“İşsiz, eğitimsiz ve sağlıksız kalmak, daha az mı şiddet içeriyor? Emekçilerin ekmek ve insanca yaşam kavgası dışında bir demokrasi vardı da biz mi bilmedik?” (Metin Özuğurlu, Birgün- 30 Mayıs 2005) 13 Haziran Pazar günü Birgün Gazetesi’nde Zeynep Bell imzasıyla yayınlanan bir haberde yazılanlar, Küba’yı dünya sosyalistlerinin onuru olarak görenleri fazlasıyla rahatsız edecek olan suçlamalarla doluydu. […]
“İşsiz, eğitimsiz ve sağlıksız kalmak, daha az mı şiddet içeriyor? Emekçilerin ekmek ve insanca yaşam kavgası dışında bir demokrasi vardı da biz mi bilmedik?” (Metin Özuğurlu, Birgün- 30 Mayıs 2005)
13 Haziran Pazar günü Birgün Gazetesi’nde Zeynep Bell imzasıyla yayınlanan bir haberde yazılanlar, Küba’yı dünya sosyalistlerinin onuru olarak görenleri fazlasıyla rahatsız edecek olan suçlamalarla doluydu. “Bir kaç soru sormak üzere karakola götürülen gençler ve ardından çocuklarından haber alamayan gözü yaşlı analar. Tanıdık bir durum ama bu sefer olayların geçtiği yer Küba” ifadeleriyle başlayan yazıda “Havana’da yaş ortalaması 18 olan ve daha önce hiç bir cezai işlem görmemiş yaklaşık 400 gencin önce göz altına alınıp, hemen ardından Küba’nın en büyük hapishanesi Combinado del Este’ne yollandığı” iddia ediliyordu. Haberde heyecanlı devrimci olamamaları, siyah olmaları ve yoksullukları bu çocukların ortak özelliği olarak gösteriliyor, bu “masum gençlerin”, Küba hükümetinin yoksul bölgelerde yürüttüğü “Huzur Operasyonu”nun bir parçası olarak, Ceza Yasası’nın 72. maddesinde yer alan “sosyalist ahlaka karşı gelmek” suçlamasıyla tutuklandıkları söyleniyordu. “Çalışmamak, işe gitmemek, düzgün giyinmemek, küpe takmak, saçlarına rasta yaptırmak, döviz bulundurmak” gibi suçlamalarla karşı karşıya kalan gençlerin, rehabilitasyon merkezi adı altında hapse atıldığı ve bu durumun gençleri tüm yaşamları boyunca etkileyecek travmalara yol açtığı iddia ediliyordu.
Zeynep Bell’in bu haberinde yer alan iddiaları sanırım Birgün gazetesi editörleri tarafından yeterince araştırılamadı. Oysa ellerine ulaşan yazının operasyonel bir haber olduğunu fark edebilmek için Küba’yı sosyalizmin onuru olarak görmek gerekmiyordu. En asgari gazeteci şüpheciliğini taşıyanların bile ulaşabileceği verileri elde etmek için haberin içeriğine ve zamanlamasına dikkatlice bakmak yeterliydi.
Haberin kaynağı olarak Küba İnsan Hakları Komisyonu (CCDH) adlı bir sivil toplum örgütünün raporu gösterilmişti. Emperyalistlerin “insan hakları, özgürlük” gibi kavramları sömürgeleştirme operasyonlarında bayrak ettiği ve bu operasyonlarında “sivil” kuruluşları bolca kullandığı bir dönemin herhangi bir bilinçli tanığının huylanması için yeterli malzeme haberde mevcuttu. Örneğin internette ufak bir taramayla CCDH adına bu açıklamayı yapan Elizabeth Sanchez’in, Chavez’i Nazi diktatörüne, Venezüella’daki devrimci taban inisiyatifleri olan Bolivar Çemberlerini de Nazi kıtalarına benzeten yazısına kolaylıkla ulaşılabilirdi. Gelin biz bu malzemeyi biraz daha kurcalayalım ve haberde referans gösterilen CCDH’ın siciline bir bakalım.
