Kaplanlara, kurtlara ve kuzulara dair… Mao , ”Emperyalizm kâğıttan kaplandır” diyordu: İhtişamlı ama kof. Humeyni de, Waşhington ile Tahran arasındaki ilişkiyi ”kurtla kuzu arasındaki ilişkiye” benzetiyordu. Bence ikisi de haklıydı. Bildiğiniz gibi, ABD-İngiltere ekseni (kaplanlar ve kurtlar) kimi ülkeleri ”şer ekseni” (kuzular) olarak saptayarak saldırmaya başladılar. Afganistan’a, diplomatik süreçlere hiçbir şans tanımadan girdiler. Irak’sa, bir […]
Kaplanlara, kurtlara ve kuzulara dair…
Mao , ”Emperyalizm kâğıttan kaplandır” diyordu: İhtişamlı ama kof. Humeyni de, Waşhington ile Tahran arasındaki ilişkiyi ”kurtla kuzu arasındaki ilişkiye” benzetiyordu. Bence ikisi de haklıydı. Bildiğiniz gibi, ABD-İngiltere ekseni (kaplanlar ve kurtlar) kimi ülkeleri ”şer ekseni” (kuzular) olarak saptayarak saldırmaya başladılar. Afganistan’a, diplomatik süreçlere hiçbir şans tanımadan girdiler. Irak’sa, bir sürü sahte gerekçeye dayanılarak işgal edildi. Ancak Afganistan’da kurulan sözde yönetimi Kâbil dışında takan yok, feodaller her şeye egemen. Irak giderek Vietnam’a benziyor.
Bu arada, Latin Amerika’da bir ”kuzu” , Venezüella, onurunu koruyor. ABD, ilk kez, tüm çabalarına karşın Amerika Ülkeleri Örgütü’nün başına kendi adayını seçtiremedi, hiçbir Latin Amerika ülkesini Venezüella’ya karşı kendisine destek vermeye, ”serbest piyasanın gelişme sürecinin askeri yanına önem vermeye” ikna edemedi. Nihayet geçen hafta Afrika Birliği ülkelerinin, ABD ve İngiltere’nin Zimbabwe ile ilgili taleplerine ”Daha önemli işlerimiz var” diyerek geri çevirme cesaretini bulması kaplanın kâğıdının incelmekte olduğunu gösterdi.
Kurtların şaşkınlığı
Kaplanların/kurtların en büyük zaafı sanırım kendi güçlerine duydukları aşırı güven. Bu yüzden, ”gerçekliği yaratabileceklerine” inanabiliyorlar. Durum böyle olunca da sık sık şaşkınlığa düşmeleri kaçınılmaz.
11/09 trajedisiyle ilgili hâlâ çözülemeyen istihbarat denklemlerini, Irak halkının işgalcileri bağrına basacağına ilişkin tuhaf beklentileri bir kenara bırakalım, ”depremin” olduğu yere, İran’a bakalım. Şah devrildiğinde de ABD yönetimi, bir şok yaşamıştı. Çünkü ABD, bölgedeki en önemli müttefikinin ülkesindeki siyasi iklimden habersizdi. İran hâlâ bölgede, ABD’nin, Irak’tan sonra, en büyük baş ağrısı. Üstelik rivayete göre, nükleer bomba imal etmeye hazırlanıyor. İşte böyle bir ülkede başkanlık seçimleri oluyor, seçimlerden önce Batı medyasında sütunlarca, saatlerce yorum yapılıyor, ancak Ahmedinecad ‘ın adı bile geçmiyor.
Seçimlerden sonra Fox News, Rumsfeld ‘e, Ahmedinecad’ı soruyor. Amerikan Savunma Bakanı, ”Ben bu adamı bilmiyorum” diye cevap veriyor. Bush ‘un milli güvenlik danışmanı Hadley ‘e göre İran (Taliban’a karşı ABD ile işbirliği yapmış, Irak kukla hükümetini tanımış olmasına karşın) ”terörü destekleyen ülkelerin başında geliyor” .
Varlığından bile haberdar olunmayan bir adam, İran’da seçimleri kazandı, devlet başkanı oldu, kafalar iyice karıştı. Örneğin bir yorumcu ”ultra-İslamcı” gibi anlamsız bir kavrama sığınırken İngiliz gizli servisinden bir uzmanın, Ahmedinecad için, ”Bu adam kafadan çatlak” ifadesi, bizi, ”adamdan” daha çok bu uzmanın çaresizliği hakkında bilgilendirmiş oluyor. Bir başka yorumcu İran’da şimdi ”katılık yanlısı” olanlarla ”daha çok katılık yanlısı” olanlar arasında çatışma olacağını muştuluyor.
Parametrelerin dışına çıkınca…
Bu saçmalıkların üretilmesinde sanırım, 25 yıldır egemen olan küreselleşmeci paradigmanın büyük rolü var. Bu paradigmanın arkasındaki ”epistemik” sistem (ve ”hakikat-rejimi” ), sınıf mücadelesi, ulusal bağımsızlık, eşitlik, halkçılık, emperyalizm gibi kavramları dışlıyor, insan yaşamının düzenlenmesinde serbest piyasadan başka bir araç tanımıyor. Adeta dünyada yalnızca küreselleşme yanlıları ( ”reformcular” , ”çağdaşlar” ) ve karşıtları var. Dünya ve siyaset bu kadar basite indirgenince de, bizzat ”küreselleşmenin” , serbest piyasanın arkasındaki gerçekten (kapitalizmden) kaynaklanan sorunları çözmek bir yana görmek bile olanaksızlaşıyor.
Venezüella’da Chavez rejiminin dayanıklılığı, Fransa ve Hollanda halkının anayasaya hayır demesi, nihayet İran seçimlerinde Rafsanjani (+ ”reform” yanlıları) hezimete uğrarken Ahmedinecad’ın başkan seçilmesi gibi gelişmelerin arkasında, ulusal bilinç, antiemperyalizm, sınıf mücadeleleri gibi etkenler var. Dolayısıyla bu olaylar, verili ”epistemik sistemin” parametrelerinin dışında kalıyorlar, ”hakikat rejimi” sarsılıyor, at gözlüklü yorumcular da saçmalamaya başlıyor.
Halbuki oluşmaya başlayan tehlikeli konjonktürü çok iyi anlamak gerekiyor. Örneğin, eğer İran’da molla rejimi halkın desteğini, ulusalcılık ve halkçılık zemininde yeniden elde ettiyse, bunun siyasi ve jeopolitik etkileri çok yönlü olacak. ABD patentli ”ılımlı İslam” adaylarının sahtekârlığını gizlemek zorlaşacak, dinin temel ilkelerine (hakikatine) sadık kalmaya kararlı, radikal akımlar güçlenmek için uygun bir iklime kavuşacaklar. Diğer taraftan, modern/laik ulusalcı akımların, eğer halkçı bir politik program geliştirmezlerse, bu yeni siyasi iklimde ayakta kalmaları çok zorlaşacak. Sosyalist solun ise dikkatini post-modernizmin öne çıkardığı, ”yaşam tarzı” , ”kimlik politikası” gibi alanlardan hızla antiemperyalizm, zenginler ve yoksullar, emek hareketinin sorunları, egemen ideolojinin dinamikleri gibi konulara ve parçalanmış güçlerini bir araya getirmenin araçlarını yaratmaya çevirmesi gerekecek. Bölgemizde zaman yeni bir etkenle biraz daha hızlandı.
[email protected]
Cumhuriyet Gazetesi 29/06/2005