. PKK’nin silahlı eylemlerinin yaygınlığını ve şiddetini arttırmasından sonra, Kürt Halkına karşı mücadelede bugüne kadar birbirleriyle “uyumlu” görünen hükümet ve ordudan farklı yaklaşımlar açığa çıkmaya başladı. Özellikle Başbuğ’un açıklamaları hükümet içerisinde bile farklı seslerin çıkmasına neden oldu.
Genelkurmay, Kürt sorununa dair yeni savaş konseptini, 2. Başkanı İlker Başbuğ’un medya temsilcileriyle yaptığı toplantıda kamuoyuna duyurdu. İlker Başbuğ’un bu toplantıda dile getirdiği stratejinin ana hatları şu şekilde tartışılabilir:
1. TSK, “terörle mücadele”de koordineyi sağlayacak Başbakanlığa bağlı bir merkez oluşturulmasını istemektedir. Bu merkez ile sadece askeri operasyonlar değil, psikolojik harekat gibi toplumu maniple edecek operasyonlar da yürütülecektir. Başbuğ’un toplumun yönlendirilmesi ve psikolojik harekata yaptığı vurgu, önümüzdeki dönem Mersin provokasyonu gibi operasyonların daha sistematik olarak tekrarlanacağın