CCDH: ABD’nin Kübalı Askerleri
CCDH kendini devrime karşı muhalefetin 1976 yılında başlayan ikinci dalgası içerisinde tanımlıyor. “Stalinist, Castrist Küba iktidarının proletarya diktatörlüğünün demokratik dönüşümünü” hedeflediğini söyleyen bu kuruma ABD hükümeti kuruluşundan beri büyük destek veriyor. Nitekim kurumun Küba’nın karşı kıyısındaki Miami’de de bir bürosu bulunuyor. Bill Clinton 19 Mayıs 1996’daki konuşmasında CCDH’nin kurcusu Sebastian Arcos’u “kahraman” olarak nitelendiriyor ve “O özgür ve demokratik bir Küba görmek isteyen herkesin kuvvet kaynağıdır” diyor. Clinton örgütün kuruluş yıldönümünde yaptığı açıklamada “Küba’da demokrasiye barışçıl geçiş amacını paylaştıklarını” da söylüyor. Örgüte yönelik ABD desteği sadece bu duygusal ifadelerle sınırlı değil. Ronald Reagan tarafından Küba’ya yönelik yayın yapmak üzere kurdurulan Radio Martí’de CCDH yöneticileri düzenli olarak programlar yapıyor ve halkı devrimci Küba hükümetine karşı mücadeleye çağırıyor. CCDH, bu yayınlarında devrimci Küba hükümetini devlet terörü uygulamakla suçluyor ve hükümetin gerçekleştirdiğini iddia ettikleri insan hakları ihlallerinin raporlarını açıklıyor.
ABD, Küba karşıtı faaliyetlere oldukça yüklü meblağlarda para akıtıyor. ABD dış politikası uyarınca fon dağıtan ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), Küba Programı adı altında, rejiminin muhaliflerine 1997’den bu yana 20 milyon doların üzerinde para transfer etti. USAİD, Küba programının demokrasiye geçiş içindeki müttefiklere ve ülkelere mali destek sunarak ABD’nin ekonomik ve politik dış politika çıkarlarını desteklemek üzere kurulan Ekonomik Destek Vakfı kanalıyla fonlandığını duyurdu. USAİD’in fonladığı çalışmaların başında Küba’da sistematik olarak sürdürüldüğü iddia edilen insan hakları ihlallerini rapor ederek bunlara karşı mücadele eden Sivil Toplum Örgütleri geliyordu. USAID “insan hakları savunucuları” dışında, “bağımsız” sendikaların kurulması, gazetecilik faaliyetleri, serbest piyasa ekonomisinin geliştirilmesi için yapılan faaliyetlere de kaynak aktardığını duyurdu.
Bütçesinin büyük bir bölümü ABD Kongresi tarafından sağlanan ve CIA ile ABD Dışişleri tarafından yönlendirilen NED (National Endowment of Democracy) örgütü ise web sitesinde doğrudan CCDH’a mali destek sağladığını, ödenen paranın miktarı ve “ulvi” gerekçeleriyle birlikte dosta düşmana ilan etti. NED’in yakın geçmişi Küba’nın ne kadar büyük bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Küba’da “insan hakları ve demokrasinin gelişmesi” için CCDH’ı besleyen NED adını Gürcistan’daki Amerikancı sivil darbe ve Venezüella’da Chavez’e yönelik darbe girişimleriyle beraber daha çok duyurmaya başlamıştı. NED’in kurulucularından olan Allen Weinstein’ın “Bugün bizim yaptıklarımızın çoğu, bir zamanlar CIA tarafından örtülü biçimde yapılmıştı” sözlerinin anlamı, kurumun bu ülkelerde desteklediği darbe girişimleriyle netliğe kavuşmuştu. ABD Başkanı Bush NED’in faaliyetlerini desteklemek için, bu kuruma ayrılan bütçesinin iki katına çıkarılmasını Kongre’den istemiş ve kuruluşun çalışmalarının serbest piyasa, basın hürriyeti ve hür işçi sendikalarının geliştirilmesine yoğunlaşacağını duyurmuştu.
Aslında bu sözler sosyalistlerin “her sakallıyı dedeleri sanmamaları” için yeterince önemli bir uyarıydı. Yani her sendika işçi sınıfının genel çıkarlarının, her insan hakları örgütü de insanlığın yüce ideallerinin savunucusu değildi. Bu uyarılar yeterince dikkate alınmamış olacak ki Türkiye’de bir sol gazete CIA beslemesi CCDH kaynaklı bir haberle, Küba’yı insan haklarının ihlal edildiği bir ülke olarak duyurmuş oldu.
ABD’nin İpliği Pazara Çıkarken
Haberin içeriğinde yer alan ipuçlarından yola çıkıp basit bir araştırma yaparak yukarıdaki verilere ulaşılması hiç de zor değildi. Bu araştırma yapılmamış olsa dahi, son günlerde ajanslardan geçen haberleri biraz takip ederek, bu işte bir bit yeniği olduğu tahmin edilebilirdi.
