“Bunlar kendi insanına silah çeker, bunlar kendi insanını katleder. Tabii bunların kendi insanı değil. Onların insanı şirketler. Onlar onları koruyor.” Sendika.org: Sohbete Haziran’ın 10’undaki mitingle başlayalım Cemalettin Küçük: 10’u dediğin yarın. Yarın miting yapılacak. İşçiler yüzden fazla araba tuttu. Bir kısmı şimdiden Ankara’da bildiri dağıtıyorlar. Kamuoyu oluşturuluyor. 200 otobüs olacak. Seydişehir için 10 000 kişi […]
“Bunlar kendi insanına silah çeker, bunlar kendi insanını katleder. Tabii bunların kendi insanı değil. Onların insanı şirketler. Onlar onları koruyor.”
Sendika.org: Sohbete Haziran’ın 10’undaki mitingle başlayalım
Cemalettin Küçük: 10’u dediğin yarın. Yarın miting yapılacak. İşçiler yüzden fazla araba tuttu. Bir kısmı şimdiden Ankara’da bildiri dağıtıyorlar. Kamuoyu oluşturuluyor. 200 otobüs olacak. Seydişehir için 10 000 kişi geliyor. Ankara miting yapar 10 bin toplar, Seydişehir Ankara’da miting yapar o da 10 bin yapar.
Demek ki olay, aslında dünyadan haberi olmayan, sağcılarla, özelleştirme mantığı ile yaklaşanların söylediği gibi değil. Seydişehir alüminyum tesisleri 60 bin ton kapasiteyle kurulmuş bir tesis ve bugün 64 bin ton kapasiteye ulaşmıştır. Seydişehir Alüminyum Tesisleri’nin kuruluşu 1969 yıllarında başlıyor, 1974 yılında alümina üretiyor, 1975’te sıvı alüminyum alımına başlıyorlar. Alümina dediğimiz boksit madeninden alüminyumoksit üretilir. Ondan da elektrodiyaliz yöntemiyle alüminyum üretilir. Alüminyumdan da döküm yapılır, o dökümlerden de profil yapılır, boru yapılır, sigara kağıdından, çikolata kağıdına, folyoya kadar her şey üretilir.
Dünyada da cevherden, işlenip en son ürüne kadar üretim yapabilen dünyadaki tek tesistir. Öküz giriyor sosis çıkıyor esprisi. Başka böyle bir tesis yok. Diğer ülkeler ihraçla yapıyor.
Tesisin kurulduğu tarihlerde Türkiye’nin alüminyum ihtiyacı 18.000 ton. İlerde sanayinin gelişeceğini göz önünde bulundurarak, 60 bin ton kapasite ile kurulmasına karar veriliyor. Böyle bir tesisi kurmak için çeşitli ülkelerden kaynak arıyorlar. Bugün AB ülkeleri olanlardan, ABD’ye kadar ileri kapitalist ülkelerin hiçbiri bize alüminyum tesisi kuracak teknolojiyi vermiyor. Bir tek Sovyetler Birliği Seydişehir alüminyum tesislerinin kurulması için gerekli teknolojiyi veriyor. Tarım ürünleri değiş tokuşu karşılığında veriyor hem de. Para karşılığı değil. Dünyada petrol krizinin yaşandığı yıllar bu yıllar da.
Cevherin hemen yanına 20 km yakınına kuruluyor tesis. Alüminyum tesislerinin çalışabilmesi için çok yüksek miktarda elektrik gereksinimi vardır. Boksit’ten elde edilen alümina, alüminyum olmak üzere elektrodiyalize tabi tutulurken çok yüksek miktarda elektrik harcıyor. Dünyada ortalama15-16 bin kw/saat’tir tonu için. Bu üretimde çok büyük bir tüketim olarak gözükse de, alüminyum üretildikten sonra, en az enerji gerektiren metallerden birisi. Şekillendirmesi, doğraması kolay, ikinci kez üretilirken eritilmesi için yüksek ısı gerekmiyor. Alüminyum elektrik tüketicisi değil, elektrik deposu olarak bilinir.
Tesisin elektrik ihtiyacı içinde yapılırken, yakınında Oymapınar’a baraj kurulmasına karar veriliyor. 70’lerden 1984 yılına kadar bu tesis bitirilmiyor. Bitirilmediği için o yıla kadar mobil santraller kuruluyor. Fuel-oil’le çalışan sistemler kuruluyor. Ama tabii bunlar çok pahalıya mal olan sistemler. Dünyada enerji sıkıntısı yaşanan bir dönem yaşanıyor zaten. Bu yüksek elektrik maliyetinden dolayı Seydişehir hep zararda gözüküyor. 1984 yılında baraj bitirildiğinde, elektrik yine tesise bağlanmıyor. Baraj sistemini enterkonnekte sisteme veriyorlar. Verirken de, dünyada alüminyum fabrikalarına elektrik enerjisi 2 cent’e girerken Seydişehir’e 7 cent’e kadar girdiği olmuştur. 4-5 cent’e indiği zamanlarda Seydişehir kara geçmiştir, dolar yükselip elektrik enerjisi pahalandığı zaman Seydişehir zarar etmiştir.
Zarar kar meselesine gelince… Seydişehir’e 7 cent’ten elektrik verdiğiniz zaman kaç para alınıyor? 50 milyon ile 60 milyon dolar arasında para alıyoruz. Nereye alıyoruz bu parayı? Devletin kesesine. Peki Seydişehir tesisleri ne kadar zarar etmiştir? 18 milyon dolar. Peki alınan 60 milyon dolar ne? Oymapınar’daki elektriğin maliyeti 1 cent’in altında halbuki. Dünyadaki en ucuz enerjilerden biri. Ama bu kar yok sayılıyor.
İşçiye vermiş oldukları maaş nedir? Ki bugün,Yıllarca yoksulluk sınırında maaş verdiler şimdi de açlık sınırında veriyorlar. Ödenen SSK primi nedir? Orada üretilen alüminyumla elde edilen katma değer nedir? Seydişehir Alüminyum Tesisleri kurulduğu günden bu yana Türkiye’ye 2 milyar dolar katma değer sağlamıştır.
1990’lı yıllardaki krizli enerji sıkıntısı aşılınca, 2000’lerde metal borsaları yükselmiş ve Seydişehir 60 bin tonun üzerinde üretmeye başlamıştır. 60 bin kapasiteye rağmen nasıl bunun üzerinde kapasitede üretim yapıyor? Eski yedek parçaları duruyor, mühendis arkadaşlarımız, çalışanlar, endüstri mühendislerinin katkılarıyla kapasite arttırılmıştır. Geçen yıl 64 bin tona dayanmıştı üretim. Türkiye’nin alüminyum gereksinimi 300 bin ton. Ama hala 69 bin ton üretiyoruz.
