Ancak bu şenliği, 2001’de meydana gelen iki olay, 11 Eylül saldırısı ve Arjantin’in Aralık’taki ekonomik çöküşü sona erdirdi. Pek çok Latin Amerika hükümeti 10 yıllık neo-liberal reçeteler doğrultusunda yaptıkları deneyimlerinden uyanarak başladıkları yerden daha iyi bir yere gelemediklerini, aslında, pek çoğu daha da kötü durumda olduklarını fark ettiler. ABD kendini aniden Teröre Karşı Savaş’ının içine […]
Ancak bu şenliği, 2001’de meydana gelen iki olay, 11 Eylül saldırısı ve Arjantin’in Aralık’taki ekonomik çöküşü sona erdirdi. Pek çok Latin Amerika hükümeti 10 yıllık neo-liberal reçeteler doğrultusunda yaptıkları deneyimlerinden uyanarak başladıkları yerden daha iyi bir yere gelemediklerini, aslında, pek çoğu daha da kötü durumda olduklarını fark ettiler. ABD kendini aniden Teröre Karşı Savaş’ının içine gömünce, Arjantin, Peru, Uruguay ve Brezilya gibi ülkeler, kendilerini korkunç bir borç altında inleten, giderek büyüyen işsizlik ve daha da eşitsiz gelir dağılımı yaratan ve iyi idare edilemeyen reformlarıyla baş başa kaldı.
11 Eylül’den bu yana ABD’nin Latin Amerika’daki siyaseti, Arjantin’in borcunu ödeyemeyeceğini açıklayarak milyonlarca Arjantinlinin fakirliğe mahkum edildiği günlerde Washington’un onu kurtarmaya yanaşmamasıyla uluslararası kamuoyunda açıkça ortaya çıktığı gibi, daha çok Latin Amerika’yı bir yanda korkutmayla öte yanda ilgisizlik arasında gidip gelmiştir. Bunun ve Latinlerin ABD’den gördüğü diğer küstahlıklar sonucu çoğu Latin Amerika ülkesi düzenli bir şekilde ABD’ye karşı tavır almaya başlamışlardır.
Yıllık yapılan Latinobarómetro kamu yoklamasında 1990’larda ABD’nin bölgedeki imajını geliştirdiği görülmekteydi.(1) Ancak bu süreç 2002’de değişti. 2004’e gelindiğinde ise 18 ülkeden 20,000 kişiyle yapılan soruşturma sonucu Arjantin, Bolivya, Meksika ve Uruguay’da ABD’ye olumlu bakanlar artık azınlıktaydı. Brezilya’da yoklanan halkın sadece yarısı ABD’ye sıcak bakıyordu. Olumlu yaklaşımdaki bu gerileme tamamen bir geri dönüş yapan Meksika’da en çarpıcı biçimiyle görüldü. 2001’de kesin çoğunluk (%63) Birleşik Devletler için iyi fikirler beslemekteyken, 2004’te bu oran yüzde 41’e inmişti.
Bölgenin son anti-Amerikan (devrimci 1960’lar ve 1970’lerdeki) dalgasının tersine, bugünün anti-Amerikancılığı kurumlaşmış siyasetlere ya da geleneksel ideolojik ayrımlara dayanmamaktadır. Bu, daha çok ana akım paradigmalarının içinde, ABD’ye karşı şiddet yerine ABD’nin etkisi ve gücüne daha geniş bir siyasi ve kültürel direniş öneren bir anti-Amerikancılıktır.
Eski anti-Amerikancılık sağda ya da soldaki liderlerin (demagojik olarak seçmenlerini gaza getirmek ve gözleri yerel problemlerden başka yerlere çekmek için) kullandıkları popülist aletlerinden birisiydi. Bugün ise anti-Amerikancılık halkın içinden, aşağıdan bir güç olarak gelişmektedir. Bunun nedenleri ise, demokratik bir içerikle oluşmakta olduğuna, yani tam tersi olacağına, kamu düşüncesinin hükümetlerin siyasetini belirlemeye başlaması gerçeğine bağlanabilir.
