Örneğin İran, Irak, ABD üçgenini ele alalım. Bunun tarihi iyi bilinir. Birinci meşhur CIA müdahalesi uzun zaman önce, 1953’te İran’da gerçekleşmişti. O zamanın İran Cumhurbaşkanı Muhammed Musaddık, İran petrolünü kamulaştırma yönünde bir atılım yapmış olan laik orta sınıf bir politikacıydı. Şah sürgüne gitmişti. ABD ve Büyük Britanya bundan dolayı son derece üzgündüler ve Musaddık’ı tutuklatıp […]
Örneğin İran, Irak, ABD üçgenini ele alalım. Bunun tarihi iyi bilinir. Birinci meşhur CIA müdahalesi uzun zaman önce, 1953’te İran’da gerçekleşmişti. O zamanın İran Cumhurbaşkanı Muhammed Musaddık, İran petrolünü kamulaştırma yönünde bir atılım yapmış olan laik orta sınıf bir politikacıydı. Şah sürgüne gitmişti. ABD ve Büyük Britanya bundan dolayı son derece üzgündüler ve Musaddık’ı tutuklatıp Şah’ı tahtına tekrar oturtmak için bir askeri darbe kışkırttı ve darbeye arka çıktılar. Bundan sonra Şah’ın İran’ı ABD’nin çok yakın bir işbirlikçisi haline geldi. Şah Rıza Pehlevi yönetimi otoriter ve son derece baskıcıydı fakat bu ABD için dert değildi çünkü Şah Ortadoğu’da ABD yanlısı güçlerin dayanağıydı.
Sonunda 1979’daki halk ayaklanmasıyla Şah rejimi devrildi ve Şah bir kez daha sürgüne gitti. Bu kez egemen güçler laik ulusalcılar değil Ayetullah Humeyni liderliğindeki İslamcı militanlardı. Bir İslam cumhuriyeti ilan edildi. Ve bir yıl içinde, İranlı militanlar ABD elçiliğini basarak yakaladıklarını ABD’lileri 444 gün boyunca hapsettiler. ABD, söylemeye gerek yok ki, bir kez daha üzüldü. İran ABD’yi büyük şeytan ilan ederken, ABD de İran’ı bugün de olduğu gibi mutlak bir düşman olarak kabul etti. Başkan Carter’ın ABD’nin tutuklu elçilik görevlilerini güç kullanarak kurtarma girişimi bir fiyaskoyla sonuçlandı. Ve Başkan Reagan onları sadece gizli bir anlaşma yaparak geri aldı, tutukluların serbest bırakılmaları karşılığında İran’ın dondurulmuş varlıklarını iade ederek.
ABD, İranlılara müdahale etmenin en iyi yolunun Irak Başkanı’nı İran’a saldırması için teşvik etmek olduğuna karar verdi. Irak Başkanı, Saddam Hüseyin’di ve 1980’de İran’a saldırdı. İran büyük bir Şii Müslüman ülkesi. Ve Irak modern egemen bir devlet olarak kuruluşundan beri Sünni Arap politikacılar tarafından siyasal iktidardan uzak tutulmuş çok büyük bir Şii Müslüman nüfusa sahip. Başkan Reagan 1983’te, Saddam’ı savaş konusunda cesaretlendirmek, biyolojik savaş gereçleri de dahil olmak üzere doğrudan ya da dolaylı yardımlar önermek, Irak’ı ABD’nin teröristlere destek verenler listesinden çıkarmak ve genel olarak Saddam’la ilgilenmek için Donald Rumsfeld’i özel bir elçi olarak Saddam Hüseyin’le görüşmeye Irak’a gönderdi. İran-Irak savaşı sekiz yıl sürdü, can ve mal kaybı her iki taraf içinde korkunçtu ve savaş başladıkları noktaya geri dönen askeri birliklerle, bıkkınlıkla ve tükenmişlikle sona erdi. Askeri ateşkes imzalandı ama politik düşmanlık elbette ki devam ediyordu.
Saddam Hüseyin, bildiğimiz gibi, savaş harcamaları için aldığı borçları, özellikle de Kuveyt ve Suudi Arabistan’dan aldığı büyük borçları ödemekte zorlandı. Borçları iptal etmeye ve 1990’da Kuveyt’e saldırarak, uzun süredir var olan milliyetçi eğilime uymaya karar verdi. İşte o zaman ABD Saddam’a karşı döndü ve Irak’ı Kuveyt’ten atmak için diğerlerinin yanında İran’ın zımni desteğini de alarak Birleşmiş Milletler kapsamında oluşturulan koalisyonun başına geçti. Savaş çok çeşitli ihanetlerle birlikte bitti. Saddam hava kuvvetlerinin büyük kısmını ABD bombardımanından korumak için İran’a göndermişti. İran savaş bittikten sonra uçakları geri göndermeyi reddetti. Iraklı Şiiler Körfez Savaşı boyunca Saddam Hüseyin’e karşı baş kaldırdılar ama ABD Saddam’la ateşkes yaptıktan sonra onlara yardım etmeyi reddetti; her ne kadar ABD sonunda Şii bölgesinde uçuşa yasak bir bölge oluşturulmasını sağladıysa da Saddam’ın Şii isyancıları ezmesini önlemek için çok geçti.
