Demokratik burjuva ulusçuluğunun, yani insan haklarına, anayasal vatandaşlığa dayalı; etnisite, dil, din, kültürü özel sayan; politikanın dışına atan ulusçuluk anlayışının zorunlu gereklerinden biri de anadilde eğitim hakkıdır. Demokratik bir devlet bu hakkı garanti altına almak zorundadır. Emperyalist olmalarına ve diğer tüm olumsuzluklarına rağmen burjuva demokratik devrimlerini yaşamış ülkelerde göçmenlerin çocuklarına bile ana dillerini, hatta dini […]
Demokratik burjuva ulusçuluğunun, yani insan haklarına, anayasal vatandaşlığa dayalı; etnisite, dil, din, kültürü özel sayan; politikanın dışına atan ulusçuluk anlayışının zorunlu gereklerinden biri de anadilde eğitim hakkıdır. Demokratik bir devlet bu hakkı garanti altına almak zorundadır.
Emperyalist olmalarına ve diğer tüm olumsuzluklarına rağmen burjuva demokratik devrimlerini yaşamış ülkelerde göçmenlerin çocuklarına bile ana dillerini, hatta dini bilgilerini bile öğretme konusunda veliden gelen talebin yerine getirildiği bilinir. Yurtdışında çalışan ailelerini yanında bulunduran insanlarımız ve tabii ki devlet bunu gayet iyi bilir. Bizim ülkemizde bile tatil beldelerine yerleşen yabancıların çocuklarını anadilleriyle eğitecek okulların açılması söz konusudur. Durum böyle olunca, bu ülkenin öz evladı olan ama kimilerince “sözde vatandaş” sayılan etnisitelerin böyle bir haktan mahrum edilmesini, burjuva anlamda bile demokratik bir ülkenin insanlarının anlaması ve kabullenmesi imkansızdır. Türkiye’de yaşayıp bu antidemokratikliğe şartlanmamış tüm insanlar için de kabullenilemez bir durumdur.
Egemen güçlerin anadilde eğitim hakkını tanımaları, Türkiye koşullarında, verili durumda, kabul etmeleri ölü gözden yaş ummak olacaktır. Bilinen o ki anadilde eğitim hakkı burjuva demokrasisi ile çelişmez. Artı değer elde etmenin dil, din, cinsiyet, etnisite, kültür farklılıklarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Hatta, tüm bu farklılıkları özel sayıp, politik olanın dışında tutan, ideal burjuva koşullarında, işgücü verimliliği artacağından, artı değer üretimi de olumlu yönde etkilenecektir. Tarihen demokratik devrimini gerçekleştirmiş tüm ülkelerdeki sermayenin yoğunlaşmasındaki oran ile Türkiye gibi ülkelerinki kıyaslandığında açıkça görülmektedir.
Neden Türkiye’de burjuvazi bu hakkın tanınmasına öncülük etmez, neden burjuva anlamda bir demokrasiyi gerçekleştirmez, sorusunun cevabı bilinmektedir. Yine de devlet fideliğinde yetişmiştir, zayıftır, tekelci kapitalizm döneminde doğduğundan, doğuştan gericidir belirlemesini lapalisin hakikati gibi bir daha tekrarlamakta bir zarar yok. Öyleyse bu görev devrimci sınıf olan işçi sınıfına düşmektedir. Onun devrimciliği devrimci önderlikle ortaya çıkar. İşte asıl sorun da buradadır. Devrimci bir öncü yoktur. Devrimci olduğunu savunan öncülerin reformist bile olamadıkları EĞİTİM-SEN’in tüzüğünden anadilde eğitim talebini çıkarmasıyla bir kere daha kanıtlanmıştır.
12 Eylül sürecinden çıkılmaya başlandığı 90’lı yılların başında eğitim emekçilerinin yeniden örgütlenmesine öncülük edenler yedikleri darbelerden hiç ders çıkarmamışçasına geçmişin tüm hastalıklarını bu sürece taşımışlardı. Daha işin başında EĞİTİM-İŞ ve EĞİT-DER ayrılığı bunun sonucuydu. Asıl düşmana gücü yetmeyenler, kendi müttefiklerinden düşman üretip, sözde mücadele ederek, kendi varlıklarına temel oluşturdular. Burjuva anlamda bile bir demokrat olamayanlar sosyalist devrimciliği kimseye kaptırmadılar.
EĞİTİM-İŞ’i kotaran ağırlıklı kanat yasallık, ilerde grevli toplu sözleşmeli sendika hakkını da savunuruzculuk , gelen gelsin bize tabi olsunculukla fili durum yaratınca diğer, sözde devrimci kanat da kendi yapısını oluşturmak zorunda kaldı. Bu kanat başlangıçta, düzen dernekleşme hakkı bile tanımazken sendikalaşmaya izin verir mi sizin kuracağınız sendikanın dernekten ne farkı olacak sendika demek grev ve toplu sözleşme hakkı demektir diye ayak sürümekten bu fiili durum karşısında vazgeçmek zorunda kaldı ve EĞİT-SEN’i kotardı. Ne var ki gericiler de bu gelişmeden etkilenip memur sendikaları kotarmaya kalkışınca sözde reformist ve devrimcilerimiz hizaya gelmek zorunda kaldılar. Sendikaları birleştirmekten başka çare kalmadı. Reformistlerin EĞİTİM’i ile sözde devrimcilerin SEN’i birleşip oldu EĞİTİM-SEN.