Türkiye Alüminyum kapasitesinin % 10’unu üretiyor. Bu yüzden ihracat yapılamadığı gibi, ihtiyacın çoğu ithal ediliyor. Yeni tesislerin de yapılması gerekirken, özelleştirme furyası gelmiş Seydişehir’i yakalamış. Seydişehir Etibank’a bağlı idi. Etibank, maden tetkik arama enstitüsünün bulmuş olduğu madenleri, tek tek MTA’nın bulduğu, rezervini belirlediği madenleri, tesisleri ile birlikte işleyip pazarlayacaktı. Bunun finans kısmını sağlamak için bankacılık yapıyordu.
Özelleştirmeler için önce bu tesislerin finans kanadı yok edildi. Etibank’ın banka kısmını ayırarak Etibank’ı holding yaptılar. Eti Holding oldu. Holdingleştirerek her bir tesisi şirket haline getirdiler. Bu özelleştirmelerin ilk girişimi 1976 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ekonomik uyum programında Etibank’ın holdingleştirilmesi vardı. Ama bu o zaman yapılamıyor. 24 Ocak kararlarıyla 1980’de yine gündeme geliyor. Toplumsal muhalefet nedeniyle uygulanamıyor ve 12 Eylül faşist darbesiyle uygulanmaya geçiriliyor. Özallı özelleştirme, yıllarının sonunda holdingleştirilmiş Etibank’ın banka kısmı Sabah Gazetesinin sahibi Dinç Bilgin’e veriliyor. Sonra Etibank’ın içini boşaltıyor. Sonra bu parayı devlete ödetiyor.
O dönem Etibank’a ait ÇİNKUR fabrikası var. Çinkur Kayseri’de çinko ve kurşun üreten tesis. Çinkur özelleştiriliyor. Çinkur’u İran’lı bir firma alıyor. Fabrika üretecek, işçiler çalışacak diye garantiler imzalanıyor .
Özelleştirmeden hemen sonra firma iflas bayrağını çekiyor. İşçileri kapının önüne koyuyor, haklarını vermiyorlar. Tesisin malzemeleri özel sektöre dağılmış durumda. Tesiste de bir mobilya firması var. Mobilya yapıyor. Bu durumdan sonra Türkiye’nin çinko ihtiyacı nereden karşılanıyor?
Sendika.org: İran deme!…
Cemalettin Küçük: İran’dan sağlanıyor. Yine bu firma tarafından sağlanıyor. Bugün Türkiye çinkoda %100 dışa bağımlı. Ham çinkoların üretimi Karadeniz’de çeşitli madenlerde yapılıyor, işlenmiş çinko olarak yurtdışından Türkiye’ye geri geliyor.
Etibank’ın bankası gitti, çinkosu gitti. Kükürt kapatıldı. Daha önemli Ergani Maden Kapatıldı. Sivas’ın Maden ilçesinde bakır tesisi idi. Orası da cevherden, külçe bakıra kadar entegre tesis üretim yapabiliyordu. Orası 1994 5 Nisan kararları sonrasında özelleştirildi. Murat Karayalçın’la Tansu Çiller’in imzasıyla. Özelleştirme ile oraya giren ilk olarak Özer Çiller oldu. Özelleştirme öncesi oradaki bakır cevherlerinin
ve stokunun üstü topraklarla örtülmüştü. Özelleştirmeden sonra çıkarıp kamyonlara yükleyip götürdüler. Şimdi tesiste 50 kişi çalışıyor ve sadece cevher yıkanıyor. Oradan yurtdışına işlenmek için gidiyor. Makineler ve tesisler çürümüş durumda. Eski dönemde üretim yapılırken fabrikada 3500 kişi çalışıyordu, kasabanın nüfusu da 35 bin kişiydi. Şimdi kasabanın nüfusu 5000 kişi. Madencilerin yaşadığı mahalleler şu an terkedilmiş durumda. Evlerde otlar bitmiş.
Murgul’daki bakır tesisleri özelleştirildi. Yabancılar aldı. Karadeniz Bakır Hopa’dan yüklenip Karadeniz’de bir tur attırılıyordu. Sonra getirilip Samsun Limanından tekrar ülkeye sokuluyordu. Böylece ithalat-ihracat işlemi yaptırılıyordu. Böylece sürekli zarar ediyordu. Orayı da arazisinin etmeyeceği bir paraya sattılar.
Antalya’da elektro metalürji var. Krom üretiyordu burası. Göcek’ten gelen kromları elektrolizle eriterek krom üretiyordu. Ayrıca Türkiye’nin karpit ihtiyacını karşılıyordu. Burayı da 15 milyon dolara özelleştirdiler. Zaten 14 milyon dolarlık nakit parası ve stoğu varken. Diğer varlıklarını kattığın zaman alan adam kafadan 20-30 milyon dolar, kafadan cebine koyuyor. Ve tesis şimdi bir kenarda.
Elazığ’da ferro-krom tesisleri var. Krom üreten bu tesislerde 4500 kişi çalışıyordu. İyi bir tesisti. Orada da krom üretildiği halde bir türlü paslanmaz çelik üretimine geçilemedi. Kromu olup, paslanmaz çelik üretmeyen tek ülkeyiz. Nikelimiz de var.
Ferro-krom önce özelleştirme kapsamına alındı. Sonra üretim durduruldu. 124 milyon dolarlık cevheriyle birlikte yıllarca bekletildi. Sonra üretime geçiliyor dendi ve özelleştirildi. Bir plastik üreticisi firma burayı 58 milyon dolara satın aldı. Kafadan ürün stokundan 60 milyon doları cebe attı burası da.
Kütahya’da Gümüşköy tesisleri vardı. Ama bu Gümüşköy’de siyanürlü yöntemle gümüş üretiliyordu. Çevre için zararlıydı ve kapatılması gerekiyordu. Ama öbür taraftan değerlendirince burayı da 40 milyon dolara özelleştirdiler. Ve buranın da hali hazırda duran gümüşleri de bu kadar ederken. Burası da talan edildi. Orayı ilk alan Koza firması şimdi oradan çekildi ve Bergama’ya gitti. Diğer firmaların ayakçılığını yapan konumunu sürdürüyor.
Etibank’ın tüm bu tesisleri yok olmuş. Bir tek Seydişehir ve Bor tesisleri kaldı. 4 tane bor yatağı var. Bandırma’da işleme tesisleri var. Kırka’da, Bursa Erfelek’te, Balıkesir Susurluk’ta, Çanakkale Biga’da bor madeni var. Bu maden çıkıp Bandırma’da işleniyor ve ihraç ediliyor. Mayıs ayı içinde 1500 maden alanı işletmeye açıldı. Bunlardan üçü de bor idi. Böylelikle bor madenlerinin korunmasını da delmiş oldular.
