“yalnızca adamların ücretlerini düşürenlerin tezgahlarını kırıyorlardı; ücretlerini düşürmeyenlerin makinelerine dokunulmuyordu; dün gece bir evde, altı makineden dördünü kırdılar, ücretlerini düşürmeyen iki ustaya ait olan diğer iki makineye dokunmadılar”. E.P. Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, Birikim Yayınları, s: 666 1733’te İngiliz John Kay’in seyyar mekiği icad etmesi ile birlikte makineleşme için önemli bir adım atılmıştı. İlerleyen […]
“yalnızca adamların ücretlerini düşürenlerin tezgahlarını kırıyorlardı; ücretlerini düşürmeyenlerin makinelerine dokunulmuyordu; dün gece bir evde, altı makineden dördünü kırdılar, ücretlerini düşürmeyen iki ustaya ait olan diğer iki makineye dokunmadılar”.
E.P. Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, Birikim Yayınları, s: 666
1733’te İngiliz John Kay’in seyyar mekiği icad etmesi ile birlikte makineleşme için önemli bir adım atılmıştı. İlerleyen yıllarda benzer icatlarla devam eden makineleşme, sanayi devrimi diye kabul edilen süreçte sıçrama yapmıştır. Özellikle dokumacılıkta hızlı bir makineleşme yaşanmıştır. Richard Arkwright 1767’de döner iplik makinesini icad etmiştir. Sanayileşme süreci ile birlikte gelişen serbest rekabet, yığınsal bir mülksüzleştirme ve proleterleştirme aracı olmuştur. Atelyeler kapanmış ve zanaatkarlar burjuvazinin hizmetine girmiştir. Bu süreçte fabrika sisteminin oluşması ile daha çok işgücüne ihtiyaç duyulmuştur. Kırdan kente olan göçle bu işgücü karşılanmıştır. Bu göçün olma nedeni de, makineleşme ile rekabet edilememesidir. Kırda küçük toprak sahibi adı verilen yeomanlar ve küçük işletmeler bulunmaktaydı. Ürettikleri ipliği veya dokumayı gezgin simsarlara satarlardı. Ancak makineleşme ve serbest rekabet sonucu ürettikleri malları satamamaya başladılar. Kente göç ettiler. Kır, kentin egemenliğine boyun eğmişti.
Sanayi devriminin merkezinde makine vardı. Tek bir aleti kullanmaya yetenekli işçi, birden fazla aletin yerini alan “makine” ile yer değiştirdi ve makinenin bir uzantısı haline geldi. Kadın ve çocukların çalıştırılması bu gelişmenin (ve fabrika sisteminin) bir göstergesiydi. Böylece emeğin vasıfsızlaştırılmasında ve yabancılaştırılmasında en önemli adım atılmıştır.
Mülksüzleşen ve işleri ellerinden alınan yığınların ilk tepkisi de güvencesizleşmelerinin nedeni olarak gördükleri makinelere karşı oldu. Tarihe makine kırıcılık (ludizm) olarak geçen dönem 1758 yılında ingiliz işçilerinin mekanik yün biçme makinelerini parçalamasıyla başlamıştır. Nottingham’da Ned Ludham (ya da Ned Ludd) adında bir ingiliz, çorap dokuma tezgahını tahrip etmiştir. Buna benzer olaylar tüm İngiltere’ye yayılmış ve ludizm ortaya çıkmıştır. İngiltere’de makinelerin ve fabrikaların tahribine karşı şiddetli cezalar -ki ölüm cezası dahil- ludizmin yayılmasını önleyememiştir.
