Dr. Ethem TORUNOĞLU* 1. İZMİRLİ OZAN HOMEROS, PERGAMON HÜMANİZMASI, ZEUS, ARİSTOKİNOS VE BAKIRÇAY İsa’dan üç yüz yıl önce, Makedonyalı İskender o zamanın bilinen dünyasında bir dünya devleti kurmak istiyordu. Aristo’nun öğrencisi olan bu bilge komutan, bugünkü Biga yakınlarında Granikos’da Pers Kralı Darius’u yenerek, Hindistana kadar uzanacak egemenliğinin yolunu açtı. Darius, İskender ile savaşmak üzere batıya […]
Dr. Ethem TORUNOĞLU*
1. İZMİRLİ OZAN HOMEROS, PERGAMON HÜMANİZMASI, ZEUS, ARİSTOKİNOS VE BAKIRÇAY
İsa’dan üç yüz yıl önce, Makedonyalı İskender o zamanın bilinen dünyasında bir dünya devleti kurmak istiyordu. Aristo’nun öğrencisi olan bu bilge komutan, bugünkü Biga yakınlarında Granikos’da Pers Kralı Darius’u yenerek, Hindistana kadar uzanacak egemenliğinin yolunu açtı.
Darius, İskender ile savaşmak üzere batıya gelirken, bugün Bergama kentine 10 km. mesafede bulunan Dündarlı Köyü yakınlarında; Bakırçay Ovası’nın başka bir parlak kültür merkezi olan Gambrion Sitesinde konakladı. Batı yönünde Bergama tepesinin göründüğü bu yöredeki konaklama sırasında, söylenceye göre Pers ordusunda bir kargaşa yaşandı. Darius, bilicilere, ulu kişilere bunun nedenini sordu. Biliciler, Bergama kentinde “söz”ün egemen olduğunu söylediler. Asker Bergama’ya girerse ordunun “söz”den birbirine gireceğini bildirdiler. Darius bu uyarıları dinledi. Kente girmedi, zarar vermedi. İskender’in kalın palalı askerlerinden korkmadı, “söz”den korktu.
Bugün, Bakırçay yöresinde Dündarlı adının; Darius’un askerlerine “durun ha!” demesinden geldiği, küçük bir gülümseme ile söylenir.
Anadolu Kültüründe “söz” çok uzun yıllar Anadolu halklarının sözcüsü olmuş ve tarihe tanıklık etmiştir. Yüzyıllar içerisinde, değişen koşullar ve yaşam biçimleri ile birlikte Anadolu’nun birçok bölgesinde olduğu gibi Bakırçay Ovası’nda da söz kültürü süregelmiş ve birçok bilge insan tarih sahnesine burada çıkmıştır.
Pergamon Hümanizması
Ege’nin güzel kızı Bergama’da yaşayan en eski halkların, Luvi’ler ve Misya’lılar olduğu sanılmaktadır. Bakırçay’ın Çocukları ve onların ataları Anadolu’nun ilk sahiplerindendir.
Bergama adının dönüştüğü “Pergamon” sözcüğünün ilk hecesi “Perg”, eski Luvi dilinde dağ, tepe anlamına geliyordu. Kömür yüklü Soma dağlarının ötesinden gelen, eskiden “Kaikos” adı verilen Bakırçay Yunt ve Madra Dağları arasında Çandarlı Körfezi ile Ege Denizine kavuşur. Eskiden Selinos ve Kestel olarak anılan iki dere, Bergama tepesini doğudan ve batıdan dolaşarak Bakırçaya ulaşır. İşte bu güzel coğrafyada, binlerce yıldır halklar ve kültürler mozaiği yaşamaktadır.
Bergama tarihi; çok çeşitli olaylarla ve söylencelerle doludur. Troya Savaşları, İskender İmparatorluğu ve Tanrıların Tanrısı Zeus’ un doğuşu ve Heredot’un tarihe geçen notları, bu topraklarda yaşanmıştır.