Etibank’ın holdingleştirilmesine yargı itiraz etti. Yargının kararını uygulamak yerine yasayı değiştirdiler. O kanun maddesi değiştirildi. Bütün bu tesisler yağmalandıktan sonra, Seydişehir Alüminyum kaldı. Cevher ve tesis olarak ta en büyük maden tesisi zaten. Buranın üstünde bu kadar durmalarının sebebi
Bir, hemen Toroslar’ın yukarısındaki boksit madenimiz, tesise 5 dolara maloluyor. Dünyadakiler 20 dolara mal oluyor.
İki, bunun bir de Antalya’da Limanı var.
Üç, cevherden en uç ürüne kadar yapabilen tek tesis.
Dört, Ortadoğu’da da metal meşrubat kutularının (kutu kolanın) ve çikolata folyolarının paket çekildiği tek tesis.
Beş, hemen yanında ucuz elektrik üreten barajı var.
37 firma talip buraya. Türkiye’de hiç bir tesise bu kadar çok firma satın almak için başvurmamıştı. Ereğli Demirçelik’e bile çıkmamıştı bu kadar talip.
2003 yılı geldiğinde SAT özelleştirme idaresine devredildi. Devredildi ama nasıl devredildi. Özelleştirme kapsamına girince, yıllarca doğrudan elektrik verilmeyen baraj elektriği hemen bağlandı. Oymapınar barajı bağlanınca, dünyanın en ucuz elektrik kullanan tesisi haline geldi.
Sendika.org: Görücüye gelecekler var diye mi elektrik bağlandı?
Cemalettin Küçük: Görücü falan yok. Bu işlerin talimatını verenler zaten bu görücüye gelenler. Tam kapasite ile üretim yapıyor. Ve zorunlu pazarının %15 ini karşılayabiliyor. İşleme kapasitesine sıra gelince %10’lar. Böyle bir tesise herkes atlar. Çünkü Türkiye’deki pazarı kapatmak için. Burayı tüm tesis, baraj, liman, maden ve pazarıyla birlikte özelleştirme kapsamına aldılar.
Biz mayıs ayında sempozyum düzenledik, herkese anlattık orada. Özelleştirme demek kapatma demek, işsiz kalmanız demek dedik. Özelleşen her yerde işçileri kapı dışarı ettiler, madenleri götürüyorlar. Sizin sahip çıkmanız gerekiyor diye bir bilinçlendirme çalışması başlattık. Memuru, mühendisi, işçisi, taşeron işçisi hep beraber hareket etmeye karar verdi.
İlk önce taşeron işçisiyle, kadrolu işçiler arasında sorun vardı. Biri az alıyor, biri çok alıyor diye. Sorunun taşeronların da kadroya geçirilmesiyle çözüleceğini ve bunun içinde örgütlenilmesi gerektiğini anlattık hep. Bu bilinçlendirme aşamasından sonra orada herkes el ele verdi.
Esnafa bunu anlatmaya çalıştık. Seydişehir fabrikası kapanırsa siz de yok olursunuz. Seydişehir’i Seydiköy yapacaklar diyorduk. Önce Oda [Metalürji Mühendisleri Odası] olarak gittik. Yerellerde odalar ve derneklerle hareket ettik. İşçilerle görüşmek için tabii ki önce sendika ile hareket ettik. Yerelde bu işleri herkes konuştuktan sonra, bir şehir meclisi kuruldu. Belediye, ticaret odası, esnaf ve sanatkar odaları, şoför odaları, muhtarlar, yerel DKÖ’ler, sendika ve biz mühendis odalarının da olduğu bir meclisti bu.
Şehir meclisi, oradaki bilgilendirmeyi sağladı, insanların bir araya gelmesini sağladı. Defalarca
konferanslar düzenlendi. Karşılıklı tartışmalar oldu. Bütün bunlardan sonra, Seydişehir’de bir bilinç oluştu.
“burası müstemleke memleketi mi?”
2003’ün Haziran ayında fabrika daha özelleştirme kapsamına girmeden, Maliye Bakanı’nın talimatıyla birlikte tesisleri gezmeye adam gönderdiler. Bende oradaydım o sırada. İncelemeye gelenler, alüminyum tekeli olan Kazakistan kökenli bir firmaydı. Yanlarında Türkiye’deki yerel bir otel işletmesinin yetkilileriyle birlikte tesisi gezmeye geldiler. Bu otel de ilginç bir oteldir. Tayyip Erdoğan’ın AKP iktidarının başında 365 milletvekilini toplayıp, birer kol saati dağıttığı oteldir bu otel. Antalya Riksos Otel.
Biz daha sonra tesislerden kayıtları çıkartıp inceledik ve tesise geldikleri arabalar Mercedesler falan ama plakalarını araştırınca kamyon plakası, pikap plakası falan çıktı.Yani tesisi incelemeye sahte plakalarla gelmişlerdi. Maliye bakanının gönderdiği adamlar sahtekar.
Ama ne oldu o sahtekarlara, o sahtekarlar o fabrikada gezmeye kalkınca işçilerin onlara dediği şu olmuştu: “siz bu fabrikayı gezerken kafanıza bir şey düşerse sorumlusu biz değiliz!”
Böylece “ziyaretçileri” kapı dışarı etmişti işçiler. Kapıda da mühendis arkadaşlarla ben de onları bir güzel karşıladım. “burası müstemleke memleketi mi?” diyerek bastık fırçayı, giremezsiniz dedik ve yolladık geriye.
Maliye bakanının bir diyeceği varsa da söyleyeyim, ben kovdum onları.
Sahte plakalarla gelenler hakkında suç duyurusunda bu
lunduk ama ondan bir şey çıkmadı. Bu süreç devam etti. 19 Nisan’da Fenerbahçe Spor Kulübü ikinci başkanı Nihat Özdemir’in firması Rimak’ın adamları geldi. Bunlar tesisi gezmeye gelince, işçiler bunları kapının önünde dan diye durdurdular. Hemen ardından 1000 tane çevik kuvvet Konya’dan getirtildi ve işçilere saldırtıldı. Ama işçiler onları fabrikadan içeriye koymadılar. Bu direniş ve saldırı basında yer bulamadı o zaman. Seydişehirliler cidden tedbirler almaya başladılar. Çünkü dediler ki, “özelleştirmeciler bize ciddi biçimde saldıracak.” O andan sonra işçiler birbirlerine iyice kenetlendiler. Seydişehir’de özelleştirme bilgilendirme bürosu vardı. İşçiler onu Seydişehir’den kapı dışarı ettiler. Bunun üzerine büro Ankara’ya taşınmak zorunda kaldı.
