Son iki haftada olan bitenler, Türkiye’nin rotasından çıkmadığını ve emperyalizmin iyiden iyiye sıkılan ipleriyle dipsiz bir bataklığa sürüklendiğini gösteriyor. Önce ABD ile varılan İncirlik anlaşması, ardından İsrail’le bir anda sıcaklaşıveren ilişkiler ve IMF ile üç yıllık yeni stand-by anlaşması “üç kollu deli gömleği” olarak Türkiye’nin sırtına geçiriliverdi. ABD’nin Açık İşgalinin İlk Adresi İncirlik İncirlik Üssünün […]
Son iki haftada olan bitenler, Türkiye’nin rotasından çıkmadığını ve emperyalizmin iyiden iyiye sıkılan ipleriyle dipsiz bir bataklığa sürüklendiğini gösteriyor.
Önce ABD ile varılan İncirlik anlaşması, ardından İsrail’le bir anda sıcaklaşıveren ilişkiler ve IMF ile üç yıllık yeni stand-by anlaşması “üç kollu deli gömleği” olarak Türkiye’nin sırtına geçiriliverdi.
ABD’nin Açık İşgalinin İlk Adresi İncirlik
İncirlik Üssünün işgalci emperyalistlerce kullanımına dair Bakanlar Kurulu kararnamesi 20 Nisan’da kabul edildi. Yaklaşık on aydır hükümet, ordu ve ABD arasında yürüyen pazarlıklar, ABD’nin Ermeni Soykırımı yasa tasarısını 24 Nisan’da senatoya götüreceğini duyurmasından önce tamamlandı. Türkiye’nin liman, havaalanı, tesis ve üslerinin müttefiklerce kullanımına ilişkin hükümet kararnamesi tüm işbirlikçilerce coşkuyla karşılandı. Nihayet hükümet “anlamsız” direncinden vazgeçmiş, TSK ve ABD arasında çok önceden sağlanan anlaşmayı onaylamıştı. Kararnamenin açıklanmasıyla beraber, hem iznin kapsamının hem de hükümetçe işlenen suçun büyüklüğünün görülmesiyle AKP’nin direncinin nedenleri de anlaşılmaya başlandı. 1 Mart’ta 2003’de ABD 4’üncü Piyade Tümeni’ni Türkiye üzerinden Irak’a sokabilmek için çırpınan AKP’nin sadece İncirlik üssü için bu kadar uzatması beklenemezdi. AKP’ye ayak sürçtüren, işleyeceği suçun büyüklüğüydü.
Kararnamenin “ölümcül olmayan yüklerin taşınması kapsadığını”, “sadece Irak ve Afganistan operasyonları için geçerli olduğunu” ve “üssün lojistik amaçlı kullanılacağını” iddia ederek suçunu hafifletmeye çalışan hükümet şimdi büyük bir vebal altında. Çünkü İncirlik kararnamesi diye bilinen izinle işlenen suç sadece Irak ve Afganistan halkının katillerine yardım ve yataklık etmekle sınırlı değil. Bu kararnamenin çıkması için iki koldan pazarlık yürüten AKP hükümeti ve TSK sadece Türkiye halkının iradesini yok saymakla kalmıyor, ülkenin emperyalistlere bağımlılığını güçlendiriyorlar.
Kararnamenin resmi gazetede yayınlanmayıp, sadece şifahen duyurulması da büyük suçu gizleme çabasından başka birey değildir. Hükümet bir taraftan İncirlik’ten öldürücü silahlar geçmeyeceğini duyurmakta, bir taraftan da bu üste bulunan 90 adet atom bombası hakkında sorulan soruları gizlilik gerekçesiyle yanıtlamamaktadır. Kararnamenin İncirlik’e dair olduğu söylenmekte ancak Abdullah Gül tarafından kamuoyuna açıklanan içerikte İncirlik Üssü’nün adı anılmamakta “Türkiye’deki havaalanlarının, üslerin, limanların” diye geniş bir ibare kullanılmaktadır. En önemlisi de kararnamede ABD’nin adı da geçmemekte, üssleri kullanacak olanlar “müttefikler” diye anılmaktadır. Abdullah Gül kesinlikle asker geçmeyeceğini söylemekte ancak kararnamede “askeri teçhizat, mühimmat ve personelden” bahsedilmektedir. Tüm bunlar hükümetin suçunun, kendi iddia ettiği gibi, “Irak halkının katline yardım ve yataklık”la sınırlı olmayacağının ipuçlarıdır. Ve suçun ne kadar genişleyeceği Tayyip Erdoğan’ın İsrail gezisiyle beraber açığa çıkmaya başlamıştır.