Latin Amerika siyasileri en az ABD’deki siyasiler gibi kamu yoklamalarının tiryakisidirler. Bunun da gayet geçerli nedenleri vardır. Eğer kendileri hakkında kamu düşüncesi olumsuz olmaya başlarsa, daha zamanları dolmadan düşürüleceklerini gayet iyi bilmektedirler. Kamu oyunun en kolay tanımlanabilir ve tutarlı karakteristiğinin ABD karşıtlığı olmaya başladığını keşfeden bölgenin politikacıları da şimdilerde ABD siyasetine muhalefet etmeye dört elle sarılmaya başlamışlardır. Bölgenin pek çok yeni yetme orta-sol liderleri, seçmenleri kendilerine yolladığı için bu anti-Amerikancılığa şükran duymaktadırlar.
Özellikle Güney Cone ve Meksika’daki kamu oyu araştırmaları ABD’nin “terörizme karşı savaş”ına çok derinden gelen bir hoşnutsuzluk ortaya çıkarmıştır. 2004’de yapılan Latinobarómetro araştırması, Arjantin, Uruguay, Meksika, Brezilya, Bolivya ve Şili’de ABD’nin Irak’taki eylemlerine desteğin onda birden bile az olduğunu gösterdi. Dünyada çatışmalara Washington’un nasıl baktığı daha da geniş şekilde sorulduğu zaman, ABD siyasetine karşı olma seviyesi de hemen aynı seviyede yükseliyordu.
ABD’ye kızgınlığın nedenleri terörizmle uğraşmasından daha ilerilere gitmekte. Her gün gelen haberlerle beslenen bir sürü başka problemler bugünün anti-Amerikancılığını beslemekte: 2001’de Arjantin’in ekonomik ve politik çöküşü sırasında ABD’nin katı duyarsızlığı; serbest ticaret teraneleri okurken kendi çiftçilerine verdiği milyarlarca sübvansiyonları durdurmaması; Venezüella Başkanı Chavez’e karşı yapılan darbeye Washington’un sessiz desteği; ve (özellikle Meksika’da) 11 Eylül sonrası göçmenlere gösterdiği kötü muamele ile etkin ve insancıl bir göçmenlik sistemi yaratmamış olması.
2002’nin sonları ve 2003’ün başlarında Latin Amerika, daha Irak işgali olmamışken bile, savaş karşıtı duyguların ve protestoların temel merkezi olmuştu. Savaş çabalarına katılmaları için çağrıda bulunan ABD’ye karşı çıktıkları için her ne kadar Almanya ve Fransa dikkatleri daha çok üzerlerine topladılarsa da, Washington’u hayrete düşüren Latin Amerika’nın ABD’nin “Gönüllüler Koalisyonu”nun sesini kesmede aynı derecede etkin olmasıydı.
Arjantin’in neden savaş karşıtlığında dünya birincisi olduğunu sosyolog Manuel Castells’in IMF’in “parasal diktası” olarak adlandırdığı siyasetinin en yeni kurbanlarından olduğu gerçeği açıklayabilir.(2) 2003’ün Ocak ayında 41 ülkede yapılan bir Gallup kamuoyu yoklaması Arjantin’de hayret verici %83’lük bir çoğunluğun Irak’a karşı “ne olursa olsun” bir askeri harekete karşı olduklarını ortaya koydu.(3) Bu muhalefet, nüfusunda daha fazla Müslüman bulunan Pakistan, Hindistan, Malezya ve Nijerya gibi ülkelerden çok daha yüksekti. Gallup tarafından yoklama yapılan beş Latin Amerika ülkesinde (Bolivya, Kolombiya, Ekvador ve Uruguay da yoklanmıştı) kesin çoğunluk şartsız olarak Irak savaşına karşıydı.
Bölgenin liderleri, Orta Amerika’nın çoğu, Dominik Cumhuriyeti ve Kolombiya dışında, savaşa destek vermeyi reddettiler. BM Güvenlik Konseyi’nin dönüşümlü üyeleri Şili ve Meksika, Irak’a karşı askeri bir eylem kararını kabul etmeyi reddederek işgalin haklılığına hatırı sayılır bir darbe vurdular.
Kamuoyu ve onu şekillendiren anti-Amerikancılık Latin Amerika’nın Gönüllüler Koalisyonundan uzak durabilmesinde önemli bir rol oynadı. Eğer kamuoyu yoklamaları Latin Amerikalı halkın büyük bir çoğunluğunun gelmekte olan savaşı reddettiğini göstermeseydi bölgenin liderlerinin bu denli savaş karşıtı olacakları ya da Beyaz Saray’dan Birleşmiş Milletler kararını desteklemeleri yönünde gelen müthiş baskılara Meksika ve Şili’nin direnebilecekleri şüphelidir.