İşçiler Seydişehir’de direnerek üretimi korudular
Bundan bir hafta sonra 22 Mayıs Pazar gecesi fabrikayı taliplerine gezdirmek için, 1000 polis ve 1000 jandarmalık bir kuvvet Seydişehir’e getirildi. Seydişehir’in içinde askeri darbe olmuş gibi gezerek, fabrikanın önüne geldiler. Vardiyalı işçiler vardı fabrikada o zaman, 700 kişilerdi ve adam başı 3 kolluk düşüyordu. Pazartesi sabahı olunca kolluk sayısını 3000’e çıkardılar. İşçiler de vardiyadan çıkmayıp fabrikada kaldı. Sabah 8’de giden işçide fabrikaya girip bir daha çıkmadı.
Tesis’te eğer elektroliz bölümünde, üretimde eğer bir kesintiye neden olursanız, orada tesisi durdurursanız, eriyik alüminyumu soğutup dondurursanız, tesisi yeniden kurmak zorunda kalırsınız. Bu tesisin kapanması demek olur. Bu yüzden işçi polisi asla oraya sokmamalı. Bunun bilincinde hepsi. Bütün tedbirlerini aldı işçiler. Kapılar kaynaklandı, barikatlar kuruldu. Onların amacı üretim alanında çatışma çıkartıp üretimi durdurmak. Ama işçi buna izin vermedi.
Eski teknoloji, diyenler önce kendi kafalarını yenilesinler.
Tesis durursa, özelleştirmeciler için sorun olmaz. Çünkü onlar üretim yapmak istemiyorlar zaten. Cevheri alıp götürebilmek istiyorlar. İşçiler Seydişehir’de direnerek üretimi korudular. Seydişehir tesisleri dünyada entegre tek tesistir. Kapasitesinin tamamını kullanarak çalışmaktadır. Dünyada diğer teknolojiler %40’la çalışmaktadır. Başbakan sürekli teknolojisi eski diyor. Seydişehir için teknolojisi eskidir denildiğinde, bu lafı edenlerin teknolojiden anlamadıklarını anlarız.
Fabrikanın kimi makinelerinin eskimiş olması demek tesisin teknolojisi eski demek değildir. Eski bir fabrika nasıl olur da kapasitesinin üzerinde üretim yapabilir. Yıllardır Seydişehir’de ürün çeşitliliğini arttıracak makineler alınmıyor. Seydişehir işletmesi çikolata alüminyum ambalajları için baskı makinesi alsa karı iki kat daha artar. Seydişehir’e baraj bağlandıktan sonra, karı geçen sene net olarak 27 milyon dolardı. Bu baskıyı kursalar karı 50 milyon doları geçecek çünkü esas para orada. İzin verilmiyor. Bıraksalar tesis 200 bin ton alümina üretiyor, bunun 120 bin tonundan alüminyum imal ediyoruz. 80 bin ton kalıyor, ihraç ediyoruz. Sonra işlenmiş halini yine ithal ediyor Türkiye. O 80 bin ton için bir tesis daha kursak onu da işleyeceğiz. Fırınları yenilesek 250 bin tona çıkar alümina üretimi, 125 bin ton alüminyum üretecek tesisi sağlarız. Türkiye’nin ihtiyacı olan alüminyumun yarısı karşılanmış olur. Bir kaç sene kazandığını yatırıma dönüştürmesine izin verilse, bütün Türkiye’nin alüminyum ihtiyacını karşılayacak hale getirilecek orası.
Bizim mühendislerimize, işçimize bıraksalar gelişir. Eski teknoloji, diyenler önce kendi kafalarını yenilesinler.
Başbakandan duyup konuşmasın kimse. Burayı kuran mühendisler ne diyor ona bakmak gerekiyor. Hala geçerli bir teknolojiye sahiptir ve kendi kazandığı paralarla geliştirilip, 10 yıl içinde Türkiye’nin tüm alüminyum ihtiyacını karşılayacak haldedir. Onun için buraya bu kadar saldırılıyor. İşçiler o gün fabrikasını, üretimini korudu. Gaz bombası attılar, copladılar, ailelerini yerlerde sürüklediler. Bütün bunlara karşı işçiler canları pahasına fabrikaya kimseyi sokmadı. Saldırıda haddane önüne kadar gelebildi polisler. Burada işçiler kendi yöntemlerini kullanarak kapı dışarı ettiler. Ama içerde işçi bunları yaparken, kapının önünde esnaf, sanatkarlar, şoförler odası, derneklerden oluşan 5000 kişi vardı. Onlarda yol kesti. Onlara da saldırdı polis. Onlar da direndi yaralananlar oldu. Seydişehir’den gönderdiler özelleştirmecileri.
İşçiden işveren olmaz
İyi bir bilinçlenme oluştu Seydişehir’de. Eğer bu bilinçlenme kırılmazsa, mesela sendikanın genel merkezi Hak-İş, Karabük’teki özelleştirmeden hisse alışını örnek olarak gösteriyor. Bu kötü bir örnektir. İşçiden işveren olmaz. İşçinin üretimde söz hakkı olacak ama patron olarak söz hakkı olamaz. Olan sendika yöneticisinin patron olması. İşçinin hakkı kadar senin benim de o kadar söz hakkımız var Seydişehir’de. Çünkü hepimizin vergileriyle kuruldu orası da. O yüzden orada üretimden yana taraf olmamız gerekiyor.
Oradan Türkiye’nin her yanına alüminyum gitmeli ve katma değeri tüm Türkiye’ye bölüştürülmeli.
Bütün bu süreçten sonra ayın 10’unda 100 otobüs işçi 100 otobüs Seydişehirli Ankara’da özelleştirme idaresi başkanlığının önünde toplanacak.
Karabük’ten de bahsetmek gerek…Türkiye de genel olarak demir çelik ithalatçısı bir ülke. Gelişmekte olan ülkelerde çok fazla miktarda çelik ihtiyacı var. Bunu ya üretecek ya ithal edecek. Gelişmenin ölçütü olarak çelik miktarı kadar çelik çeşitliliği de önemli bir faktördür. Yassı çelik, uzun mamuller gibi çeşitli mamuller vardır. Türkiye yıllardır yassı çelik üretmediği için dışarıdan ithal olarak alır. Bunun yanında uzun çelik denen, inşaatlık çeliği üretir. Bunu da dünyanın hurdasını alıp, eritip yapmıştır. Bunu sonra dünyaya ihraç etmiştir. Bununla çok miktarda çelik üretiyormuş gibi gözükür. Ama bizim esas demir çelik tesislerimiz, Ereğli, Karabük ve İskenderun Demir-Çeliktir.
Karabük Demir-Çelik tesisleri 1939 yılında üretime başlamıştır. O zamanlar eşeklerle yük taşınarak kurulmuş bir tesis. Bu tesisler İskenderun Demir-Çelik’in kurucusudur, Ereğli Demir-Çelik’in kurucusudur, aynı zamanda Seydişehir’e de katkısı olmuştur ve Türkiye’nin bütün radyo anten vericileri ve direklerinin karşılayıcısıdır, Çay-Kur ve Tekel fabrikalarının kurucusudur. Şeker fabrikalarının kurucusudur. Aklınıza gelebilecek bir çok tesisin kurucusudur. Bu tesis için zarar ediyor denebilir mi? Tesis Türkiye’yi kurmuş. Ray üretimi de yapıyor.