1811-1813 yıllarında hareket doruk noktasına ulaşmış ve ekonomik-politik hedefleri olan bir kitle hareketi haline gelmiştir. Ama bu süreçte hareket (çıkartılan yasa ile birlikte) şiddetle bastırılmış ve dağıtılmıştır. Ludist hareketler 1816 yılında dokuma makinelerinin tahribi ve kuru ot ambarlarının yakılması şeklinde yeniden ortaya çıkmıştır. 1840’larda düşük ücretler yüzünden Sussex yöresinde işçiler; tarlaları, ahırları ve ambarları yaktılar. Bu yangınları adına “Swing” dedikleri efsanevi bir yaratığa bağladılar. Yine 1843’te Galler’de “Rebecca Ayaklanmaları” ortaya çıkmıştır. Kadın giysileri giyen, yüzlerini siyaha boyayıp silahlanan köylüler, paralı köprülere saldırıp yıktılar.
Hareket esas olarak İngiltere’ye özgü de olsa Kıta Avrupası’nda da görüldü. Zanaatkarlar, özellikle dokumacılar ve giyim çalışanları, toprakları kamulaştırılan çiftçiler mülksüzleşmişlerdi. En çok dikkat çeken makine Lyon’lu Jackuard’ın dokuma tezgahı idi. Bu tezgah kendi kendine hareket edebilen ilk makineydi. Bir işçi birden fazla işçinin işini yapabiliyordu. 1831 ve 1834 Lyon ayaklanmalarında makineler sıkça tahrip edilmişti. Keza Almanya ve D.Avrupa’da da benzer eylemlilikler görüldü.
Ludizm, geleneksel üretimin gerici bir tepkisi olarak görülmemelidir. Çünkü işçilerin toplu pazarlık aracı olmuştur. Ludistlerin hareketlerinde toprak üzerinde ipoteği kaldırma, ücret seviyesini koruma, vergileri düşürme gibi hedefler ortaya konuyordu. Yoksa işletmeler yakılıyor, yağma ediliyor ve makineleri icad edenler saldırıya uğruyordu. Bu bakımdan ludist hareket, açıkça itiraf edilemeyen devrimci hedeflerin etrafında sürekli olarak dolaşan ayaklanma-benzeri bir hareket’ti. Ludist hareketi, mülksüzleşen kır ve şehir zanaatkarları, yüksek vergi yükü olan küçük mülk sahipleri ve yapımevi (manüfaktür) işçileri ile borç batağında olan kiracı köylüler oluşturmaktadır.
Ludizmi değerlendirirken proleteryanın ilkel bir tepki biçimi olarak görmek gerekir. Kapitalizme karşı ilk tepki bireysel suç ve hırsızlık iken, devamında ortaya çıkan makine kırıcılık organize olabilen ve genelleşebilen bir hareketti. Ancak proleterya makinelerle, onların sermaye tarafından kullanılmasını ayırt etmeyi ve mücadelesini maddi üretim araçlarının kullanılış biçimine yöneltmeyi öğrenecekti. 19.yy’ın ortalarına kadar kapitalizm kurumsallaşmış ve sanayi devrimi sanayi proleteryasını kitleselleştirmeye başlamıştır. Bu süreç de doğallığında ludizmin toplumsal temellerini ortadan kaldırmıştır ve proleterya tarih sahnesine bağımsız bir sınıf olarak çıkmıştır. Yani ludizm, proleteryanın kendinde bir sınıftan kendisi için bir sınıfa doğru geçiş sürecinin önemli bir biçimidir.
“Antalya Kaleiçi’ndeki yangını, çıkarıldığı işyerine zarar vermek isteyen işçi çıkardı”.
27 Aralık 2004, TRT-1, Gece Haberleri, 01:35
Tarih yine büyük bir proleterleşme dalgasına şahit olmaktadır. 1970’lerden itibaren başlayan yeni emperyalist birikim rejimi kar oranlarını yükseltmek için; sermayenin sınırsız hareket özgürlüğünü sağlamaya çalışmaktadır. Bu noktada özelleştirme, emeğin örgütsüzleştirilmesi ve tahakküm altına alınması, kentlerde küçük mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesi-proleterleşmesi veya dikey entegrasyon vasıtasıyla tekellere bağımlı kılınması, dünya tarımının özellikle 80’li yıllarla birlikte yeniden yapılandırılması ile yaşanan köylülerin mülksüzleştirilmesi-proleterleşmesi ve kentlere göçü (bir kez daha kırın kente boyun eğdirilmesi) vb. uygulamalar hız kazanmıştır. Bu noktada devlet de bu sürecin önünü açıcı bir noktada yeniden işlevlendirilmiştir.