ABD’nin önderliğindeki bir savaşa karşıt olmak illaki de anti-Amerikancılığa eşit değildir. Ancak, Latin Amerika’da ABD’nin dış politikasının 11 Eylül sonrası askerileşmesinin eleştirisi özellikle Bush yönetiminin ama genelde ABD’nin dış siyasetinin toptan kötü görülmesinin ve ABD’nin bir imparatorluğa dönüştüğü yaygın görüşünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
ABD’nin bir imparatorluk haline geldiği görüşü özellikle Irak’ın işgalinden sonra daha netleşmiş ve dergi ve Latin Amerikan solcu kaynak kitaplarından bölgenin ana akım medyasına, halkın tartışmalarına ve yemek sonrası sohbetlere girmiştir. Arjantin’in mali çöküşünün en kötü günlerinde haftalık magazinlerden kablolu yayınlardaki konuşma programlarına kadar herkes, ABD’nin, Amerikalı yatırımcıların Pampas ve Patagonya’da geniş topraklar kapatabilsin diye, Arjantin’i bir ekonomik batırma komplosunun içinde olduğu senaryoları üretmekteydiler.(4) Yakınlarda Brezilya’nın saygın gazetesi Folha, 2004’deki ABD seçimlerini izlerken başlık atıyordu: “İmparatorluk Oy Kullanıyor.”(5) Şubat ayında da Mex
ico City gazetesi El Universal’da yazan tanınmış akademisyen ve gazeteci Pablo Marentes Gonzales ABD-Meksika sınırını eski Roma’nın açık sınırlarına benzetiyor ve bütün çabalarına rağmen ABD’nin yüz binlerce İspanyolca konuşan insanın her yıl sınırdan içeri dışarı girip çıkmasını önleyemeyeceğini yazmaktaydı.(6)
Politik liderler bu eleştirel tondan yararlanarak kamuoyuyla siyasi stratejinin birbirini etkilediği bir döngü yaratıyorlar. Aleni konuşmalarında güçlü anti-emperyalist, anti-Amerikan demeç veren sadece Küba başkanı Fidel Castro ile Venezüella başkanı Hugo Chavez değildir. Her ne kadar başka liderler onlar kadar cüretkar değillerse de, ABD’nin eylemlerini ve davranışlarını eleştirdiklerinde bu liderlerin seçmenleri ne dediklerini anlamaktadırlar.
Londra’da 2003’te yapılan ve dünyanın merkez-sol liderlerinin en büyük katılımı olarak nitelenen İlerici Yönetim Konferansında (Progressive Governance Conference) Brezilya başkanı Luiz Inacio da Silva ABD’nin tek başına hareket etmesini eleştirdiğinde dinleyenleri güldürerek, Irak savaşından hemen sonra, “Eğer ABD’de hayranlık duyduğum tek şey varsa, o da, ilk düşündüklerinin kendileri olmasıdır, ikinci düşündükleri de üçüncü düşündükleri de kendileridir. Daha sonra, eğer vakitleri kalmışsa, daha da fazla kendilerini düşünürler.”(7) demiştir.
O kadar çok Latin Amerikalı Lula’nın eleştirilerine katılmaktadır ki, son seçimlerdeki davranışları kısmen de olsa, bu anti-Amerikan duygularına bağlanabilir. Halk, Arjantin’de, Uruguay’da ve Brezilya’da arkasında ABD’nin güçlü etkisi olan siyasetlerden geri çekilme sözü veren sol-eğilimli hükümetleri seçmişler, ya da Venezüella’da olduğu gibi hükümette bırakmışlardır. Bu siyasetler, neo-liberal politikalar, FTAA (Free Trade Area of the Americas – Amerika’da Serbest Ticaret Bölgeleri), ve Teröre Karşı askeri Savaş ve benzerleri olarak sıralanabilir. Son yıllarda (Washington kaynaklı çok taraflı borç veren kurumlarca yapılan özelleştirme siyasetleri ve ABD sponsorluğunda koka bitkisinin yok edilmesi kampanyaları gibi siyasetler yüzünden) anti-Amerikancılık Bolivya’da birbiri ardından hükümetleri sarsmaya yardım etmiştir. 2002 başkanlık seçiminden önce ABD elçisi Bolivyalıları Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) partisinin kokalero (koka bitkisi yetiştiricileri) lideri Evo Morales’e oy vermemeye çağırdığında, bu tavsiye ters tepki yaptı. Morales müthiş bir destek görerek neredeyse seçimleri kazandı. O zamandan bu yana da Bolivya siyasi yaşamında büyük etkisi olan Evo Morales’in 2007 seçimlerinde başa koşacağı tahmin edilmektedir.