1994 yılına gelindiğinde Karabük Demir Çelik işletmeleri Türkiye Ziraat Bankasında hazır parası varken, yatırım yapmak istedi. Parasını çekmek isteyince devlet dedi ki: “Ziraatta’ki paranı çekemezsin. Biz o parayı kullanıyoruz”. Eximbank’tan çek dediler. Eximbank
% 80 faizle veriyordu parayı. Ama işletmenin Ziraat Bankası’nda kullanılan parası ile “sanayi kredisi” veriliyordu Koç’a Sabancı’ya hem de % 20 ile. Bu % 60’lık parayı da sermaye sınıfına aktardılar. Bundan sonra Karabük Demir Çelik zarar ediyor diyorlar.
Bütün Türkiye’yi kurmuş, yatırım yaptırmamışsın, Devlet Demir Yolları’nda cevher taşıyor para kazandırıyor, madenden para kazandırıyor; bu toplama bakmayıp zarar ediyor diyorlar. Bütün bunlar metalürjik madde tesisleri. Bunlara kar ve zarar
hesabıyla bakılmaz. Bunlar temel sanayi kollarıdır. Madeniniz, cevheriniz olmasa bile bunları kurmak zorundasınız. Japonya’nın ne demiri ne de kömürü vardır. Ama dünyanın önemli çelik üreticisidir.
Sendika patron olunca işçinin ücreti düşüyor
Karabük’ü içinde işçi sendikaları ve esnaf odalarının olduğu bir şirkete 1 liraya satarak özelleştirdiler. Sonra mahkemelik oldu özelleştirmesi iptal oldu. Halen yasadışı durumda özelleştirilmiş olarak duruyor. Ekonomik olarak iyi durumda gözüküyor, ama sürekli para aktarıldı. Dünyada şu an demir ve çelik ürünleri fiyatları çok yüksek ve çok karlı. 1 üretip 5 kazanabilirsiniz. Geçen yıl üretimini % 20 arttıran adam karını üç kat arttırmış oldu. Türkiye’de bazı ürünlerin fiyatı artıyor, enflasyon yok niye artıyor diye soruluyor. Sebebi metale bağlı malzemelerin fiyatının yükselmesi. Dünyada hammadde sıkıntıları baş göstermeye başladı ve hammadde kaynakları tekellerin elinde toplanmaya başladı. Karabük de bu konumundan kaynaklı olarak kendini koruyor. Ama “özelleştirmeden sonra patron olan sendikanın işçileri ne kadar maaş alıyor” derseniz, çok düşük alıyor. Bu karlılıktan pay almıyorlar. Mühendisler de aynı düşük ücretleri alıyor. Sendika patron olunca işçinin ücreti düşüyor. Çünkü orayı yöneten Karabük Milletvekili bilmemkim, ağır sanayi tekeli bilmemkim. Sendika ağaları patron oluyor. Sendikacı adam zengin olmaz olamaz. Sendikacının bir ceketi olur, olursa bir arabası bilemedin bir de evi olur. Sendikacı dolaşır durur işyerlerini. Bunlar gibi zengin olamaz.
demir-çelik mühim mesele
1990’lı yıllarda demir çelik işletmelerini sıkıntıya sokan bir kriz oluştu.
2. Dünya Savaşı yaşandı, dev çelik üreticisi Almanya savaşla birlikte yerle bir oldu. ABD ve İngiltere ekonomik olarak başa yerleşti. 1950’lerde Avrupa Birliğinin temeli olan “Kömür Çelik Birliği” kuruluyor. Bu birliktelikle Almanya yeniden canlanıyor. 1975 yılı dünyada çelik üretimi üç katına çıkıyor. 655 milyon ton. Sonrasında çelikte artık çeşitlilik ve kalite gerekiyor. Böylece niteliği artıyor çeliğin. Teknolojisi geliştikçe, bileşimi ile ilgili olarak, 1 tonla yaptığınız otomobili, 800 kg ile yapılabilmeyi başlandı.
Çelik teknolojisi müthiş gelişme gösterdi. Ta 90’lı yıllara kadar müthiş gelişti. Bu arada kitle çelik üretimi dediğimiz, cevherden üretim yaptığımız süreçler. Yoğun üretimler kaliteli üretime dönüşüyor. O kitle çelik üretimi Asya ve Güney Asya ülkelerine kayıyor. Kirliliği o ülkelere bırakıyorlar. Kitle çelik üretimi oradan Avrupa’ya getirilip kaliteli çelik üretiliyor. Tabi bu arada Türkiye’de özel sermaye, Koç tarafından Asil Çelik kuruluyor. Bursa Orhangazi’de. Tarım arazisinin üzerine kuruluyor. Bu firma da Ortadoğu’nun tek paslanmaz çelik üreticisidir. Orası da belli bir süre çalıştırıldıktan sonra “biz burayı çalıştıramıyoruz, kredileri ödeyemiyoruz” denilerek devlete veriliyor. Devlet burayı tekrar özelleştiriyor. Şimdi orası Karsan firmasında.
Bu gelişmeler sırasında kaliteli çelikle birlikte, dünyada çelikle daha fazla iş yapılıyor ama üretimde bir artış yaşanmıyor. 90’lı yıllara gelindiğinde Sovyetler birliği dağılıyor. Bu sürece
bakıldığı zaman çeliği kullanan gelişmiş ülkeler. 75’li yıllardan sonra gelişmiş ülkeler çeliği kullanmaya devam ediyor. 90’lı yıllara kadar ötekilerde biraz düşüyor kullanım oranı. 90’lı yıllardan sonra Doğu Bloku ülkelerindeki çelik stokları dünya pazarına çıkıyor. Çıkınca Avrupa Birliğini sarsıyor. Çelik fiyatları müthiş miktarda düşüyor. Gelişmiş ülkeler zaten az çelik kullanıyor. Bu sefer gelişmekte olan ülkeler çelik kullanımına devam ediyor. Bir tek onlar çelik kullanımında artış sürdürüyorlar. Türkiye’de dahil bunlara. Sonra dünyada çelikte atıl fazla kapasite varken, çelik piyasayı kapatmışken, gelişmiş ülkeler teknoloji artırımına giderek kapasitelerini artırıyorlar. Böylece dünyada çelik üretimi kapasitesi1 milyar tona çıkıyor.