Bilindiği gibi Venezüella ve Küba hükümetleri bugünlerde ABD’yi fena halde köşeye sıkıştırıyorlar. CIA beslemesi Venezüellalı bir kontrgerilla şefi olan ve şu an ABD’ye yasadışı girmek suçuyla bu ülkede tutuklu bulunan Posada Carriles’in kendilerine iadesini isteyen Venezüella ve Küba hükümetinin talepleri ABD Başkanı George Bush’un başını oldukça ağrıtıyor.
1976’da 73 kişinin ölümüne neden olan Küba uçağına yönelik sabotajın planlayıcılarından biri olan Posada Carriles’in sicili oldukça kabarık. 1963 – 1967 yılları arasında CIA adına ABD, Porta Riko, Guetemala, Meksika ve Venezuella’da karşı devrimciler ve kontra-gerillalar içi
n çalışmış. 1969-74 döneminde Venezüella’nın istihbarat servisi DİSİP’te görev almış ve işkenceleriyle “nam salmış”. Uçak kaçırma olayıyla ilişkisinin ortaya çıkmasıyla Venezuella’da tutuklanmış ancak 1985 yılında CIA finansörlüğünde yürütülen bir rüşvet operasyonuyla cezaevinden “kaçmış”. Pasada Carriler firardan sonra El Salvador’a giderek, Nikaragua’daki Sandinist hükümete karşı savaşan Ronald Reagan’ın desteklediği sağcı kontra güçler için çalışmış. Bu görevini tamamlayan Posada daha sonra Guatemala’ya geçmiş ve gene CIA destekli kanlı operasyonlarda çalışmış.
Posada’nın son icraatı da 1990 yılında gerçekleştirilen, Küba turizmini baltalamaya yönelik terörist eylemler. Çeşitli turizm noktalarına yönelik eylemlerde bir İtalyan turist ölürken, Possada 1998’de New York Times’la yaptığı bir söyleşide bombalama olaylarını organize ettiğini kabul etmiş. Posada, 1976’da Şili Dışişleri Bakanı Letelier’e yönelik suikastı gerçekleştiren Guillermo Novo, 1977’de Meksika’da bir Kübalı diplomatı kaçıran Gaspar Jimenez ve 1980’de Küba’nın BM büyükelçisinin öldürülmesi girişimini üstlenen Pedro Remon ile birlikte 2000 yılı Kasım ayında Panama’ya geçmiş. Çetenin amacı Fidel Castro’ya yönelik bir bombalı saldırıyı gerçekleştirmekmiş ancak Posada ve arkadaşları üzerlerindeki 40 kilo TNT ve diğer silahlarla beraber yakalanmış. Böylece o günlerde Panama’yı ziyaret eden Küba Devlet Başkanı Fidel Castro’ya yönelik suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış. 8 yıllık hapis cezasına çarptırılan Posada cezasının 4 yılını doldurmuşken geçen Ağustos ayında Panama Devlet Başkanı Mireya Moscoso tarafından affedilmiş ve bir kez daha “kayıplara” karışmış.
Ancak Küba ve Venezüella hükümetleri bu CIA kasabının peşini hiç bırakmadılar. Küba yönetimi, Posada’nın ABD’de olduğunu çok net bilgi ve belgeleriyle kamuoyuna açıklayınca konu ABD medyasında da yer bulmaya başladı. Bunun üzerine ABD hükümeti Posada’ya yardım ve yataklık ettiğini inkar edip bu azılı teröristi ”ülkeye yasadışı girdiği” suçlamasıyla tutukladı. Şimdi Venezülla ve Küba hükümetleri ABD’den, bu katilin kendilerine iadesini isterlerken, Bush yönetimi kendi celladını o kadar kolay teslim etmek istemiyor. Çünkü ABD bu kiralık katili iade etmesi halinde onun da sadık kalmayacağını, kurulacak mahkemelerde tüm kontrgerilla faaliyetlerinin, halk hareketlerine ve sola yönelik kitle katliamlarının, darbelerin, kayıpların adresini vereceğini biliyor. ABD Latin Amerika’da akıttığı oluk oluk kanın bu kiralık katil tarafından üzerine sıçratılmasını hiç istemiyor. Küba ve Venezüella hükümetinin ABD’yi “teröristlere yardım etmek” ile suçlaması ise “Terörle mücadele” adı altında dünyayı fethe çıkan emperyalistlerin ipliğini iyiden iyiye pazara çıkarıyor.
