Bilindiği gibi, genişleme ve derinleşme, AB’nin artzamanlı ama bütünleşik iki temel stratejisidir. Genişleme, yeni pazar alanlarını bünyesine katmak, derinleşme ise piyasa önceliklerine tabi bir kurumsallaşmayı gerçekleştirmek anlamına gelir. Bu ikili ilk ciddi darbeyi para birliğinin sağlanamayışı ile almıştı. Geçen yıl Birliğe dahil olan 10 yeni üye, ikili arasındaki mesafeyi iyice açtı. Derinleşme yolunda en kestirme […]
Bilindiği gibi, genişleme ve derinleşme, AB’nin artzamanlı ama bütünleşik iki temel stratejisidir. Genişleme, yeni pazar alanlarını bünyesine katmak, derinleşme ise piyasa önceliklerine tabi bir kurumsallaşmayı gerçekleştirmek anlamına gelir. Bu ikili ilk ciddi darbeyi para birliğinin sağlanamayışı ile almıştı. Geçen yıl Birliğe dahil olan 10 yeni üye, ikili arasındaki mesafeyi iyice açtı. Derinleşme yolunda en kestirme ve en cüretli adımı temsil eden Avrupa Anayasası’nın kaderi ise belirsizliğini koruyor. Temel stratejiler arasındaki mesafenin açılmış olması, derinleşmenin karakteri konusundaki ayrılıkları da körüklüyor. AB’nin kurumsal oluşumu ulus-ötesi düzenleyici bir aygıt şeklinde mi, yoksa üye devletler federasyonu şeklinde mi olacak, sorusu etrafındaki mücadele kızışıyor. Bu tablo içinde Türkiye’nin yerine gelince; Türkiye, genişlemenin ideal üyesi iken derinleşmenin korkulu rüyası olmak gibi bir özgüllüğe sahip. Nitekim özel statü önerisi de bu çelişkiyi çözüyor ve kısaca, “dahil etmeden nüfuz etme” anlamına geliyor.
Kısıttan fırsat doğar mı? Egemenler için, evet. Siyaseten AB’den dışlanmayı özerklik gibi görüp ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinde işlev üstlenmek pekala mümkün. Özel statü; AB ve BOP arasındaki bir denge siyaseti anlamına geldiği ölçüde, geleneksel devlet reflekslerimize de hitap ediyor. Türkiye, iki projeyi birleştiren volan kayışı rolüne soyunuyor. Bu gelişmenin AB’ci cepheyi sarması kaçınılmaz. “AB’ye rağmen AB için” mücadelede kararlı saf liberallerimiz bu statüye rıza göstermeyecektir. Düş kırıklığı içinde sermayeye ve siyaset elitine serzenişte bulunacakları ve gönülsüz de olsa yeni AB’ci cepheyi terk edecekleri öngörülebilir. Kaldı ki AB’ci sol için bu öngörünün gerçekleştiği bile söylenebilir. İçerde her türlü AB eleştirisini ulusalcı refleksle ve derin devletle özdeş kılan bu arkadaşlar, bakın, dışarıda Avrupa Anayasasına Hayır deklarasyonuna ürkekçe de olsa imza atabilmiştir. Yeni AB’ci cephede bunlardan doğacak boşluğu ise, hiç şüpheniz olmasın, kimi ulusalcılarımız dolduracaktır.
Son aylarda artarda gelen yasakçı ve otoriter uygulamaları AB perspektifindeki bu kayma ile ilişkilendirenlerimiz olacaktır. İktisadi liberalizmin siyasal özgürlük getireceği savına iman etmiş çevrelere diyecek bir şeyimiz yok. Türkiye’ye neler oluyor, demokratikleşmeden çark edip içe mi kapanıyor, diye endişe eden arkadaşlara ise şu sorulmalı: İşsiz, eğitimsiz ve sağlıksız kalmak, daha az mı şiddet içeriyor? Emekçilerin ekmek ve insanca yaşam kavgası dışında bir demokrasi vardı da biz mi bilmedik? İki koldan emperyalizmin açık sömürgesi konumuna gelmişken, tutup Türkiye’yi yeniden içe kapanmakla eleştirmekte nesi? Bu arkadaşlarla aramızdaki farklılık aslında son derece basit ve yaşama dair. Mesele şundan ibaret: Onlar Hagi’nin istifasını açıkladığı basın toplantısını izlerler, biz ise yanındaki çevirmenin yarın yeni bir iş bulup bulamayacağını düşünürüz.
30/05/05