Şu anda eski Sovyet ülkeleri yeniden gelişmeye yönlendiği zaman, buna Çin’i kattığınız zaman, gelişmiş ülkelerin uydularında yatırım arttığında çelik ihtiyacı arttı. Diğer ürünlerde de çeliğe alternatif olarak alüminyum kullanabiliyorsunuz. Alüminyum hafif bir metal. Hafifliğiyle birlikte çeşitli alaşımlarla çeliğin yaptığı işleri yapabiliyorsunuz. Alüminyumla magnezyum alaşımı çelikten ileri bir metal oluşturur. Yüzde birlik bir oran değişimiyle farklı bir malzeme elde edebilirsiniz. Malzeme alanı farklı ve ilginçtir. Bundan kaynaklı olarak tüm dünyada malzeme alanına, yüksek teknolojiye, nano-teknolojiye yoğunlaşmıştır. Bütün bunları elde tutabilmek için kitlesel üretimi elinizde tutmanız lazım. Kitlesel üretimi elde tutarken de, çelik çeşitliliğini yani daha çok, esas ana sanayiyi oluşturan yassı mamulleri üretim yerinize getirmeniz lazım. Burada dünyadaki o kriz sıkıntısının yaşandığı dönemde, İskenderun Demir-Çelik’in yaşadığı dönemde, Ereğli Demir Çelik’e 50 milyon dolara devredildi. Türkiye’de hazır kimse özelleştirme karşıtı değil, özelleştirmenin ne olduğunu bilmiyorken.
1960’lı yıllarda Ereğli Demir Çelik kurulurken zaten Amerikan modeli kurulmuştur. Ereğli Demir Çelik şimdi özelleştirilmiyor. Erdemir’e bağlı hisselerin %46.12’si ile kalkınma bankasında olan 13 nokta küsurudur özelleştirme kapsamına alınan. Diğerleri zaten başından beri özeldir. Kurulurken özel kurulmuştur. Onun amacı zaten odur. Ayrı bir statüde kurulmuştur. Türkiye’de özelleştirmenin alt yapısını oluşturmak için kurulmuştur. Erdemir AŞ’dir. İskenderun Demir Çelik’i Erdemir’e bağladılar. Özelleştirme de öyle başladı. Sonra Divriği Hekimhan demir cevheri madenlerini bağladılar, sonra MKE’ye bağlı bir dikişsiz boru üretimi yapan bir tesisimiz var Selbo adında. Onu da oraya bağladılar. İskenderun’da liman var, Ereğli’de liman var, bir tane Yarımca’da liman almışlar, Romanya’da bir demir-çelik tesisi aldı, bunların araştırma-geliştirme kısmı var, pazarlama kısmı var. 9 tane büyük parça. Bütün olarak baktığımız zaman Erdemir olarak geçen bu yapının içerisinde 15 bin çalışan var.
Kim komisyon alıyorsa yalanı da o söylüyor
Halihazırda büyük hisseleri kamunun elinde bulunduğu için yönetimini ele geçirmek istiyor çelik tekelleri. Bunlar talimat veriyorlar, şunu şöyle bunu böyle yapın diye. Ereğli’nin özelleştirilmesi konuşulmadan önce Tayyip Erdoğan, Ali Babacan ve Kemal Unakıtan üçü birden gitti Fransa’ya. Tek gidemiyorlar çünkü pazarlık edemiyorlar. Çok yüksek miktarda komisyon verdiler. Özal’da %10 Turgut Özal diye anılırdı. Türkiye’ye alınan krediler için sermaye şirketlerinden komisyon alıyordu. Mesut yılmaz daha da vahimmiş.
Sugözü Termik Santrali kuruldu Adana’da. Alman Siemens kurdu. Alman bakanı geldi açılışını yaptı. Kendi ülkesinde öyle bir tesisi ona kurdurmazlar. Uranyumlu kömür elektrik üretecek. Buna izin vermezler.
Tükiye’deki tesisleri ele geçirmeye çalışmaktalar. Türkiye uzun ürün ihraç ediyor ama yassı ürün ve çelik çeşitliliği açısından ithal yapıyor. Türkiye yılda 300 milyon dolar paslanmaz çeliğe para ödemekte. Kromu, nikeli bir taraftan gitmekte ama Türkiye hala bu konuda bir şey yapmamaktadır.
Bu arada Sivas’ta bir demir-çelik tesisi kuruldu. Yanlış bir tasarım yapıldı. Şimdi yeniden özel şirketin elinde falan dolaşıyor. Kapansın kapanmasın tartışmaları yapıldı.
Ereğli Demir Çelik,
İskenderun Demir Çelik, limanları ile birlikte bir şekilde özelleştirilirse, burası da serbest bölge ilan edilirse, ki yasalar buna elverişli. Burada sendika olmaz, burada Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları geçmez, buraya gemi ile dışarıdan vasıfsız işleri yapabilecek adamları getirirler, vasıflıları da çok düşük ücretle çalıştırabilirler. Bütün bunlar stratejik olarak bakıldığında Türkiye’nin güneye, kuzeye ve Marmara’ya açılan üç tane limanını veriyorsunuz uluslararası tekelci sermayeye. Bunlar küçük paraya vermezler.
Birileri yalan söylüyor. Benim çıkarım yok niye yalan söyleyeyim. Benim beş kuruş param yok. Yalanı çıkarı olan söylüyor. Kim komisyon alıyorsa yalanı da o söylüyor.
Bir tane tesis göstersinler, “özelleştirdik, işçi ücretleri düşmedi, özelleştirdik verimlilik şu kadar arttı, özelleştirdik, devlete şu kadar vergi ödedi, özelleştirdik kamusal alanda şu kadar faydası oldu, özelleştirdik insanlığa şu yararı var, özelleştirdik güzelleşti.” Bir tane var mı böyle? Şu anda özelleştirilmiş POAŞ borcunu ödüyor mu?
Türkiye’nin temel sanayi kolu demir çelik, yani yabancı sermayenin asla ve asla olmaması gereken alan yabancı sermayeye veriliyor. İkincisi enerji alanı, onu da istiyorlar. Ana enerji kaynağı petrol. Petrolü çıkarmak ve pazarlamak dünyada nasıl oluyor? Enerji sektöründe üretim, iletim, dağıtım bir bütündür. Tekeller; Shell, BP kendisi öyle yapıyor. Ama Tüpraş’ı ayırıp satıyorlar. “Kapatacağım” diyorlar. Tüpraş’ta üretim yapamıyorsun. Pazarlama bölümünü vermişsin POAŞ’a. Öbür kısmı Tüpraş’ı da kapatmaya çalışıyorsun.
Demek ki Türkiye birilerine peşkeş çekiliyor. Bunlar bu işi yapmak için 3000 değil, 5000 kişiyi de yığarlar Seydişehir’e. Bunlar kendi insanına silah çeker, bunlar kendi insanını katleder. Tabi bunların kendi insanı değil. Onların insanı şirketler. Onlar onları koruyor.
Sendika.org: Seydişehir’e dönersek, Seydişehir’in ilk gündeme gelişi, TV’lerde çatışma görüntülerinin yayınlanması ile oldu. Haberler sunulurken de “Seydişehir işçileri daha önce SEKA’yı izlemiştiler” denmişti.