1991 ve 2001 arası fiili ateşkeste herkes bir ölçüde mutsuzdu. ABD’deki yeni muhafazakarlar (neo-con’lar) Saddam iktidarda kaldığı için ABD’nin küçük düştüğünü hissettiler. Saddam ABD liderliğindeki ekonomik ambargo ve Irak’ın petrol satışıyla ilgili olarak Birleşmiş Milletler kararnamesinin getirdiği sınırlamalar yüzünden mutsuzdu. Iraklı Şiiler (ve Kürtler) Saddam hala iktidarda olduğu ve ABD kendilerinin ezilmesine izin verdiği için mutsuzdu. Ve İran Saddam hala iktidarda olduğu, Iraklı Şiiler hala ezildiği ve ABD bölgede hala çok etkili bir güç olduğu için mutsuzdu.
11 Eylül yaşanınca, yeni muhafazakarlar Bush’u Irak’a dönük bir savaş hedefine yönlendirme olanağını yakaladılar. Bildiğimiz gibi, Saddam’ın devrilmesiyle sonuçlanan saldırı 2003’te gerçekleşecekti. 11 Eylül’ün ardından, George W. Bush Irak, İran ve Kuzey Kore üçlüsünden oluşan “şer ekseni”ni ilan etti. ABD aynı zamanda hem Irak hem de İran rejimlerini karşısına almaya ama ilk askeri hedef olarak Irak’ı seçmeye karar verdi. 2003’te şurası çok açıktı ki, Bush yönetimi bunu ABD’nin İran’a yönelmesinden önceki bir zaman meselesi olarak kabul ediyordu.
2003’te öyle görünüyordu ki Bush ABD’nin Irak’ta hemen bir dost rejim kurabileceğini ve sonra planı ilerleterek İran’la tamamlayacağını umuyordu. Ummadıkları şey, Irak’ta, şu anda
başa çıkamadıklarının görüldüğü, güçlü bir direniş hareketinin karşılarına çıkmasıydı. Ummadıkları şey, erken seçimleri zorlayarak hükümette çoğunluğu ele geçiren Şiilerin etkili politik basıncıydı. Ummadıkları şey, ABD ordusunun İran’da rejim değişikliği hedefiyle benzer bir operasyona girişmesine şu anda olanak vermeyecek ölçüde sıkıştırılabileceğiydi.
Ve beklentilerinin en zayıfı İran’ın ABD müdahalesinin büyük diplomatik galibi olabileceğiydi. 15 Mayıs 2005’te yaşananları ele alalım. ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice, Bağdat’a habersiz/sürpriz bir ziyaret yaptı ve ziyaretindeki konuşmalarının yarısında yeni Irak Hükümetine fırça çekiyor, yarısında da yalvarıyordu ve tüm bunlar gözler önünde cereyan etti. Iraklıların daha “kapsayıcı” olmaya çalışması gerektiğini söyledi; bu, “hükümette Sünni Araplara daha çok yer verin” demenin kod kelimesiydi. “Aşırı” de-Baasifikasyon’a karşı uyardı, yani en azından bazı Saddam Hüseyin destekçilerinin iktidara dahil edilmesini istedi. Rice galiba bunun ABD işgaline karşı direnişi hafifleteceğini ve ABD askeri birliklerinin Irak’tan çıkmasını (daha iyisi onları İran’a karşı kullanmak) mümkün kılacağını düşünüyor. ABD Dışişleri Bakanı’nın en azından bazı eski Baasçıların iktidara alınması için
ricada bulunması -hem de yarı sağır kulaklara karşı-, tuhaf bir geri dönüş. Mevcut Irak hükümetinin analizleri, ya da daha doğrusu öncelikleri farklı görünüyor.
İki gün sonra İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi, çok daha başarılı dört günlük bir ziyaret için Irak’a gitti. Harrazi havaalanında Sünni Kürt Hoşyar Zebari tarafından çok iyi bir Farsça’yla karşılandı. Üç gün sonra, Irak ve İran aralarındaki husumetleri sona erdirmek için, Irak-İran savaşının Saddam Hüseyin tarafından başlatıldığının iki tarafça da kabul edildiği bir anlaşma imzaladılar. İki ülke de İsrail’e dönük eleştirileri yinelediler. Eğer Bush yeni Irak hükümetinin “şer ekseninin” diğer üyesi İran’a karşı bir haçlı seferinde ABD’ye katılacağını düşünüyorsa, kesinlikle müstakbel bir başka planı vardır.
Irak ve İran arasındaki ilişkiler artık normalleşti, dostluğa giden bir yolda ilerliyor. Bu, yeni muhafazakarlar Ortadoğu’nun “demokratikleştirilmesi” planını devreye sokarken tasavvur ettikleri bir şey değildi. ABD güçleri Irak’ı terk ederken (yakında olması geç olmasından daha muhtemeldir) İran hala çevrede ve (ABD sağ olsun) her zamankinden daha güçlü olacak.
1 Haziran 2005
(fbc.binghamton.ed
u adresinden sendika.org tarafından çevrilmiştir)