Bizim açımızdan referans olmamakla birlikte, liberal köşe yazarları bile bu gerçeği itiraf etmektedir. Kaldı ki AB’nin en yetkili ağızlarından da bu fütursuz açıklamalar yapılmaktadır. Peki biz işçiler ve emekçiler olarak AB’ne baktığımız zaman bize gösterilenin dışında neler görmekteyiz? Sendikalarda örgütlenme, grev yapma, toplu iş sözleşmeli çalışma hakkı ve işsizlik, yoksulluk gibi AB’ne üye olduğumuzda çözüleceğini […]
Bizim açımızdan referans olmamakla birlikte, liberal köşe yazarları bile bu gerçeği itiraf etmektedir. Kaldı ki AB’nin en yetkili ağızlarından da bu fütursuz açıklamalar yapılmaktadır. Peki biz işçiler ve emekçiler olarak AB’ne baktığımız zaman bize gösterilenin dışında neler görmekteyiz? Sendikalarda örgütlenme, grev yapma, toplu iş sözleşmeli çalışma hakkı ve işsizlik, yoksulluk gibi AB’ne üye olduğumuzda çözüleceğini umduğumuz sorunlar, AB üyesi ülkelerde ne kadar halledilmiştir? AB’nde eşitlik terazisinin dengesi hangi yöndedir? Bu gibi sorulara cevap aramak, işçi sınıfının çıkarları açısından Türkiye’nin AB’ne üyeliğinin ne anlama geldiği ve AB’ne üyeliğin çözüm olup olmadığı tartışmasına da ışık tutmaya yarayacaktır.
AB’nin sosyal politikaları ne anlama geliyor?
1989 yılında AB üyesi on bir ülke Strazburg Zirvesi’nde “İşçilerin Temel Sosyal Hakları Hakkında Topluluk Şartı”nı (Avrupa Sosyal Şartı) imzalamışlardır. İngiltere, bu anlaşmayı imzalamayarak uygulama alanının dışında kalma hakkını kullanmıştır. Avrupa Sosyal Şartı ve Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri, on iki temel başlıkta kurallar tespit etmiş ve bunların “Avrupa İşgücü Piyasası”nda uygulanması zorunluluğunu getirmiştir. Ancak, Avrupa Sosyal Şartı, hukuki bağlayıcılığı bulunmayan siyasi bir niyet belgesi niteliği taşımaktadır. Ayrıca, bu anlaşmaya yönelik değişiklik önerileri asıl metnin dışında tutulmuş ve ayrı bir protokolde düzenlenmiştir. 1995 yılında İsveç, Finlandiya ve Avusturya’nın topluluğa üye olmasıyla birlikte, İngiltere dışında üye on dört ülke;
· Avrupa Çalışma Konseyi’nin kurulması,
· Ebeveyn izni konusundaki çerçeve anlaşma,
· Cinsiyete dayalı ayrımcılığın söz konusu olduğu durumlarda ispat yükümlülüğü,
· Yarı-zamanlı çalışma konusundaki “çerçeve anlaşma” hakkındaki yönergeleri benimsemiştir.
Sosyal politika konusundaki anlaşma, 1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması ile Avrupa Topluluğu kapsamına alınmıştır. Bu nedenle İngiltere’de anlaşmaya uymak zorunda kalmıştır. Amsterdam Anlaşması, işçi sağlığı ve iş güvenliği, işçilerin bilgilendirilmesi ve danışılması, istihdam, işsizlik gibi konular hakkındaki yönergelerden oluşmaktadır. Avrupa Konseyi, benzer başlıklarda kararlar almaya devam etmektedir. Ancak, ücretlendirme, örgütlenme, grev ve lokavt hakkı birliğin yetki alanının dışında tutulmaktadır. Bu ana başlıklardaki verilecek karalar ve uygulamalar ülke inisiyatifine bırakılmaktadır. AB üyesi ülkelerde sosyal politikaya ilişkin konular birçok farklılık içermektedir. Bu serbestlik aday ülkeler için de geçerlidir. Türkiye’de İş Kanunu’nda yapılan değişiklikler, 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılacak değişikliklerde yaşanan süreç bunun en yakın örneklerindendir.
AB ülkelerinde işsizlik
İşsizlik ülkemizde olduğu gibi AB ülkelerinde de önemli sorundur. Kapitalist ekonomilerde işsizlik, sistemin kendi yapısından kaynaklanan ve kapitalizm koşulları altında asla tam olarak çözülemeyecek bir sorun olmakla birlikte, aynı zamanda ücretleri baskı altında tutmaya yarayan bir araçtır. AB’nin en büyük ekonomisi olan Almanya’da 2004 yılında ortalama işsizlik oranı yüzde 9,8 düzeyindedir. En son açıklanan rakamlara göre Almanya’da işsizlik oranı yüzde 12,6 ile son 73 yılın en yüksek seviyesine çıkmıştır. Aynı şekilde Fransa’da işsizlik oranı yüzde 10 ile son beş yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Yıllık ortalamalara bakıldığında, 2004 yılı için işsizlik, Yunanistan’da yüzde 10,2’ye yükselmiştir. İspanya’da ise işsizlik oranı yüzde 10,8 düzeyindedir.