Belki sadece bir pazarlık oyunu da olsa, seçmenlerinin anti-Amerikancılığı Latin Amerikan liderlerini ABD’nin ve yandaşlarının çıkarlarına açıktan karşı çıkmaya yüreklendirdi. Örneğin, Arjantin’de başkan Nestor Kirchner’in başarılı karşı çıkma siyasetine anti-Amerikancılık çok yakından bağlıdır. Arjantin borç ödemesi yapamayacağını bildirdiği zaman, Kirchner yönetimi, ABD’nin en büyük pay ve söz sahibi olduğu IMF ile pazarlığa koyun gibi her şeyi kabul eden bir borçlu rolü ile değil sıkı bir pazarlıkçı olarak oturacaktı.
Kirchner’in hükümeti, alacaklılarıyla ve yatırımcılarla daha önce akla gelemeyecek ödünleri koparabilmek için uğraştı ve sonunda borçlarını yenilemede %75 garantiyi sağlayabildi. Borç yüklerini hafifletmek isteyen ağır borçlu başka ülkelere de örnek olabilecek bir pazarlık söz konusuydu burada. ABD (ve onun uzantısı IMF) hakkında çok olumsuz görüşleri olmasaydı Kirchner’in bu savaşçı tutumu takınıp sonunda kopardığı siyasi mükafatları elde etmesi çok zor olurdu.
Brezilya’da ise, halkının ezici çoğunluğunun anti-Amerikancılığının ağırlığını kullanarak, Başkan Lula bu yarımkürede ABD’nin prestij ve gücüne temel denge olabilecek bir konumu ülkesi yararına koparmaya cüret etmektedir. ABD’nin gündemi belirleme teşebbüslerine Brezilya’nın karşı çıkışı hem Cancun’da yapılan 2003’deki Dünya Ticaret Örgütü toplantılarının hem de Miami’de 2004’de yapılan FTAA tartışmalarının başarısızlıkla sonuçlanmalarına neden oldu. Dünya Ticaret Örgütü toplantısında Çin ve Hindistan’la birleşen Brezilya kendisini tüm dünyanın gelişmekte olan ülkelerinin avukatı konumuna getirerek, fakir ülkelerin küresel pazarlara girememesinin nedeni olan ABD’nin kendi içindeki tarım sübvansiyonlarına son vermesini talep etti. Brezilya Güney Amerika’da bölgesel entegrasyonun gelişmesinin motoru durumundadır. Lula’nın teşvikiyle bölgenin lider ve temsilcileri geçen senenin sonunda Peru’nun Cuzco şehrinde toplanarak Avrupa tarzı bir birleşme modeli olan Güney Amerika Uluslar Birliği’ni (South American Community of Nations) kurdular. Pek çok kimseye göre şu anda sadece bir hayal olsa da bu projenin Amerikaların entegrasyonunun hızını ve yönünü şekillendirmek isteyen ABD hırsına bir meydan okuma olduğu da kesin.
Analizci Farid Zekeria’nın görüşüne göre, kapitalizmin saygın bir eleştirisinin olmaması durumunda, anti-Amerikancık dünyanın yeni “hoşnutsuzluğun ideolojisi” haline gelmiş olmaktadır. Bir ideoloji olarak, tamamen tutarlı olmayıp ve hatta bulanık da olsa, Zekeriya anti-Amerikancılığın gücünü duygusal dolgunluğunda ve “siyaseti aşarak ekonomik ve kültürel realitelere ulaşması”(8) gerçeğinde bulunduğunu söylemekte. Siyasi konumla sınırlı olmaktansa, anti-Amerikancılık, ABD’nin günlük yaşama her seviyede girmiş olmasından dolayı, kişilerin dünya görüşünün çok çeşitli yönlerini etkilemektedir.
