Son aylardaki tartışmalar hatırlanırsa yaşanan gelişmenin büyük bir sürpriz olmadığı rahatlıkla görülebilir. Zaten İşçi Mücadelesi olarak davanın başlangıcından itibaren var gücümüzle çalışmalara katılıp, saldırının püskürtülebilmesi için faaliyetler yürüttük, dilimiz döndüğünce basit ve etkisiz birkaç eylemle bunun başarılamayacağını, sınıfsal talepler üzerinden (sınıf aleyhindeki yasalar, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, özelleştirmelere karşı mücadele ve birlik) aktif olmayan üyelerin harekete […]
Son aylardaki tartışmalar hatırlanırsa yaşanan gelişmenin büyük bir sürpriz olmadığı rahatlıkla görülebilir. Zaten İşçi Mücadelesi olarak davanın başlangıcından itibaren var gücümüzle çalışmalara katılıp, saldırının püskürtülebilmesi için faaliyetler yürüttük, dilimiz döndüğünce basit ve etkisiz birkaç eylemle bunun başarılamayacağını, sınıfsal talepler üzerinden (sınıf aleyhindeki yasalar, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, özelleştirmelere karşı mücadele ve birlik) aktif olmayan üyelerin harekete geçirilmesi, örgütsüz ve sözleşmeli çalışanların örgütlenmesi gerektiğini anlattık ve bulunduğumuz alanlarda da bunu gerçekleştirmeye çalıştık. Ama önerilerimizin tersine gelişen süreç kapatma kararı ile birlikte tıkandı ve aklar karalar daha belirgin hale gelmeye başladı. “Eğitim-Sen kapatılamaz” diyenler, miting alanlarında “dönen dönsün biz dönmeyiz yolumuzdan” diyenler, bir bir örgütsel bütünlük, birlik, beraberlik gibi sıradan gerekçelerle tüzüğün değişmesi gerektiğini ifade ettiler. Fakat dikkat edilirse bu süreçte hiçbir yazılı belge yayınlamadılar, üstü kapalı demeçlerle, sözlü tartışmalarla dönemi atlatmaya çalıştılar. İşçi Mücadelesi ise işçi sınıfı karşısında faşizmin hızla güç kazandığı bugünlerde atılacak bir geri adımın faşizm için büyük bir zafer olacağı, taviz üstüne taviz veren sendikanın yaklaşan mücadeleleri göğüsleyemeyeceği, bu sayede hantal bir tabela sendikasına dönüşeceği ve çeşitli uluslardan emekçilerin birlikte mücadelesini engelleyeceği için tüzük değişikliğe karşı çıktık, lafı eğip bükmeden “hayır” dedik.
Nihayet genel kurul günü gelip çattığında karşılaşılan manzara sendikanın ne denli bürokratik yozlaşmanın ağında olduğunu gösterdi. Çünkü tüzüğün değiştirilmesini istemeyen gruplardan ve bireylerden oluşan bu sendikanın emektarları, üyeleri, izlemek üzere geldikleri genel kurulun kapısında kaldılar, ancak uzun tartışmaların ve gerginliklerin ardından üyelerin bir kısmı delegelere yaklaştırılmayacak şekilde içeriye alındılar. Bu şekilde Baykalvari bir genel kurula da sendikal bürokrasi imza atmış oldu.
İçeride net yaklaşımlar ve politik tartışmalar bekleyenleri karşılayan, reformizmin ve teslimiyetçiliğin keskin dili ve bulanık ifadeleri oldu. MGK’nin ve hizmetindekilerin kapatılma üzerindeki rolü atlanarak “tüzük değişmesin” diyenler “Eğitim-Sen’in kapattırılmaya çalışılmasıyla, örgütün birlik ve beraberliğinin istenmemesiyle, varlığının devam ettirilmemesiyle” suçlandılar. Ne diyelim yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış!
Tüm bunlara rağmen genel olarak birlikte hareket eden tüzük değişikliği muhalifleri sol duyularını içlerinden yükselen bazı çatlak seslere karşı korumuş ve vebali kaldırılamayacak çirkin sahnelerin oluşmasını engellemişlerdir.
Fakat vebali kaldırılamayacak davranış, daha açık tabiriyle anadilde öğrenimden taviz verilmesi mahkemenin ne yönde hareket edileceği dahi bilinmeden ÖDP’lilerden oluşan DSD ve Kürt yurtsever hareketinden oluşan Demokratik Emek Hareketi’nce üstlenildi. Bu gruplar nerdeyse firesiz olarak tüzük değişikliğine “evet” dediler.
Oysa henüz nisan ayında yapılan olağan kongre öncesinde bu iki grup da yayınladıkları broşürlerde anadilden taviz verilmemesi gerektiğini belirtmişlerdi. Gerçi genel kurulda yayınlanan DSD broşürünü okuyanlar hiçbir net ifadeye rastlayamamış “geri adım atmayacağız, ilke ve değerlerimize sahip çıkıp, savunacağız, bütünlüğümüzü koruyacağız, parasız,bilimsel,demokratik,anadilde eğitim talebimize sahip çıkacağız” gibi ifadeler karşısında dona kalmışlardır. Ama malum dilin kemiği yok!
