Biz bu konuda ısrarla ve ısrarla, bunun sadece anadilde öğrenim meselesi olmadığını; davanın siyasal olduğunu, siyasal yanıt verilmesi gerektiğini ifade ettik. Bu davanın Eğitim-Sen’i MGK çizgisine çekmeye çalışma davası olduğunu; özelde Eğitim-Sen’i, genelde KESK’i “ıslah etme” davası olduğunu; 12 Eylül hukukunu koruma davası olduğunu; Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde, demokratik kitle örgütlerini ezmek davası olduğunu; sermayenin […]
Biz bu konuda ısrarla ve ısrarla, bunun sadece anadilde öğrenim meselesi olmadığını; davanın siyasal olduğunu, siyasal yanıt verilmesi gerektiğini ifade ettik. Bu davanın Eğitim-Sen’i MGK çizgisine çekmeye çalışma davası olduğunu; özelde Eğitim-Sen’i, genelde KESK’i “ıslah etme” davası olduğunu; 12 Eylül hukukunu koruma davası olduğunu; Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde, demokratik kitle örgütlerini ezmek davası olduğunu; sermayenin DKÖ’leri sivil toplumculaştırma davası olduğunu; Eğitim-Sen’in devletin ideolojik aygıtına dönüştürülmeye çalışıldığını salonda ifade ettik.
Sonuçta bizimle birlikte, Emek Hareketi, DTP, Devrimci Dayanışma Hareketi ve diğer farklı gruplar tüzük değişikliğine ret oyu kullandılar. DSB dediğimiz grup, ÖDP’liler ve Kürt milliyetçileri kabul oyu kullandı.
Kürt milliyetçileri bunlar bizim “olmazsa olmazımız değildir” dediler. Hatta, bu arkadaşlar şunu dediler; “Bu Kürtler’e açılmış bir davadır. Biz devrimciliği sizden öğrendik. Ama sizi aştık, siz artık bizden öğreneceksiniz” dediler. Biz de kendilerine, madem aştınız, neden “Türkiyelileşme”kten sözediyorsunuz dedik. Bizim sizden öğrenebileceğimiz bir şey yoktur. Ama sizin yine bizden öğrenecekleriniz vardır dedik. Öğrenmek istiyorsanız, beş yıldır süren direnişe bakın, öğrenmek istiyorsanız Ayşenur Şimşekler’e bakın, Elmas Yalçınlar’a bakın dedik kendilerine. “Bu akıl devletin aklıdır” dedik. Sizin modelinizin adı demokratik emperyalizm mi dedik. Ki bahsettiğiniz AB ve ABD anlayışları, bugün Bağdat’ın yıkıntıları arasında kaybolmuştur dedik. AİHM’i beklemek politikası, delegelerin idaresine ipotek koymak demektir. Mücadele etmemeyi öğütlemektir. Bu AB’ci ve sivil toplumcu anlayıştır dedik. Burda sorunun ideolojik olduğunu söyledik.
Biz şunu da söyledik: Bu aynı zamanda Kürt halkının kimliğinin yırtılıp atılmasıdır. Bu kimlik Genel Kurul’un önüne atılmıştır. Bu Genel Kurul karar verecektir; bu kimlik ya birleştirilecektir ya da buna ortak olunacaktır diye. Ve Genel Kurul salonunda Pir Sultan’ın bir sözünü kullandık: “Dönen dönsün, biz dönmeyiz yolumuzdan!”
Bu siyasal bir duruştur. Siyasal bir cevap verilmelidir. Bunun için kitlemiz vardır. Konuşurken alternatifimiz olmadan konuşmuyoruz. Sonuç almaya yönelik kesin bir direniş örgütlenmelidir.
Fakat bunların direnme değil, işi Avrupa Birliği’ne, AİHM’e havale etme yönünde bir mantıkları vardır. Başkan Alaaddin Dinçer, konuşmasında bu maddeyi çıkartıyoruz ama yarın dava AİHM’de görüldüğünde, tekrar buraya koyacağız demiştir. İşi yaz boz tahtasına dönüştürmüştür. Bu geri adımı atan bir Eğitim-Sen’in artık gelecek saldırı yasaları karşısında direnme şansının çok fazla olduğunu düşünmüyoruz.
Bu siyasi anlayıştaki arkadaşlar, tamamen yukarıdan aşağıya AB süreciyle demokratikleşileceğini ve haklarımızı alacağımızı… düşünmüş, sürekli olarak örgüt içerisinde bu argümanı öne çıkarmışlardır. Ve bu süreçteki kapatma kararı aslında onları şok etmiştir. Yaşadığımız süreçten biliyoruz. Eğitim-Sen MYK’nın, sendikanın kapatılması sonrası ne olacağına dair bir planı dahi olmamıştır. Çok sonrasından alınan bütün eylem kararları ise, tamamen göstermelik, oyalamacılık, kendine güvensizliğin ifadesidir.
Yürüyüş Dergisi / 10/07/2005