Basına yansıyan birçok açıklama bu sonucun salt Fransa’nın içişlerine ait bir karar olmadığını gösteriyor. Bu sonucu Fransız Devrimi kadar önemli bulanlar var. O derecede olmasa bile bu oy oranının, en azından, Soğuk Savaş’ın bittiği günden bugüne kadar geçen dönemde ortaya çıkmış en önemli siyasal (o arada uluslararası) karar olduğu noktasında herkes birleşiyor. Gerçekten de Soğuk […]
Basına yansıyan birçok açıklama bu sonucun salt Fransa’nın içişlerine ait bir karar olmadığını gösteriyor. Bu sonucu Fransız Devrimi kadar önemli bulanlar var. O derecede olmasa bile bu oy oranının, en azından, Soğuk Savaş’ın bittiği günden bugüne kadar geçen dönemde ortaya çıkmış en önemli siyasal (o arada uluslararası) karar olduğu noktasında herkes birleşiyor. Gerçekten de Soğuk Savaş sonrası dönemin bir bölümü bu kararla birlikte dramatik bir biçimde kapandı denebilir. Pazartesinden bu yana başka bir Avrupa’da yaşadığımız tartışmasız bir gerçektir. Buna, hele bir de Hollanda’da yapılacak oylamadan gelecek bir ‘hayır’ bloku eklenirse durum daha da ağırlaşacaktır.
Bu duruma bakarak üç noktada bir çözümleme yapılabilir.
1. Fransa’nın temelini, kim ne derse desin, cumhuriyetçi ve devrimci bir refleks oluşturur. AB Anayasası ise daha liberal ve muhafazakâr bir görüşle kaleme alınmıştı. Bugünkü sonuç bu iki anlayışın, algılayışın çatışmasıdır. Burada, başka bir şey söylenebilir ve Devrimci-Cumhuriyetçi kesimin (bizde de olduğu gibi) zaman içinde daha muhafazakâr bir pozisyona kaydığı ve diğer kesimin daha konjonktürel bir ilerlemeci pozisyonu yakaladığı söylenebilir. Bu, benim temel iddiamı değiştirmez. Ortada bir uzlaşmazlık söz konusudur. Ben ona işaret ediyorum. Bu algılamanın başka ülkelerde de ortaya çıkacağını vurguluyorum. Nitekim, oylama yapacak daha 15 ülke var ve sonucun AB lehine ‘güvenli’ olduğunu gösteren bir işaret yok. Bu durumda AB içinde ve AB Anayasası çerçevesinde kuvvetli bir iç tartışmanın yaşanacağı ve bir dizi tavizin karşılıklı alınıp verileceği görülüyor. Hele sağın da solun da AB konusunda kendi içinde bölündüğü düşünülürse durumun orada da ne derecede vahim olduğu anlaşılabilir.
2. Bu oylamada ve sonuçta gençler özellikle etkili olmuştur. Dolayısıyla bu oylama sonucu sadece AB’ye değil, (neo) liberal politikalara, belli bir küreselleşme anlayışına, sosyal güvenlik ve eğitim sisteminin aşındırılmasına, işsizliğin artmasına karşı bir tepki olarak da değerlendirilmelidir. Gerçekten de yukarıda değindiğim Devrimci-Cumhuriyetçi kesim daha federal bir Avrupa anlayışındadır ve bugünkü oluşumu savunmamaktadır. Liberalizmle tanımlanan homojen bir ekonomi politikası ve onun sonuçları söz konusu olduğunda bugün gösterdiği tepkiyi göstermekte ve gitgide hegemonik bir hal alan, ‘alternatifsizlik’ iddialarını beraberinde getiren, 1980’den beri uygulanan özünde sağcı olan bu sisteme şiddetle ve tavizsiz bir biçimde itiraz etmektedir. AB’nin bu sesi duymaması olanaksızdır.
AB süreci bundan böyle değişecektir.
3. Bu sonuç, Le Pen’in faşist çizgisini engellemek için kerhen Chirac sağına oy verenlerin de intikamı ve uyarısıdır. Ne var ki, Avrupa karşıtlığı faşist sağın da bir özelliğidir. Solun yukarıda tanımladığım anlayış içinde geliştirdiği ve gene söyleyeyeyim federal Avrupa yanlısı olarak ortaya koyduğu tepkiyi faşist sağın tepkisiyle karıştırmamak gerekir. Hatat çok hassas olmak zorunludur. Yoksa çok daha tehlikeli bir gisişin önü açılır.
Bu, Avrupa’nın daha özgürlükçü ve ‘sol’ bir yapıya kavuşması için bir uyarı niteliği taşıyorsa anlamlı bir sonuçtur.
01-06-2005