ABD Komutasında İsrail ile Suç İttifakı
Tayyip Erdoğan 1 Mayıs’ta İsrail’e giderken gezinin temel amacın İsrail’le daha sıcak ilişkiler kurarak Bush yönetimi ile bozulan ilişkileri düzenlemek olduğu fikri ağır basıyordu. Zaten Tayyip Erdoğan’ın bir yıl önce “devlet terörü uyguluyor” dediği İsrail ile sıcak ilişkiler bu geziden önce kurulmaya başlamıştı. 2005 Ocak ayında ABD, İsrail ve Türkiye Doğu Akdeniz’de bir ortak askeri tatbikat gerçekleştirmişlerdi. Türkiye, uzun zamandır gündemde olan insansız hava aracı projesinde tercihini İsrail’in Heron (Kartal) uçaklarından yana kullanmıştı. Türkiye’nin uçak filosunun modernizasyonu işi İsrail’e havale edilmişti. Bakü-Ceyhan boru hattının, Ceyhan-Hayfa hattıyla birleştirilerek Rusya-Hazar doğal gaz, su ve elektriğinin İsrail’e taşınacağı haberleri basına duyurulmuştu. Yahudi Lobisinin Ermeni tezlerine karşı ABD’de çok sıkı çalıştığı haberleri ve buna rağmen Türkiye’de yükselen bir anti-semit dalga olduğu iddiası her gün gazete sayfalarına taşınıyordu.
İşte böyle bir ortamda gerçekleşen gezide Filistin’e iki saat gecikerek ayaküstü uğrayan Erdoğan, iki gün boyunca İsrail’de çok kritik görüşmelerde bulundu. Görüşmeler sonunda ortak füze üretimi ve MİT ile MOSSAD arasında istihbarat paylaşımı gibi anlaşmalar kamuoyuna açıklandı. Böylece ne zamandır kurulmaya çalışılan Türkiye-İsrail-ABD askeri işbirliğinin önemli adımlarından biri daha atılmış oldu. Böylece “İncirlik üssü kararnamesi”nde bahsedilen ama adı sıralanmayan müttefiklere İsrail de eklenmiş oluyordu.
Bu ittifakın kime karşı kurulduğu da herhalde hiç kimse açısından bir sır değildir. ABD’nin Ortadoğu’daki yeni hedefleri Suriye ve İran’a İsrail’in yönelik caydırıcı gücünü arttırmayı amaçlayan askeri işbirliği görüşmeleri sürmektedir. NATO Genel Sekreteri Scheffer özellikle terörizme karşı savaşta ve kitle imha silahlarının artmasıyla mücadelede İsrail ile askeri işbirliğini artırmak istediklerini ifade etmiştir. Tam bu dönemde İsrail’in NATO’ya 27. üye olmak istediği yolunda haberler yayınlanmış, bunun ilk adımı olarak NATO kapsamında 6 Arap ülkesiyle birlikte yapılan ”Akdeniz Diyalogu” forumuna Kasım 2004’te İsrail de dahil edilmiştir. Şubat ayında İsrail ilk kez Arap ülkeleri ile yapılan NATO tatbikatına katılmış, Nisan ayında da ABD-İsrail ortak füze tatbikatı gerçekleştirilmiştir. Ortadoğu’da bu askeri ittifak geliştirilirken Ariel Şaron’un İsrail Genelkurmay Başkanı Moşe Yaalon’u görevden alıp ve yerine İsrail hava kuvvetlerinde general olan Dan Halutz’u ataması hiç de hayra alamet değildir. İsrail tarihinde ilk kez bir havacı generalin bu göreve getirilmesi, İran’a karşı yapılacak hava saldırısına hazırlık olarak yorumlanmıştır.
Böyle bir politik ortamda gerçekleşen İsrail ziyaretinin Savunma Bakanı ile beraber gerçekleşmesi ve ardından yapılan açıklamalar Türkiye’nin nasıl bir belaya sürüklendiğini daha net açığa çıkarmaktadır. Bu ziyaretten bir hafta sonra Brüksel’de gerçekleşen NATO Askeri Komitesi olağan toplantısına katılan Cezayir, Mısır, Ürdün, Moritanya, Fas, Tunus ve İsrail’in Genelkurmay Başkanları ile terörle ve kitle imha silahlarıyla mücadele kapsamında NATO şemsiyesi altında yürütülecek faaliyetler irdelendi. Türkiye’den Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün katıldığı bu toplantının hemen ardından 17 Mayıs’ta MGK Genel Sekreterli Yiğit Alpogan İsrail Savunma Bakanlığı Müsteşarı Amos Yaron ve Savunma Bakanlığı Siyasi-Askeri Büro Başkanı General Amos Gilad ile görüşmek üzere Tel Aviv’in yolunu tuttu. MGK Genel Sekreterliğince bugünlerde hazırlıkları tamamlanmak üzere olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin dış tehdit bölümünde en üst sırayı Kore’den başlayıp İran’a ulaşan ‘nükleer eksen’in yer alması Türkiye egemenlerinin top yekun niyeti bozduğunu göstermektedir.
Emperyalizme Hizmette Taşeronluk Yarışı
Tüm bu gelişmeler Türkiye egemenleri arasında son dönemde artan rekabetin nedenlerini de göstermektedir. 17 Aralık’a kadar “al gülüm ver gülüm” oynayarak uyumlu bir görüntü sergileyen AKP hükümeti ve ordunun başını çektiği inisiyatif mücadelesi 2005 boyunca giderek şiddetlenmişti. Genelkurmay’ın önce İncirlik pazarlığında bir adım öne çıkmas
ı ve sonra da bayrak kriziyle politik inisiyatif alanını genişletmesine AKP’nin duraksamasının neden olduğu kesindi. Ancak anlaşılamayan AKP’nin neden duraksadığı idi. ABD ile süren pazarlığın sadece İncirlik pazarlığı olmadığının, Türkiye’nin İsrail-ABD’in İran’a yönelik askeri saldırganlık stratejilerine dahil edilmek istendiğinin açığa çıkmasıyla AKP’nin politik inisiyatif almadaki tedirginliğinin nedeni de anlaşılmış oldu.
Tabanına ABD ile işbirliğini yuttururken zorlanan AKP’nin İsrail ile askeri işbirliğini nasıl hazmettireceğini düşünmesinden daha doğal bir şey yoktur. Şurası açıktır ki ordunun Türk milliyetçiliğinin sahibi olarak Arap-Fars düşmanlığını, laikliğin sahibi olarak şeriatçılarla mücadele bayrağını taşıyarak bu kirli senaryoya tabi olması daha elverişlidir. AKP ise adım atarken hem bir sonraki seçimleri hem de bu senaryoların çuvallaması halinde boğazına asılabilecek ilmeği düşünerek hareket etmek zorundadır. İşte tüm bunlar AKP’yi yavaşlatmış ve hükümet bu süreçte inisiyatifi ordunun başını çektiği “ulusalcı” cepheye kaptırmıştır. Tayyip Erdoğan’ın son İsrail gezisi, meclis grubunda ABD için yaptığı güzellemeler taşeronluk yarışında inisiyatifi geri kazanma çabalarıdır.
Deli Gömleğinin Üçüncü Kolu: IMF ile Stand By
Egemenler İncirlik-İsrail pazarlıklarını bağlayıp Türkiye halkını karanlık bir geleceğe sürüklerken sırtımıza giydirdikleri deli gömleğinin üçüncü kolu da IMF ile imzalanan yeni stand by anlaşması. Ne tesadüftür ki, aylardır sürüncemede bekleyen yeni stand by anlaşması IMF İcra Direktörleri Kurulunca Tayyip Erdoğan İsrail’den döndükten bir hafta sonra onaylandı. Böylece “Allah IMF’yi başımızdan eksik etmesin”cilerin telaşı da sona erdi. Bu anlaşmaya göre önümüzdeki üç yılda Türkiye IMF’den 10 milyar dolara yakın kredi kullanacak. Bu anlaşmanın onaylanmasıyla hükümet borç ve faiz geri ödemeleri konusunda rahat bir soluk aldıysa da Türkiye’nin geleceği bir kez daha daha ağır koşullarda ipoteklenmiş oldu. bu ipoteğin bedelinin emekçiler açısından ne olacağını da IMF’nin Türkiye bekçisi Anna Kreuger tarafından ifade edildi: “Asgari ücret ve işçi atmanın maliyeti düşürülmeli… 340 dolara geçinmek zorundaysanız, geçinmek zorundasınızdır”
AKP hükümetinin ekonomik başarı masalları anlattığı bir dönemde yapılan bu açıklamalardaki pervasızlık ülkemizin IMF reçeteleriyle artan bağımlılığını bir kez daha göstermektedir. Bu bağımlılığın bir sonucu olarak hükümetin önüne yapacakları ve yapamayacakları konulmuştur. Madencilik Yasası, kamu bankalarının varlıklarının satılması, sağlıkta dönüşümün iki temel yasası olan Emeklilik Sigortaları Kanun Tasarısı ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısı hükümetin ilk elden halletmesi gereken ödevleridir. Sosyal güvenlik ve sağlık harcamalarını azaltma, ücretlerde reel iyileştirmelere gitmeme ve işçi atmayı maliyetsizleştirip esnek çalışmayı yaygınlaştırma Türkiye’yi yönetenlerin üç yıllık görevi olarak resmileşmiştir. Bu resmi görevler Türkiye halklarına sefaleti ve köleliği dayatmaktadır.
Bir de resmi olmayan görevler var. Artan dış açık ve borçlar nedeniyle iyiden iyiye kuyruğu emperyalistlere kaptıran Türkiye egemenleri, bölgede kurulan kirli bir ittifakın emir eri olarak onursuz bir var olma savaşı vermektedirler. Türkiye’ye giydirdikleri bu deli gömleğinin üç kolu, İncirlik Üssü, İsrail ile ittifak ve IMF ile anlaşma ülkemiz halklarına yoksulluk, sefalet ve kardeş kavgasından başka hiçbir şey getirmeyecektir.
Bu Deli Gömleğini Parçalayalım!
Türkiye emekçilerinin yapabileceği başka bir şey yoktur: Bu deli gömleği parçalanacaktır. Emperyalistlerin İncirlik üssü başta olmak üzere kullandığı tüm üslerden sökülüp atılarak bu açık işgale son verilmesi, İsrail ve ABD ile yapılan tüm işbirliği anlaşmalarının iptal edilmesi ve IMF’yle tüm ilişkilerin kesilmesi Türkiye solunun ve emek hareketinin en acil gündemleridir.
Yaşananlar göstermiştir ki bu gündemler sadece solun ve emek hareketinin gündemleri olabilir. Daha iki ay önce estirilen AB rüzgârlarının etkisiyle emeğin bu süreçte kazanımları olabileceğini iddia edenler Anne Krueger’in taleplerine bakarak, ulusalcı cepheden anti-emperyalist bir çıkış bekleyenler ise TSK’nın Ortadoğu’da rol kapma atağı karşısında bir kez daha durup düşünmelidir. Bugün egemen sınıfların şu veya bu cephesine, şu veya bu projesine demokratlık veya anti-emperyalistlik payesi yapıştırarak emekçi sınıfların zihinleri bulandırmanın ülkeye ve emekçilere bir hayrı dokunmayacağı açıktır.
sendika.org