Bu süreçte işçi sınıfının emperyalist merkezlerde nüfus içindeki oranı artmaktadır. Ancak temel değişim yeni sömürge ülkelerde yaşanmaktadır. Brezilya, Arjantin, Meksika, Bolivya, G.Kore, G.Afrika, Hindistan, Türkiye, Endonezya, Nijerya, Gana vb. coğrafi olarak dünyanın farklı bölgelerindeki ülkelerde özellikle tarımsal kesimde yoğun bir yoksullaşma-mülksüzleşme ve proleterleşme süreçleri yaşanmaktadır. IMF ve Dünya Bankası reçeteleri bu ülkelerdeki tarımsal sübvansiyonları kaldıran, ürün çeşitliliğini yok eden ve çarpık bir sanayileştirme ile öngörülen uluslararası işbölümlerinde bu ülkeleri konumlandıran bir niteliğe sahiptir. Bu ülkelerde yoğun bir altüst oluş yaşanmış ve yaşanacaktır. Köylülerin kentlere akın etmesi sonucu yoğun bir kentleşme ve buna eşlik eden işsizlik yaşanmaktadır.
Ülkemiz tarihinde geleneksel bir köylü toplumu olmuştur. 1950’li yıllarda başlayan çarpık sanayileşme sonucu köylerden kentlere göç yaşanmış ve ilk işçi hareketleri ortaya çıkmıştı. Yine de 1970’lerdeki bu hızlı değişim sonucu kent nüfusu ancak %35’lere çıkmıştı. Dört milyon civarında işçi mevcuttu ve yarısı sendikalıydı. Bu dönemde özellikle kamu kesimi işçileri (ve bir kısım özel sektör işçisi) güvenceli iş tabir edilen bir konumda çalışmışlar, işçi sınıfı içinde ayrıcalık
lı bir konuma sahip olmuşlardır. 80 sonrası ise kırdan kente göç hızlanmış ve emperyalist birikimine paralel uygulamalar hayata geçirilmiştir. Türkiye tarihinde görmediği bir dönüşüm yaşamaktadır. Kentlerdeki küçük üreticiler bağımsız konumlarını yitirmeye veya mülksüzleşmeye başlamıştır. Hizmet sektörü muazzam bir biçimde gelişmiştir. Yeni birikim rejimi ile birlikte ayrıcalıklı bir işçi kesimine ihtiyaç kalmamış, bu yüzden işçi sınıfının bütününde bir yoksullaşma süreci yaşanmıştır. En önemlisi köylülerin mülksüzleştirilmesi projesidir. AB sürecinde öngörülen kır nüfusunu %35’ten %6’ya indirme hedefi hayata geçirilmektedir. Daha geçen hafta açıklanan kentleşme verilerinde İstanbul’un nüfusu Antep kadar artmış, diğer büyük kentlerin (bölgesel anlamda da) nüfusu yoğunlaşmış ve özellikle Karadeniz illerinin bütününde, diğer kırsal kesimlerde nüfus azalmıştır. Kentlerde işsizlerin sayısı hızla artmakta ve büyük kentlerin %60-70’lik bölümünü varoşlar oluşturmaktadır.