Genellikle ABD’nin gücü en parlak şekilde Vietnam ve Irak’taki askeri müdahalelerde kendini gösterse de, bu gücün “yumuşak” şekliyle daha etkin olduğu söylenmektedir. Bu “yumuşak” şekiller ise iş dünyası, teknoloji ve yaygın kültür alanlarındadır. Şüphesiz ki 1990’larda çarçabuk zenginliğe zıplama hayallerini kuran milyonlarca Latin Amerikalıyı en fazla etkileyen ABD’deki tüketici kültürünün yaygınlığıydı.
Ancak, ABD’nin tüketici mallarının gücü bile Latin Amerika’da artık gerilemektedir. Research International danışmanlık şirketinin yaptığı bir araştırma Latin Amerikalıların çoğunluğunun ABD etiketli malların insanları ve çevreyi sömürdüğüne inandığını ortaya çıkarmıştır.(9) Araştırmayı yanıtlayanların üçte biri ABD şirketlerinin “çok paralı koca kötü imparatorluklar” olduğuna inanmaktadırlar. Belli bir refah sağlayan gelire sahip 850 tüketiciyle yapılan bu çalışmanın gösterdiği bir başka sonuç da ABD etiketlerine gençlerin daha fazla karşı olduklarıydı. Çalışmanın vardığı sonuç: kendilerinden önceki kuşağa oranla ABD malları için çok daha olumsuz fikirleri olan genç Latin Amerikalılar büyümektedir. Bunların davranışları da bölgede iş yapan ABD’li şirketlerinin kâr oranlarını etkilemeye başlayabilecektir.
Şurası açıktır ki, anti-Amerikancılık Latin Amerika’da hükümetler seviyesinden çok daha derinlere inmektedir. Research International’in araştırması gibi çalışmalar artık bunun daha yakın zamana kadar ABD mallarına duyulan arzuların sorgulanamayacağı alışveriş merkezlerine kadar kamusal alana girmeye başladığını göstermektedir. İster tüketici ister seçmen olarak, Latin Amerikalılar artık ABD’nin liderliğine hevesle sarılmamaktadırlar. 1990’larda ülkelerinin küresel piyasalara titreyerek girmesinin medya bombardımanından sonra bunu takip eden 11 Eylül sonrası dönemde bu girişin siyasi ve ekonomik sonuçlarını gören halk, gerek tüketici, gerek seçmen, ya da küreselleşmiş bir dünyanın katılımcı
ları olarak bu rollerini daha ince eleyip sık dokumaktadır.
Yazar Hakkında
Marcelo Ballve San Francisco’da Pacific Haber Merkezi’nin yardımcı editörlerinden olup, aynı zamanda NACLA (North American Congress on Latin America) dergisine yazılarıyla sürekli katkıda bulunur. Latin Amerika hakkında Buenos Aires’den yazmaktadır.
Notlar
1. Latinobarometro Direktorü Marta Lagos’un Miami Harold’un düzenlediği Amerikalar konferansında verdiği, “Latin Amerika’da ABD’nin Görünümü: Latinobarometro 1995-2004” prezantasyonu bilgileri.
http://www.latinobarometro.org/Upload/Presentaci%f3n%20Miami%20The%20Image%20of%20USA.pd.
2. Manuel Castells, The Rise of the Network Society (Oxford: Blackwell Publishers, 1996) s 121. http://www.imf.org’a göre, 184 üyeli fonda, toplam oyların %17’siyle Amerika Birleşik Devletleri herhangi başka bir üyeden daha fazla oy gücüne sahip.
3. 2003 Irak kamuoyu araştırmasının tüm sonuçları:
http://www1.folha.uol.com.br/fsp/indices/inde02112004.htm
6. “Entendimiento,” El Universal, Şubat 8, 2005.
7. Marcela Sánchez, “ABD-Brezilya Gelişmesini Önleyecek Eski Alışkanlıklara Dikkat,” Washington Post, Temmuz 17, 2003.
8. Fareed Zakaria, “Amerika’dan Nefret Etmek,” Foreign Policy, Eylül/Ekim 2004.
9. “Latin Amerika: Icon’un düşüşü,” EIU Business Latin America, Kasım 29, 2004. Makale Research International çalışmasına refereans vermektedir, “Amerikalı Olmak – ABD etiketlerinin Geleceği,” Ekim 2004.
(www.nacla.org adresinden sendika.org tarafından çevrilmiştir)