3 Temmuz bir milat değil elbette, ancak on yılları bulan kamu emekçileri mücadelesinde önemli bir dönemeçtir. Kimileri tarafından durumun vahameti yol ayrımı olarak yorumlansa ve kimilerince bitiş teorileri yapılsa da, her iki tespitte de; ilki süreci geriden takip etmenin, diğeri ise güvensizliğin ve geleceksizliğin yorumudur. Eğitim-Sen 2. Olağanüstü Genel Kurulu, kurgulanışı ve sonuçları ile değerlendirildiğinde […]
3 Temmuz bir milat değil elbette, ancak on yılları bulan kamu emekçileri mücadelesinde önemli bir dönemeçtir. Kimileri tarafından durumun vahameti yol ayrımı olarak yorumlansa ve kimilerince bitiş teorileri yapılsa da, her iki tespitte de; ilki süreci geriden takip etmenin, diğeri ise güvensizliğin ve geleceksizliğin yorumudur.
Eğitim-Sen 2. Olağanüstü Genel Kurulu, kurgulanışı ve sonuçları ile değerlendirildiğinde ciddi yeni ipuçları vermesi ile birlikte, yol ayrımının çoktan geçildiğini göstermekte olup, bir son ve bitim noktası olarak da yorumlanamaz. Çünkü bitme noktasında olan Eğitim-Sen Merkez Yönetimi’ni oluşturan anlayışlardır ve bu tercihlerini yıllar önce yapmışlardır. Uzun yıllardır çalan tehlike çanları onları hızla sona sürüklemektedir.
Sonu olmayan bataklığa çekilmek istenen Eğitim-Sen’dir.
Son Olağanüstü Genel Kurul; teslimiyetin, tükenişin ve çürümenin derinleşerek devam ettiğini, bataklığın derinlerine atılan adımların hızlandığını bir kez daha göstermiştir. Bir kez daha göstermiştir bu yok oluşun sınırı ve sonunun olmadığını.
Önderlik iddiasında bulunan DSD, SB, YH, EH kutsal bloğu kendilerinde her geçen gün derinleşen yenilgi psikolojisini çoktan örgüte taşımış ve bunun teorisini yapar olmuştur. Söz konusu anlayışlarda, yasallığın amaçlaştırılması, tabanın militan potansiyelinden duyulan korku, derinleşen kimlik ve kişilik kaybı, iddia ve iktidar bilincinden yoksun oluş, değer yitimi ve erozyonu, sarsıcı ve derinlemesine yaşanmaktadır. Burjuvazi ve onun devletinin yoğun saldırıları karşısında tutunamayan bu anlayış, devrimcilerin yarattığı derin boşlukla da birlikte, Eğitim-Sen’i ve onurlu mücadelesini güçsüz kılmış, diplere doğru taşımıştır.
Sadece kapatma davası ile başlayan süreç bile gözlendiğinde tehlike görülmeyecek gibi değildir. Tüm bu yaşanalar, sınıf mücadelesinin önemli birer mevzisi olan Eğitim-Sen ve KESK için hayati gelişmelerdir.
Teslimiyet ve taviz siyasetinin doruğunu soluyan bu anlayışlar, anadil konusundaki attıkları geri adım ile tabela sendikası olmayı koruyacaklar belki ama kendilerini asla. Tek yaşam alanı olarak gördükleri Eğitim-Sen bu haliyle, özellikle bitme noktasında olan ÖDP’yi ve diğerlerini kurtarmaya yetmeyecektir.
Yaşlanan kadro yapısı ve sistem içi siyasetin temsilcisi olan ÖDP, bitişe giden yolda sarılacak ve kendini koruyacak tek alan olarak seçtiği KESK içinde tabela sendikaları yaratma çabasındadır.
AB ve demokratik cumhuriyet hayali ile kafası bulanmış yurtsever hareket ise Eğitim-Sen’i önemli bir araç olarak görmektedir. İhtiyaçları olan tek şey, mücadele eden bir örgüt değil kullanabilecekleri paravan birer kurum yaratmaktır. Kürt ulusuna özgürlük talebinden çok önce vazgeçen yurtseverler anadil hakkına dahi sahip çıkamaz haldedir. Anadil hakkına sahip çıkan devrimcilere, “biz sahip çıkmıyoruz size ne oluyor” kaba yaklaşımıyla onlar, geri adım atmamış örgütün açık kalması için fedakârlıkta bulunmuşlardır!
Diğerlerine göre daha solcu bir görüntü çizme çabası içinde olsa da ifade ettiği yer aynı olan EMEP ise bugüne kadar görmezden geldiği Kürt sorunu üzerinden nemalanmanın peşindedir. Tüzük değişikliğine hayır demekle sergilediği sözde tutarlı tavrın, gelecekte kendini güçlendireceğini düşünmektedir. Aslında en “tutarlı” onlardır! Ama Genel Kurul salonunda saldırıya uğrayan devrimcileri görmezden gelmiş, atılan sloganlara dahi eşlik etmemiş ve yeni kurulan sendikanın bileşenlerinden biri olmayı da reddetmemişlerdir.