Türkiye’de özelleştirme karşıtı mücadele çok başarılı örnekler verilemiyor ve her seferinde sonuç başarısızlık oluyor. Ama yine de her seferinde, mücadele bir başlasın, örgütün iradesinden bağımsız olarak siyasal toplumsal bir hatta evrilme eğilimi taşıyor. SEKA’da mesela Selüloz-İş sendikası da gerici biliniyordu ama ona rağmen orda da bambaşka bir şey çıktı. Sonucu kötü olsa da kazanımları oldu. SEKA’dan Seydişehir’e bir şeyler birikiyor mu?
Cemalettin Küçük: Bir defa SEKA’da ne oldu. SEKA’da özelleştirme süreci 1998 yılında başladı. SEKA fidanlığının Ford-Koç ortaklığına devriyle başladı. Bu fidanlık nedir? SEKA’nın laboratuarıdır. Onların bataklık dediği yer laboratuar idi. Zaten selüloz laboratuarı bataklıkta olur.
Fidanlığın olduğu İhsaniye kasabasında köylüleri örgütlemeye çalışıyorduk. Fidanlık biterse siz de bitersiniz, arkasından fabrika da biter diyorduk. Ama manzara çok kötüydü. Benim hayatımda en çok sıkıntı çektiğim dönemdi. Köylüleri çağırmış kesin alın ağaçları demişlerdi. Geleceğini kesiyordu insanlar ama farkında değillerdi. “Bunlar ağaç veriyor, sen ne veriyorsun” diyorlardı. O gün ağacı alıp, bir aylık yakacak alanlar başına geleceklerden farkında değildi. Ama bugün görüldü.
Laboratuar gitti. 98’de başbakan SEKA çalışmıyor dedi. O zaman bir kent sahip çıktı. O zaman “rantçılara, yağmacılara, geçit vermeyelim” dendi. Mühendisi, işçisi hep beraber mücadelede yürüyordu. Ama orada birtakım sıkıntılar vardı. 79 yılında tek bir köyün insanları oraya yerleştirilmiş, vasıflı eleman yetiştirilmemiş, hala makina arıza yaptığı zaman, gidip eski emekli işçileri çağırıyorlardı. SEKA üreterek direnişe geçti o zaman. Üretmiyor diyen başbakana inat, kapasitesinin üstünde üretip durdu. Bu üretimin karşısında duramayıp geri çekildi özelleştirme saldırısı. O dönemden sonra belediye başkanı dahil, herkes SEKA’nın arazisine göz koydu. SEKA’nın Giresun, Dalaman, Balıkesir tesisleri de var. En önemlisi İzmit’ti. Sonra içerideki makineleri tek tek sattılar. İşçiler buna uyanamadı. Sendika orada uyanamadı. Orada makinelerine sahip çıkamadı. İşçiler olmayan üretimi savunamayacakları için…
Seydişehir 98 SEKA gibi şimdi. Çünkü üretime devam ediyor. Ve bütün kent sahip çıkıyor. Bir yer için bir laf edenin orası hakkında bilgi edinmesi gerekiyor. Verilerle konuşmak gerekiyor.
Oradan özelleştirmenin geri dönüşünün sağlanacağı bilincindeyiz. Bu başarıldığı zaman Türkiye’de özelleştirme geri dönebilecek. Seydişehir’de yatırımlar sürsün ve daha önce özelleştirilen yerler kamulaştırılsın.
sendika.org: Sendikalarda şöyle bir eğilim ağır basıyor genelde: “özelleştirmeyelim iyi güzel ama öncelikle işçinin ekmeğini savunmalıyız” diyerek, saldırılara bir iki ufak taviz karşılığında boyun eğilmesi. Seydişehir bu açıdan nasıl değerlendirilebilir?
Cemalettin Küçük: Oradaki işçiler “asla satılamaz” diyor. İş bitmiş “buralar kamusal alanda duracak” diyorlar. Ama sendikaların ortaya çıkıp dillendiremedikleri, şeyler var. Mesela Seydişehir’de örgütlü sendikanın başkanı Feridun Tankut geçen benim de katıldığım bir TV programında Karabük örneğini verdi. Gazete röportajında da İskenderun’dan hisse istiyor. Patronluğa soyunuyor. Karabük iyi değil kötü bir örnektir. Karabük yıllarca bu ülkenin kasasından bir sürü şeyi birilerine peşkeş çekti. İşçi sınıfına değil. Ama sonuçta insanlar orada çok düşük ücretlerle çalışmaktalar. Kimse 700 milyonu, 1 milyarı iyi maaş diye sunmasın Türkiye koşullarında. Yoksulluk 1.750 milyar. Mühendisler 750 milyona çalışıyorlar.
Bütün mühendislere 1.750 milyar verseler, toplamda 100 milyar olur. Bu para Karabük’ün bütçesiyle mukayese edilemez. Önceden zarar ediyorum diyerek vermiyorlardı. Şimdi para kazanıyorlar diye övünüyorlar. Çünkü onlar insanları birbirine rekabet ettirip, ücretleri ucuzlatmak istedikleri bir mantıktır. Kalite çemberleri ile yapıyorlar.
Ekmek parana bugün sahip çıkmazsan, yani yoksulluk sınırı üstünde parana sahip çıkmazsan, 1 milyara sahip çıkmaya kalkarsan yarın 500 milyon da alamazsın.
Sendika sadece ücret pazarlığı yapsın demiyoruz. Ama sendika sendikalığını bilecek. Sendikalar demokratik olacak. Hem iş yerinde hem de sendikasında işçinin söz hakkı olacak.
Sendika.org: Direnişe kent ne ölçüde sahip çıktı, direniş ne ölçüde toplumsallaştırılabildi?
Cemalettin Küçük: Biz bir tek kenti değil, tüm Türkiye’yi sahip çıkmaya çağırıyoruz. Epey zamandır öneriyoruz. Bugün Seydişehir’i duymayan kalmadı. Bu süreç birden oluşmadı. Uzun bir bilinçlendirme süreci yaşandı. Adım adım kuruldu. Kaç defa konferanslar, işçi toplantıları, kahve toplantıları yapıldı. Her gelişmeye bir konferans yaptık orada. Mümtaz Soysal o yaşında üç kere geldi oraya. Biz gittik, bağımsız bilimcilerden hocalar gitti. 1500 kişilik spor salonlarında yaptık. O salonlar doldu bir o kadarı da dışarıda kaldı. Bunlar yerelde tartışılıyordu. Geçen, maliye bakanı kızdı; “Bir bardak suda fırtına koparmasınlar” diye. Ama biz değil fırtına tsunami koparacağız. Başka yolu yok bu işin.