Tarihte mülksüzleştirilen yığınların ilk tepkisi bireysel suç ve makine kırıcılık olmuştu. Yukarıda TRT-1’de yayımlanan Antalya’da yaşanan olay, yeni oluşan bu işçi kitlesinin tepkilerinden birisini oluşturmaktadır. İşten çıkarılan bu genç işçi tepkisini işyerini yakmaya çalışarak vermiştir. Buna benzer bir örnek de geçen sene İstanbul-Eyüp Tansaş’ta meydana gelmiştir. Yine genç bir işçi aynı sebeple, işyerini yakmıştır. Gazetelerden bir haber daha. Merter’de iki kafadar paralarını alamadıkları için işyerlerini kundakladı. Bu sefer sebep para alamamak olmuştur. İkitelli’de tekstil sektöründe çalışan gençlerde işyeri koşullarını protesto etmek için makine iğnelerini kırma, patronun arabasını çizip hasar verme gibi yollara başvurmuşlardır. Benzeri olayların Azerbeycan’da da yaşandığını bizzat Azerilerden dinledim. Ayrıca bu tepkilere bazı yeni sömürge ülkelerde de rastlamak mümkün.
Bu tip hareketleri, gerici bir noktada olarak değerlendirmemek gereklidir. Birinci olarak nesnel koşullardaki bu büyük değişim, öznel sürecin kavrayamadığı bir hızla ilerlemiştir. Bu nesnelliğin sonucu ortaya çıkan yeni işçiler kendi mücadele deneyimlerini yansıtma biçimi olarak makine, işyeri, patronun mülkü vb. tahrip etmişlerdir. Bazen bireysel, bazen de organize biçimde bu eylemleri yapmışlardır ve kendi deneyimleri ile süreci kavramaktadırlar. İkinci olarak yeni işçiler örgütsüzdür ve varolan sendikalar, işçi örgütlenmeleri ve mücadele biçimleri onları tam olarak kapsayamamaktadır. Yapılması gereken işçilerin mücadele pratiklerini çoğaltmak, örgütlenme alanını büyütmek ve böylece işçinin hayatının bütününü hedeflemek, sorunların çözüm biçimini çoğaltmak vb. vasıtasıyla sınıf halinde örgütlenmesine yardımcı olmaktır.
Yaşanan bu ilk tepkilerde de istemler mevcuttur. Yani işten çıkarılmama, ücretini isteme ve daha iyi çalışma koşulları gibi. Ancak bu tepkiler ilkel bir biçim şeklindedir. İşçiler bir kez daha mücadelelerini maddi üretim araçlarının kullanılış biçimine yöneltmeyi öğrenecektir. Devrimcilerde bu sürecin içinde olacak, çözüm yollarını çoğaltacak ve proleteryanın sermaye ve devlet karşısındaki bağımsız örgütlenmesinin oluşturulması görevini yerine getirmeye çalışacaktır. Sermaye bir kez daha ama bu kez daha büyük bir mezar kazıcı ordusuyla karşı karşıyadır..
Murat Çakır
Luddizm Tartışmaları İçinde Yayınlanmış Tüm Yazılar
Her Alanda Siyasallaşmış Yeni Bir İşçi Sınıfı Hareketi İçin – Müslüm Kabadayı16 Ağustos 2005
Luddizm Tartışmalarında Marksizmi Savunmak – Cem Özatalay12 Ağustos 2005
Manifaktür Kapitalizmde Sınıf Mücadelesi/ Makine Kırıcılar – Mehmet Yılmazer10 Ağustos 2005
Makine Kırıcılığı ya da “Okumak” Üzerine – İlhan Akalın(İşçi Konseyi) 5 Ağustos 2005
Ludizm, İşçi Sınıfı ve Tarih Hep İleri Akar-Murat Çakır5 Ağustos 2005
Resmi Tarih, Ludizm Ve Tarihi Emek Cephesinden Yeniden Okumak – Yüksel Akkaya27 Temmuz 2005
İşçilerin İlkel Tepki Biçimi Olarak Makine Kırıcılık – Murat Çakır26 Temmuz
Ravelli İşçileri, İşverenin Şiddeti ve Ludizm Üzerine – Yüksel Akkaya22 Şubat 2005