Geçmişten Geleceğe; “Ölüm Buraya Giremez…”
İnsanlık tarihindeki ilk sağlık ve tedavi merkezi Bergama’da kurulmuştur. Antik çağda Bergama’lı hekim Galenos’un kurduğu bu merkezin girişinde, Ölüm Buraya Giremez yazmaktadır…
Zafer tanrıçası uzun saçlı güzel kız Nike, haksızlığa uğramış Bergamalı kahraman Aristonikos, Hekim Galenos, Bergama’daki altın karşıtı direnişin sembol ismi Bayram Çavuş; bugün hep beraber “Kutlu Bergama kentinin Akropolü’nde” sohbet ediyorlar, “söz” söylüyorlar belki de…
On’ların sözleri ve akılcılığı , Bergama’daki teslim olmama öyküsünün temelini oluşturdu…
İnsanlık tarihi, halkların yaşamlarının bir toplamıdır. Bu noktada, insanlık tarihi; bireylerin günlük varoluş mücadeleleri ile birlikte daha özgür, daha mutlu ve daha iyi yaşama savaşımı olarak da görülebilir. Bergama’lı Aristokinos Bakırçay’ın kölelerine, o dönemin kuramcısı Blossius’un düşüncelerinden hareketle, eşitlik ve özgürlük önerdi. Bergama’yı bir “Heliopolis” (güneş kenti), eşitlikler ve özgürlükler ülkesi yapmak istedi. Roma’ya teslim olmaya karşı çıktı. Bugün, Aristokinos’un çağdaşları olan Bergama Köylüleri’nin çok uluslu altın tekellerine ve işbirlikçilerine teslim olmadıklar gibi …
Ve siyanürlü ölüm, buraya giremez dedikleri gibi…
2. BERGAMA’DA ÇEVRE DUYARLILIĞI VE “ALTIN”IN SESİ
Bergama’da binlerce yıla dayanan “söz” kültürü ve yaşam mücadelesi geleneği, siyanürlü altın arama çabaları karşısında da sessiz kalmayarak, örnek bir çevre hareketine ve direnişe dönüşmüştür.
Uluslararası altın tekelllerinin, Türkiye’ye “altına hücum” anlayışı ile gelmeleri, birçok açıdan devletin desteği ve yoğun tanıtım kampanyaları ile başlamıştır. Bergama’da Eurogold firmasının Eczacıbaşı’ndan devir alarak yürütmeye başladığı çalışmalar, Balıkesir Havran’da Tüprag firmasının faaliyetleri, daha önceleri Kütahya’da gümüş arayıp, giden Krupps firmasının yaptıkları, yine Artvin’de Cominco, Eskişehir Sivrihisar’da Tüprag ve Gümüşhane’de Eurogold’un söylemleri; yeraltı zenginliklerimizin ekonomiye kazandırılması ve teknolojinin her türlü sorunu çözebileceği yönünde tek taraflı “halkla ilişkiler” çalışmalarına dayanıyordu.
Eurogold firmasının Bergama Ovacık yöresinde, 1989 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan arama izni ve daha sonra da Çevre Bakanlığı’ndan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED), olumlu raporunu ve işletme iznini alması ile başlayan süreç; Bergama Köylüsünün, Bergama Belediyesinin, Bilim İnsanlarının, Meslek Odalarının, Hukukçuların, Çevrecilerin, Ekolojistlerin ve halka rağmen bir şeyler yapılamayacağına inanan insanların on beş yıllık meşru mücadeleleri ile şekillenmiştir.
“Bergama”ya Evet! Altının Zehirine Hayır…” diyen Bergamalılar, altının “s”si karşısında “Bergama’nın kendisi altındır, bizim altınımız sahip olduğumuz bu topraklardır, pamuk, zeytin onların çıkaracağı altından daha kıymetlidir diyerek, dünyaya örnek olan destanı yazmaya başlamışlardır.
Bergamalılar ağır başlılıkla, önce .Dünya’da altın madenciliğinin nerelerde ve hangi koşullarda yapıldığını araştırdılar ve öğrendiler :
• 1972 yılında, ABD’de West Virginia’da Bufallo Creek altın madeninde atık barajının yoğun yağmurlar nedeniyle çökmesi sonucunda oluşan çevre feleketini ve 125 kişinin ölümünü,
• Ekim 1990’da Güney Carolina’da, yine yağmurlar sonucu Brever altın madeninde süzme rezervinin çökmesi ile onbinlerce balığın öldüğünü,
• 1993’te Ekvator’da toprak kaymasına bağlı altın madeni kazasında 300 kişinin ölümünü,
• 1993’de Brezilya’da siyanürle altın işletimine karşı duran, kuzeyin gelişmiş ülkelerince “ilkel” yerli kabileler olarak görülen Yanonamilerin mücadelesini ve bir anlamda savaşa dönüşen mücadele sonucunda öldürülen binlerce Yanonamiyi,
• 1995’de Guyana’da Omai altın madeninde meydana gelen siyanür barajının taşması olayını ve oluşan büyük ekolojik felaketi,
• Kütahya’nın Dulkadir Köyü’nde yaşanan akciğer kanserine bağlı ölümlerin, köyün yakınında bulunan (100 metre) gümüş işletme tesislerinden kaynaklandığını,
• Artvin Cerattepe’yi ve Cominco’yu, buna karşılık Kafkasör Şenliklerini ve Livane Yöresinin kararlılığını,
• Kıbrıs Lefke’de işletme ömrü tamamlanan bir gümüş madeninin ve çevresindeki ekolojik sorunları,
• Filipinler’de, Moroların yaşadığı bölgede Altın Madenciliği İşletmelerinden kaynaklı siyanür kirliliğini ve ekolojik felaketi,