Bahsi geçen Demokratik Emek Hareketi ise bir belge yayınlamaya dahi gerek görmemiş ya da varlıklarının inkarı anlamına gelecek böyle bir belgeyi yayınlamaya cesaret edememişlerdir. Ama bu noktada Kürt Yurtsever hareketinin bütünlüklü tavrının bu olmadığını da vurgulamak gerekiyor. Zira genel kurul ertesi 4 Temmuz’da yayınlanan Ülkede Özgür Gündem gazetesinde haber “Genelkurmay kazandı” başlığıyla yayınlanmış ve yazarlardan Mustafa Karasu anadilde öğrenimin çıkarılmasını “demokrasi güçleri için bir intihar” olarak yorumlanmıştır. Bu farklı tavırların açık kanıtıdır.
Daha çok sendikanın sağ unsurlarını birleştiren Sendikal Birlik’te de farklı yaklaşımlar söz konusu olmuştur. Bu grubun ağırlığı tüzüğün çok önceden değiştirilmesi gerektiğini bugün her şey için geç olduğunu beyan etmiştir. Bir kısmı ise benzer bir yaklaşıma sahip olmalarına rağmen bugün tüzüğün değişmesini desteklemediklerini söylemişlerdir. Bu grupların ağırlığı oylamaya katılmamıştır.
Geçtiğimiz kongrelerde yukarıdaki gruplarla hareket eden EMEP çevresinin oluşturduğu Emek Hareketi ise bu kez farklı davranmış ve tüzük değişikliğine “hayır” demiştir. Yine genel kurul öncesinde bir araya gelen ve tüzük değişikliğine karşı bir girişim başlatan İşçi Mücadelesi’nin de içinde yer aldığı gruplar tüzük değişikliğine “hayır” demiş, bunun sonucunda 115 adet “hayır” oyu çıkmıştır.
Israrla vurguladığımız bu olumsuz gelişmenin sonuçlarını yakında çok daha iyi bir şekilde görebileceğiz. Bizler bu kararın faşizmi cesaretlendireceğini, ileride sokağa bile çıkamayabileceğimizi söylüyorduk. Nitekim genel kurul öncesinde bir insan sokak ortasında ve milyonların gözü önünde infaz edildi, genel kurul ertesinde ise yayınlanan gazeteler linç haberleri ile dolu. İnfaz edilen gencin cenazesine katılan TAYAD’lılar saldırıya uğramış… Bingöl’de İHD binasına saldırılıp, bina darmadağın edilmiş… Bingöl’de trene yapılan saldırı sonucu ölen güvenlik görevlisinin Elazığ’daki cenazesinde, SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın’a linç girişiminde bulunulmuş…
Bizler bu kararın yeni tavizleri doğuracağını söylüyorduk. Şimdi yaklaşan Kamu Personel Rejimi Yasasıyla, bahsi geçen bu tavizlerin bir bir verileceğini belirtebiliriz. O gün de tüzüğün değiştirilmesi için bugün sıralanan gerekçelerin benzerleriyle karşılaşabiliriz.
O nedenle şimdi “kaybedilen bir muharebedir, kazanılacak koca bir harp var” demenin zamanıdır. Bizler sınıf mücadeleci sendikacılar olarak atılan bu geri adımı telafi etmek için eskiden bir gayret sarf ediyorsak bugün daha fazlasını yapmalıyız. Sendikamızda sınıf siyasetini izleyecek bir hat oluşturmalı, bu doğrultuda var olduğumuz her alanda çalışmalıyız. İş yerlerimizde yaklaşan sınıfsal saldırılara karşı aktif olmayan Eğitim-Sen üyelerini, örgütsüz eğitim emekçilerini(sözleşmeli-kadrolu ayırmaksızın) harekete geçirmeliyiz. Elbette bunu yaparken mücadeleyi her tehlikeli dönemeçte bir kenara iten ve örgütü hareketsizleştiren sendikal bürokrasiyi, bugünün geri adımcılarını teşhir etmeliyiz. Ama esas olarak sermayeye karşı sendikamızı fethedilemeyecek bir kale haline getirmeliyiz. Evet kabul etmeliyiz bugün Eğitim-Sen dizleri üstüne çökmüştür, fakat bilmeliyiz ki onu “ayağa kaldırma” görevi fiili ve meşru mücadeleye inanan, teslimiyete yanaşmayan, taviz vermeyen biz sınıf mücadeleci sendikacılara düşmektedir. Eğitim-Sen’de güneş yeniden doğmalıdır!
Hepimize kolay gelsin!
4 Temmuz 2005
İşçi Mücadelesi okuru eğitim emekçileri