Dokunduğun zaman bu adamlara kızıyorlar. 2003 yılında Riksos Otel’deki
toplantıdan sonra Seydişehir Alüminyum’un özelleştirilmesi gündeme geldi. Ardından Bodrum’da aynı grubun başka bir otelinde AKP’nin bir toplantısı yapıldı. Hemen SİT alanında otel yapılması için izinler çıktı.
Bu ülkede maliye bakanı, zaman aşımıyla naylon faturadan yırtıyorsa sahtekarlıkla suçlanan ve hakim karşısına çıkmayıp bakanlığın arkasına saklanan bir bakanın doğru söylemesi mümkün mü?
….
Bundan başka, Türkiye’deki sendikal hareket kırıldı. Şiddetli kırıldı. Örgütlenmesine alan tanınmadı. Bilinçlenmeye, eğitimine alan tanınmadı. Bir kesim sendikacı işçisini AB peşine koşturmaya, öbürü ise işçisini din üstüne örgütlemeye çalışıyor. Sendikal hareket emek sürecinden uzaklaşmış durumda. Türkçülük, İslamcılık üzerine bir sendikacılık da, AB üzerine bir sendikacılık da yürümez.
Sendika.org: Yeri gelmişken soralım, Seydişehir’deki sendika Hak-İş üyesi, gerici bir sendika olarak biliniyor. Konya’nın siyasi yapısı da pek hoş bilinmez. Bir de ekrandan çatışmada gördüğümüz insanların çoğunluğu erkekler çember sakallı, kadınlar türbanlıydı, yani ister istemez kafada bir soru işareti doğuyor. Gerici bir çevre ve dudak ısırtan bir işçi direnişi, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cemalettin Küçük: Seydişehir işçisi sakal bırakma eylemi yaptığı için sakallıydı. Orası gerici bir yer değil. Seydişehir 76’lardan beri büyük mücadelelerin verildiği ve işçi bilincinin oturduğu bir kent. O yüzden “Konya gericidir” demek kestirmeciliktir. Sendikanın genel merkezi gericidir ama yerelde mücadeleyi buraya kadar getirmişler. Kolayca küçümsenemez. Yok sayılamaz. İşçinin de mücadele edeceği yer sendikasıdır. Sendika kıvırırsa işçi de tekmeyi basar onlara.
Sendika.org: Peki, madem sınıf bilinçleri vardı, bugüne kadar niye hep sermaye programına sahip çıkan partileri desteklemişler?
Cemalettin Küçük: Bilinç verilmemiş. İş vaadi veriliyor. Civar köyleri “özelleştirme olsun sizden işçi alınacak” diyerek kandırıyorlar. Bilinç yok işçilerde. Bizim işimiz umutla, inançla değil bilinçle. Onları inançtan bilince getirmek zorundayız.
CHP de özelleştirmeci. Onlar diyor ki Türk birisi satın alsın. Yabancı almasın. Sonuçta aynı . sermayeye gidiyor. Sol ittifakın adayı Murat Karayalçın, Karabük, Maden özelleştirmelerine imza atan kişi. Türkiye’nin belediyesini ilk dış borçlandıran da odur. Bu adamın peşinden gidenler de toplumun bilinçli bilinen kesimleri.
Türkiye de sol ve aydın kesimlerinde yanıldıkları bir yer daha var. “Ereğli işçisi 2 milyar alıyor. Çok alıyor” diyorlar. Ben 800 alıyorsam bu benim suçum. İşçi örgütlenmiş 2 milyar alıyor. Onun elinden almak gerekmiyor bu maaşı. Herkesin böyle parası alması gerekiyor. Milli gelirden adam başı düşen 25 milyarken işçiler çok maaş alıyor diyorlar. Ona sahip çıkılmıyor o yüzden.
Yoksulluktaki işçileri, birbirine rakip işçileri örgütlemek zordur. Ama yüksek ücretli işçilerin kendi maaşlarını koruyabilmeleri için yoksul işçilerin de örgütlenmesi gerektiğini, onların da yüksek maaş almalarını sağlatmak gerekiyor.
Seydişehir 27 milyon dolar kar etti. Kimse bu para ne oldu diye sormuyor. Verin işçilere. “Yok.” İşçi çok maaş alıyor diyorlar.
Bu yanılgılar… Dışarıdan siyaset yapmaktır bu. Mesela Seydişehir’de gidip AKP’ye bomba koymak. Bu neye yarar? Orada belli bir bilinçle, emek hareketi içinde bir süreç var, orada gelir kahvede, köyde, bilinç verirsin. Onun barikatında onunla birlikte yaparsın. Ama dışarıdan bilmeden müdahale anlamsızdır. Hiç bir yapının birinin yıllarca süren emeğinin üstünde, o emeği yok sayan hareketler yapmaya hakkı yoktur. Zaten başbakan marjinal hareketlerdir derken, böyle işler yapılmaz.
Kimisi de diyor ki, “sermaye kimde olursa olsun” diyor. Onlara en güzel cevabı geçenlerde Ankara’da yapılan özelleştirme karşıtı bir sempozyumda Fikret Başkaya verdi: “Şimdi Kürt arkadaşım bana diyor ki ‘buralar kapatılsın. Yeşiller orada saklanıyor’ ama sanki devletin elinden çıkınca başka yerde saklanmayacak. Zaten bütün şirketler Yeşil dolu.”
“Sermaye kimin elinde olsa fark etmez” deniliyor. Doğal kaynaklar üzerinde hiçbir kesimin hiçbir sınıfın herhangi bir emeği yok. Onlar halkın malıdır. Buralar kamusal alandır. Buralardan elde edilen katma değerle gelirlerle toplumun genel gereksinimleri karşılanmalı. Sosyal gereksinimler dediğim eğitim, sağlık, güvenlik, konut. Bunlar kamusal alanda olmalı. Eşit ve parasız halde olmalı.
Türkiye’deki bor madenleri yabancılar tarafından alınıyor, yağmalanıyor. Eğer Afrika’daki, Irak’taki, Afganistan’daki, Amerika’daki yoksul insanların genel gereksinimlerini karşılayacaksa gitsin Türkiye’den. Onların da hakkı var. Ama eğer dünyada egemen ülkelerin füzelerinin ucunda bir dirhem kullanılacaksa bir dirhem göndermeyelim.
Sendika.org: Peki son soru, Seydişehir’in dışında bir şey yapma ihtiyacı duyanlar ne yapsın?
Cemalettin Küçük: Bence gidip bir bilgi edinilmeli. Gidip bakacaksın. Oradaki gerçeği. Dışarıdan ahkam kesmemek lazım. Bunun için oraya gitmek lazım.
Anadolu insanında çok cevherler var. Anadolu’nun tarihi mücadeleyle doludur.
Seydişehir’in nasıl üretim yaptığını herkese duyurmak lazım. Herkes bilsin. Zarar falan etmiyor.
Türkiye’nin sanayi sürecini bilmek lazım.
Yapacak iş çok.
9 Haziran – Sendika.org