Son dönemde gemi azıya alan Sendikal Birlik ise parçalanmış yapısı içinde meşruiyet kavgası ile meşguldür. Faşist Kamu-Sen’den farklı olmayan çizgisi dörtlü kutsal bloğun dolgusu durumundadır.
Bütün bu bileşenlerin yıllardır sendikal önderlik iddiasında bulunması ve bir türlü yerlerinden kazınamamış olması keskinleşen sınıflar mücadelesinde önemli bir yerde durmaktadır. 2. Olağanüstü Genel Kurul’a da damgasını vuran bu ittifaktır.
Genel Merkez yönetimini oluşturan anlayışları ister ayrı ayrı istersek de birlikte değerlendirelim sonuç olarak; sendika ağalığının tarihsel olarak görevini bir kez daha yerine getirdiği görülecektir. Sınıf mücadelesinden yana değil sistemden yana yapılan tercihi de.
Ancak, 3 Temmuz günü sergilenen devrimci dayanışma ve “Eğitim Sen’i Teslim Etmeyeceğiz!” iradesi kimi eksiklik ve zaaflarına rağmen, döneme damgasını vuran başka önemli bir yandır.
Olağanüstü Genel Kuruldan haftalar öncesinde başlayan toplantılar ve bu toplantıları merkezileştirme çabası sonuçlarını vermiştir. “Eğitim Sen’i Teslim Etmeyeceğiz” de somutlanan bu çaba içinde birçok farklılıkları barındırsa da ortak tavır sergileme konusunda ileriliklere sahiptir.
Bölgesel olarak hazırlanan ortak bildirgeler, 3 Temmuz günü Ankara’da olma çağrısı, 2 Temmuz günü yapılan toplantıda ortak hareket etme eğilimi Genel Kurul’da meyvelerini vermiştir. Uzun zamandır bir araya gelmiş en kitlesel ve kararlı bir kitleyle yapılan yürüyüş devleti ve sendika ağalarını şaşkına çevirmiş ve korkutmuştur. Sendika ağaları, günler öncesinden başlattığı “salonu işgal edecekler” yaygarasıyla kapılara barikat kurmuştur. Barikatı kurma ve koruma görevi, faşizme karşı atacak tek bir taşı olmayan DSD’li çakallar tarafından layıkıyla yerine getirilmiştir. Ama ne fayda, “Yaşasın Devrimci Dayanışma” ve “Kahrolsun Sendika Ağaları” sloganı ile barikat aşılmış ve içeriye girilmiştir. Bu işlerin bizsiz olmayacağı bir kez daha gösterilmiştir.
Sonuç olarak;
Tarihsel olarak görevini bir kez daha yerine getirmenin hazzını yaşayan sendika ağaları, süreci kendilerinden yana yontmaya devam edecekler ve örgütü çok daha geriye taşımak için ellerinden geleni yapacaklardır. Buna izin vermeyeceğiz!
Devrimci Proleter Memurlar olarak;
* Her geçen gün derinleşen teslimiyete izin vermeyeceğiz,
* Yeni devrimci bir sendikal hareket yaratma çalışmamızı doğrudan devrim ve sosyalizm mücadelesi ile ortaklaştırarak yürüteceğiz,
* Mesleki temelde yürütülen bir gençlik mücadelesiyle bütünleştireceğimiz çalışmaları yılmadan devam ettireceğiz,
* Sendikalarımızda söz sahibi olmayı başaracak sınıf mücadelesinin nasıl yürütüleceğini göstereceğiz,
* Emekçi Memur çalışmamızı hem nicel hem de nitel olarak ileriye taşımak ve çekim merkezi olmak için gereken çabayı fazlasıyla göstereceğiz,
* Devrimci bir sendikal hareket yaratma çabası içinde olanlarla ilkeli ve samimi olarak birlikte yürüyecek hatta buna zorlayacağız,
* Kamu çalışanları ve mücadelesi noktasında geçmişte olduğu gibi yeni ve doğru tespitler yapacak ama bu kez uygulayıcısı da olacağız,
* Faşizmin saldırılarına, sosyal yıkım ve sefalet yasalarına, hayatlarımızın hücreleştirilmesine karşı bulunduğumuz her yerden mücadeleyi yükselteceğiz.
* Sınıfsız sömürüsüz bir dünya yaratma mücadelemizde üzerimize düşen görevleri layıkıyla yerine getireceğiz.
Kahrolsun Sendika Ağaları!
Eğitim-Sen’i Teslim Etmeyeceğiz!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!
Niğde’den bir Emekçi Memur
Bu yazı Alınteri.org sitesinden alınmıştır.