Öte yandan 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye üye olan ülkelerde işsizlik göstergeleri düşündürücüdür. Buna göre; Çek Cumhuriyeti yüzde 8,3, Litvanya yüzde 8,6, Letonya yüzde 9,4, Slovakya yüzde 16,2 ve Polonya yüzde 19,5’e yükselen işsizlik oranına sahiptir. Buna göre yirmi beş üyeli AB’nde 19,1 milyon işsiz bulunmaktadır.
Diğer yandan bir yıl ve daha uzun süre işsiz kalanların toplam işsizler içindeki oranı da bize fikir verici niteliktedir. Sırasıyla 2003 yılında bu oranlar İtalya’da yüzde 58, Yunanistan’da yüzde 56, Almanya’da yüzde 50, Belçika’da yüzde 47, Fransa’da yüzde 41, İrlanda’da yüzde 34 ve Portekiz’de yüzde 45’tir. Diğer üye ülkelerde bu sıralamayı takip etmektedirler. Euro bölgesinde ise bir yıl ve daha uzun süre işsiz kalanların toplam işsizler içindeki oranı 2003 yılında yüzde 44 düzeyindedir.
AB ülkelerinde işsizliğin yoğun olmasının en önemli nedenlerinden biri de, fabrikaların ucuz emeğin olduğu ülkelere taşınmasıdır (Üretimin ucuz emeğin olduğu bölgelere ya da ülkelere taşınmasının, üretimin kaydırıldığı ülkenin ve daha önce üretim yapılan ülkenin ekonomisinde yaptığı ekonomik etki başka bir çalışmanın konusudur. Burada kastedilen, ucuz emeğin tercih edilmesinin işsizliğe olan olumsuz etkisidir). Örneğin; Mercedes Benz, Metro AG, Deutsch Bank, Siemens gibi Almanya’nın en büyük şirketleri, üretimlerini Asya ülkelerine kaydırmanın yollarını aramaktadır. Çünkü, Asya ülkelerinde işçilik maliyeti Almanya’nın yedide birine denk düşmektedir. Diğer taraftan AB üyesi olmanız sömürüden kurtulduğunuz anlamına gelmemektedir. Mercer İnsan Kaynakları Danışmanlık Şirketi’nin açıkladığı bir rapor, AB’ne yeni üye olan Doğu Avrupa ülkelerinde istihdam maliyetinin Batı Avrupa’dakinin dörtte biri olduğunu ortaya koymaktadır. AB ile ABD karşılaştırıldığında ise, 25 üyeli AB’nde istihdam maliyetinin ABD’dekinden yüzde 15 daha düşük olduğu ortaya çıkmaktadır. Yabancı sermayenin gittiği ülkeyi kalkındıracağı şiarı böylelikle yalanlanmış olmaktadır. AB üyeliği ile birlikte Türkiye’ye yabancı sermaye akışı gerçekleşeceği de söylemlerden bir diğeridir. Unutulmamalıdır ki, yakın bir dönemde Polonya’da yabancı yatırımlarla kurulan fabrikalar, bugün emek gücünün daha ucuz olduğu Çin’e taşınmaktadır. Sermaye, emek maliyetini ve dolayısıyla toplam maliyetlerini düşürmek için sürekli yeni arayışlar içerisindedir.
Kapitalizmde işsizliğin çözümü: a-tipik istihdam
Euro bölgesindeki on iki ülkede par-time işlerde istihdam edilenlerin oranı 2003 yılında ortalama 34’tür. Özellikle işsizliğin görece daha düşük olduğu ülkelere baktığımızda part-time ve geçici işlerde çalışma oranının yüksek olduğu görülmektedir. Par-time işlerde çalışanların toplam istihdam içindeki payı Belçika’da yüzde 21, Danimarka’da yüzde 22, İrlanda’da yüzde 16, Hollanda’da yüzde 45, Avusturya’da yüzde 18, İsveç’te yüzde 23 ve İngiltere’de yüzde 25 dolaylarındadır. Bu sayılan ülkelerin dördünde işsizlik oranı yüzde 5’in altındadır.
Benzer biçimde geçici işlerde istihdam edilenlerin oranları da yüksek seviyelerdedir. Geçici işlerde istihdam edilenlerin toplam istihdam içindeki payı İspanya’da yüzde 30, Portekiz’de yüzde 20, Finlandiya’da yüzde 17, İsveç’te yüzde 15 ve Hollanda’da yüzde 14 düzeyindedir. Bu nedenlerden dolayı, part-time ve geçici işlerde çalışma oranının yüksek olduğu ülkelerde işsizlik oranları görece daha düşük görünmektedir. AB üyesi birçok ülke, çalışma çağındaki nüfusunun önemli bir bölümüne tam zamanlı iş sağlayamamakta ya da sağlamamaktadır.