İşçi sınıfı sendikalarındaki antidemokratikliği, bürokratikliği barındırmama devrimci bir hat oluşturma savındaki solcularımız daha işin başında sekterlikle yola koyuldu. Yılların geri çekilme sürecinde yaşanan olumsuzlukları, başarısızlıkların nedenlerini sorgulamadan, program anlayışlarını, örgütlenme anlayışlarını değiştirmeden yola koyulup/yolda gerekenleri yapmayıp; kamu emekçilerinin sendikalaşma sürecine işçi sendikalarındaki tüm hastalıkları taşıdıkları gibi kendi solcu hastalıklarını da eklemekten geri kalmadılar. Kamu emekçileri, Osmanlılıktan hala kurtulamamış ülkemizde kapıkulu hastalığıyla malülken bir de belirtilen hastalıkları sırtlandı. Bu yetmiyormuş gibi son dönemin milliyetçi histeri yükselişinin, sözde antiemperyelizm hareketinin ve Kürt Ulusunun özgürlük mücadelesindeki gerilemenin ve sendika yönetimine önderlik edenlerin üyelere bilinç taşımadaki geriliklerinin daha doğrusu kendilerinin de milliyetçilik hastalığıyla malül oluşlarının etkisi altında kaldılar.
Bu koşullarda EĞİTİM-SEN kurultayından başka sonuç çıkmasını beklemek hayalcilik olurdu. Kendilerinden başka devrimci tanımayanlar tüzükte gerici değişikliği yaparken, sinsice, üyelerin geriliğinin ardına sığınıyorlar. Aynı üyelerden-delegelerden kendileri gibi keskin devrimcileri yönetime taşıyacak oyu almaya onları ikna etme becerisini, ana dilde eğitimin bir demokrasi gereği olduğu konusunda iknada gösteremiyorlar göstermiyorlar.
EĞİTİM-SEN, yukarıdan örgütlenmiş, işyeri esasına dayanmayan yöneticilerinde bir çok hastalığın bulunduğu bir sendika olmasına rağmen nasıl oldu da tüzüğüne başlangıçta anadilde eğitim talebini aldı? Bunun bir çok nedeni vardı. Öncelikle Kürt ulusunun özgürlük mücadelesinin etkisi, eğitim emekçileri mücadele tarihinin gücü, sendikanın başlangıçta bu kadar bürokratik olmaması, yönetimin yasal mevzuata dayanmamış olması yani yasal mevzuata/devlete dayanmanın henüz etkisinin olmadığı, milliyetçi histerinin ülkeyi henüz bu kadar etkilemediği bir dönemde ama yine tabanın değil tavanın kararlarıyla gerçekleştirilmişti. Hay’dan gelen hu’ya gider.
EĞİTİM-SEN’in egemenleri şunu bilmeli ki bu ülkede ana dilde eğitim hakkı demek, demokrasi demektir. Demokrasi varsa özgür sendikalar da vardır. Ana dilde eğitim hakkını savunup elde etmedikçe demokrasi de sendika da olmaz. İcazetli bir yapının başında bir süre daha kalırsınız. Buna boyun eğenlerin bir süre sonra ellerinden bürokratik olanakları da alınacaktır. Bu gün anadilde eğitim talebinin başına gelen, sizin de başınıza gelecektir. “Susma sustukça sıra size gelecek” sloganının son pratiğini siz yaşayacaksınız. Varlığınızın yegane temeli demokrasidir. Türkiye’de demokrasi sorunu demek ulusal sorun demektir.
Bu ülkenin tarihsel orijininde yarı kastlaşma vardır. Osmanlı/Bizans artığıdır. Bizantizm, tefeci-bezirganlık ve tekelci kapitalizm gericilikleri egemendir. Toplumsal sınıflar aynı zamanda birer etnisite durumunda olmuştur. Osmanlının son dönemi göz önüne getirildiğinde burjuva ve esnafların Ermeni, Rum, Yahudi; tefeci-bezirganlık, köylü ve göçebelerin Türk, Kürt vd. olduğu görülecektir. Burjuvazi yani Ermeni ve Rumlar yenilmiş; tefeci-bezirganlık kazanmıştır. Kürt sorunu demek köylü sorunu demektir. Burjuva demokrasisi demek, köylü sorununu aşmak demektir. Kürt sorunu aşılmadıkça, demokratikleşme sorunu; anadilde eğitim sorunu aşılmadıkça, Kürt sorunu aşılamaz.
Yazan: Muzaffer Babürcan – 08 Temmuz 2005
http://www.koxuz.org/koxuz/articlecomments.php?article_id=96