Peki, “İpliği pazara çıkan emperyalist” ne yapar? Tabii ki tövbe edecek veya güya günah çıkartacak değil. “Terörle mücadele ediyorum” diyerek dünyanın kanını akıtıp besleme teröristine sahip çıkarken suçüstü yakalanan ABD’nin ağır tahribata uğrayan psikolojik harekatını yenilemek isteyeceği muhakkaktır. Bu harekatın bir parçası olarak “Castro’nun ve Chavez’in ‘insan hakları ihlalleri’, ‘diktatörce uygulamaları’, ‘insanın tüylerini diken diken eden barbarlıkları’ bir bir açıklanmalı, kamuoyu ABD’nin “terörle mücadeledeki samimiyetinin’ sorgulanmasına neden olan bu iki adamın caniliklerini ve Güney Amerikanın şer ekseninde yok olan çaresiz hayatları ibretle izlemelidir.”
Sağlık, Eğitim ve Sosyal Haklar’dan Kapitalizme Ne?
Devrim sonrası yüz bin gönüllünün katılımıyla milyonlarca kişiye okuma yazma öğreten, eğitimi tamamen parasız hale getiren ve zorunlu eğitimi on yıla çıkaran, 5 ila 14 yaş arası çocukların tamamının en fazla yirmi kişilik sınıflarda okula devamını sağlayan, ağır ambargo koşullarına rağmen okul sayısını iki kat arttıran, gezici öğretmenler aracılığıyla 428 okulda 55 binden fazla çocuğa ve yetişkine özel eğitim programı uygulayan, her 42 vatandaşa bir öğretmenin düştüğü, özel eğitime gerksinim duyan çocuklar için ücretsiz okullar kuran, lise ve üniversite mezunlarının istihdamının devlet tarafından güvence altına alındığı Küba’yı gençlerinin geleceğini yok etmekle suçlamanın anlamsız bir çaba olduğu açık. Burada asıl soru şudur: Gençlerin tüm hayatına damgasını vuracak travmaları yaratan, eğitimi metalaştırarak onları geleceğine ve kişiliğine el koyan, geleceksizleştirilen gençlerin ucuz emeğini merdiven altı atölyelerde, büyük şirketlerin devasa tarım çiftliklerinde ve artık kiralık askerlerle yürütülen savaşlarda serbest piyasanın hizmetine sunan kapitalizme karşı onurla direnen Küba halkına ve hükümetine yönelik bu suçlama kime hizmet etmektedir?
California Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bir öğrencinin “Öyle bir toplum düşünün ki, her vatandaşın sağlık hakkı devletin sorumluluğunda. Düşünün ki doktorunuzu istediğiniz sıklıkta para ödemeden görebiliyorsunuz. Düşünün ki tek bir elden bakım ve koruyucu tıp hizmetleri her köşe başındaki hekimlerce yürütülebiliyor” diye hayranlıkla anlattığı bir sağlık sistemini tüm güç koşullara rağmen yaşama geçiren, “Biz patentlere inanmıyoruz, bilim bu, ticaret değil” diyerek ilaç sanayindeki muhteşem gelişmesini pazara sürmeyi reddeden Castro’nun öncülüğünde tüm ilaçları halkına ücretsiz sunan Küba’yı, sosyal sorumluluklarını yerine getirmekten kaçarak yoksulluğu kriminalize etmekle suçlamak tabii ki abesle iştigaldir. Ancak burada sorun Bolivya’da ve Ekvador’da yoksullar liberal politikaların uygulayıcısı hükümetleri alaşağı ederken, Brezilya’da topraksız köylüler kendi desteklerini alıp dümeni liberalizme kıran Lula’nın iktidarını sallarken, liberalizmin bölgesel projesi, Güney Amerika’nın AB’si ALCA fiilen işlemez hale gelirken ve Latin Amerika halkları emperyalist- kapitalist sitemden radikal bir kopuş talebiyle ayaktayken, insanlığın evrensel değerleri için hayırlı bu gelişmelerden duyulan endişeyle üretilmiş operasyonel bir haberin sol bir gazetede yer almasıdır.
James Petras 1 Mayıs 2003’de yayınlanan bir yazısında Küba’yı hedef tahtası yapan ABD’li sol aydınlara, “herhangi bir değerlendime yapmadan önce Nazi Almanya’sından bu yana görülmüş en vahşi emperyal rejimin hedef listesinin başında yer alan bir ülkede yaşamanın nasıl bir şey olduğunu düşünmelerini” tavsiye etmiş ve “kendisini ABD’nin pençelerine karşı savunmak için mücadele ederek yaşayan kahraman bir devrimin varlığını hatırlama ve kendinden menkul deklarasyonlarımızı alçak gönüllükle bir kenara bırakarak, o devrimi savunma ve 1 Mayıs’ı önderleri Fidel Castro ile birlikte kutlayan 1 milyon Kübalıya katılma zamanımız gelmedi mi?” diye sormuştu. Herhalde bu soru bu yazının ana fikri olmaya yeterlidir…