AB ülkelerinde reel ücretler ve yoksulluk
İşçi başına düşen reel ücretler, 1993-2003 yılları arasında Almanya’da ve Fransa’da yüzde
5, İtalya’da ise yüzde 10 oranında değer kaybetmiştir. Euro Bölgesinde reel ücretler 1993-2003 yılları arasındaki on yıllık dönemde ortalama yüzde 7 gerileme göstermiştir. Hiç ayrımsız diğer AB ülkelerinde de benzer durum geçerli olmuştur. Uzmanların tahminlerine göre 2004 ve 2005 yılında da bu gerileme devam edecektir. Örneğin; İngiltere’de geçtiğimiz aylarda yasal asgari ücrete yedi yıllık bir aradan sonra enflasyon oranının altında zam yapılmıştır. Yedi yıl sonra yapılan bu zam için işverenler, “işsizliğin artacağı ve İngiltere’nin rekabet gücünün düşeceği” yönünde açıklamada bulunmuşlardır. Bu ve bunun gibi örnekler diğer ülkeler için de çoğaltılınabilir.
AB’nin resmi istatistik kurumu Eurostat’ın yakın tarihte yayımladığı bir araşmaya göre, başta 16 yaş ve üstü işçiler olmak üzere 14 milyonun üzerinde “çalışan” işçi yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Aynı araştırmaya göre en son genişlemeden önceki on beş AB ülkesinde 2001 yılında 11 milyon işçi (nüfusun yüzde 6’sı) yaşadıkları ülkenin yoksulluk sınırının altında hayatlarını sürdürmektedir.diğer aile fertleri de hesaba katıldığında bu rakam 20 milyona ulaşmaktadır. Araştırmaya göre, yoksulluğun başlıca nedenlerini düşük ücretler, part-time ve geçici işçilik oluşturuyor. Son olarak, Avrupa Parlamentosu İş ve Sosyal Haklar Komisyonu Başkan Yardımcısı İlda Figuerdo’nun Parlamentoya verdiği rapora göre 25 üyeli AB’nde 20 milyon işsiz bulunmakta ve yoksul insan sayısı 70 milyonu aşmaktadır.
Polonya örneği Türkiye’ye çok mu uzak?
1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ne katılan Polonya, birliğin politikalarını en hızlı ve iyi derecede hayata geçiren ülke olarak takdim edilmektedir. Polonya’nın 2004 yılındaki büyüme hızı yüzde 5,5 olarak gerçekleşmiş ve şirketler yıl sonu bilançolarını çok yüksek rakamlarla kapatmıştır. Borsa rekor seviyelere yükselmiştir. Ancak Polonya İstatistik Dairesi’nin açıkladığı “Polonya Yoksulluk Raporu”na göre, 39 milyon nüfuslu ülkede 23 milyon Polonya yurttaşı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bu rakam toplam nüfusun yüzde 60’ına denk düşmektedir. Yoksulluk sınırında yaşayanlar günlük 10 Zloti (2,5 Euro) ile geçinmeye çalışmaktadır. Asgari ücret ise 600 Zloti (150 Euro) ile sınırlı kaldığı Polonya’da, 5 milyon kişi ise günde 8 Zloti, yani 2 Euro ile yaşamını sürdürmek zorunda kalmaktadır. Ekonomisi Türkiye’ye benzetilen Polonya’da işsizlik son bir yıl içerisinde reel olarak yüzde 19,5’e yükselmiştir. 10,5 milyon işsizin üçte birini 28 yaşın altındaki gençler oluşturmaktadır. AB’nin büyük fonlar aktarmasına rağmen Polonya’da halkın lehine hiçbir gelişme olmamış, fakat, sanayiciler altın yılını yaşamıştır. Sermaye şirketlerinin ödedikleri toplam vergi oranı yüzde 19 ile sınırlı kalırken, vergi yükü yine ücretli çalışanların sırtına yüklenmiştir.
İşsizlik, yoksulluk, düşük ücretler ve sosyal politikalardan yoksunluk gibi birincil konular tüm dünya halklarının ortak sorunudur ve aynı zamanda işçi sınıfının mücadele etmesi gereken alanlardır. Ekonominin yönetiliş biçimi ve siyasi iradenin tercihleri bu sorunları ya daha da tırmandırmakta ya da çözmeye yönelik politikaları gündeme getirmektedir. Türkiye’nin AB’ne üyeliğinde kararı, bize dayatılan sahte umutlarla değil, göstermek istemedikleri gerçekleri görerek vermek gerekmektedir. Çok tanıdık gelen bu sorunları düşündüğümüzde, Polonya örneği bize çok mu uzaktır?
*Ufuk BALCI
Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı