Gramofonlara dair… Profesyonel yağcıları ve ”rantiye” TV ekonomistlerini bir kenara bırakalım. Bu işi bilenlere bakalım. Örneğin bir emektar gramofonun şu günlerde çaldığı kırık plağı dinleyebiliriz. Bu plaktaki şarkıya göre, kapitalist ekonomiyi fiyat mekanizması yönettiğinden, bu mekanizmanın doğru çalışması için de rekabet ortamı gerekli olduğundan özelleştirme gerekiyormuş. Çünkü, sistemde kamu firmalarının mevcudiyeti serbest rekabeti bozuyormuş. Ayrıca […]
Gramofonlara dair…
Profesyonel yağcıları ve ”rantiye” TV ekonomistlerini bir kenara bırakalım. Bu işi bilenlere bakalım. Örneğin bir emektar gramofonun şu günlerde çaldığı kırık plağı dinleyebiliriz. Bu plaktaki şarkıya göre, kapitalist ekonomiyi fiyat mekanizması yönettiğinden, bu mekanizmanın doğru çalışması için de rekabet ortamı gerekli olduğundan özelleştirme gerekiyormuş. Çünkü, sistemde kamu firmalarının mevcudiyeti serbest rekabeti bozuyormuş. Ayrıca özelleştirme, yolsuzlukla, israfla savaşmanın en emin yoluymuş.
Sayın gramofonlar, kapitalist ekonomiyi fiyat mekanizması yönetmez! Kapitalist ekonomiyi, yani sermayenin davranışlarını kâr oranları yönetir. Ancak kâr oranları, sömürü ve üretkenlik kavramlarına bağlı olduğundan çok tatsız soruları da gündeme getirir. Bu yüzden sizin gibi gramofonların hemen sermayenin toplumsal tahribatını gargaraya getirecek bir plak bulup çalmaya başlaması, sanki sermayeden bağımsız bir şey sermayeyi yönetiyormuş gibi bir ”mod” yaratmaya çalışması, sorumluluğu sermayenin dışına transfer etmeye çabalaması gerekir.
Halbuki, işadamları dahil herkes, hiçbir insani kaygıya sahip olmayan bir ”ötekinin” (sermayenin) kaprislerine ve krizlerine tabidirler. Bu süreçte aldıkları tutum onların (tabii sizin de) toplumsal ve ahlaki seçeneklerini açığa vurur. Tatsız bir durum değil mi?
Rekabet ortamına gelince, bunun en büyük düşmanı siyaset (devlet, sendikalar vb..) değil, bizzat sermayenin kendisidir. Her kapitalist, rakibini piyasadan silmenin hayaliyle yaşar, hatta enerjiden silaha, oradan da kültür endüstrisine kadar tekelci rant olanakları için savaşır. Sermaye, sürekli merkezileşir, yoğunlaşır, büyür, rekabet alanlarını tasfiye eder. Bu yüzden sistemde kamu firmalarının varlığı rekabete engeldir saptaması, eğer kuyruklu yalan değilse, cehaletin ta kendisidir. Tam aksine, kimi koşullarda kamu firmaları, piyasaya girerek rekabeti hızlandıracak, sertleştirecek, tekel yapılarını kıracak etkiler yaratabilirler. Devletler de çıkardıkları anti-tekel yasalarla tekelleşmeyi engellemeye çabalayabilirler.
Masallardan kafamızı kaldırıp pratiğe bakınca da, iki gelişme bize kapitalist ekonominin, tarihinde serbest rekabet ortamından hiç bu kadar uzaklaşmadığını gösterecektir.
Birincisi, dünyanın tüm temel sanayi dalları iki elin parmaklarıyla sayılabilecek sayıda şirketin denetimindedir. Özellikle mali hizmetler, enerji, medya, bilgisayar, silah sanayii gibi en dinamik ve stratejik sektörlerde ilk on firma konsantrasyonu yüzde 50’nin çok üzerindedir. 10 adet ABD bankasının tüm borç verilebilen fonların yüzde 70’inden fazlasını portföyünde tuttuğunu, en büyük 200 firmanın dünya ekonomisi içindeki yerine ilişkin verileri anımsamak yeter de artar bile. İkincisi, uluslararası ticaretin çok büyük bir kesimi, bu oligopollerin denetimindeyken, bunların da ticaretinin büyük bir kısmı piyasa mekanizması dışında, fiyatları özellikle şişiren ”firma içi ticaret” olarak gerçekleşir.
Cehalet ve ironi
Sonra, kamu işletmelerindeki yolsuzluk ve israftan yakınmadan, önce bunların bizzat çürük politikacı-sermaye işbirliğinin, demokratik denetim, yasadaki özerklik eksikliğinin ama en önemlisi bizzat sermayenin egemen ilişki olarak çoktan yerleştirmiş olması gereken ama tümüyle sınıfta kaldığı, vatandaşlık ruhunun eksikliğinin bir sonucu olduğunu, arkasından da ayyuka çıkan şirket ve banka skandallarını anımsamak gerekir.
Bizim de öncelikle şunu anımsamamız gerekiyor. 1980’lerde özelleştirme ilk kez gündeme, devletin elindeki verimsiz işletmelerin satılarak, mali yükün azaltılması, borçların ödenebilmesi masalıyla gelmişti. Ancak süreç, zaman içinde devlet işletmelerinin en verimli ve stratejik olanları üzerinde yoğunlaştı, talana dönüştü, bu arada ne borçlar ödenebildi, ne de devletin mali yükü azaldı.
Bunlar cehalet ve kötü niyetle ilgiliydi…
İroniye gelince, Erdemir’in arpalık olduğundan yakınanlar tarihin en büyük kadrolaşma treninin makinistliğini yaparken rekabete methiye düzenler ülkenin en büyük medya tekellerinin gazetelerinin köşelerinde yaşıyorlar…
[email protected]
Cumhuriyet 20.07.2005