Daha geçen gün, sonuçlarını okuduk. Bir üniversitenin araştırma görevlileri, varoşlarda okuyan 14 yaşında 30 çocukla ‘derinlemesine’ görüşme yapmış. Sonuçlar da şaşkınlığımıza sunuldu. ‘Varoş çocuklarının kullanamadıkları markalara ve kullanıcılarına karşı geliştirdiği tutumlar’ başlıklı neden ihtiyaç duyulduğu fazlasıyla aşikâr araştırma, ilkgençliğe adım atmakta olan bu çocukların ‘kısa yoldan değil, çok çalışarak ve meslek sahibi olarak zengin olmayı […]
Daha geçen gün, sonuçlarını okuduk. Bir üniversitenin araştırma görevlileri, varoşlarda okuyan 14 yaşında 30 çocukla ‘derinlemesine’ görüşme yapmış. Sonuçlar da şaşkınlığımıza sunuldu. ‘Varoş çocuklarının kullanamadıkları markalara ve kullanıcılarına karşı geliştirdiği tutumlar’ başlıklı neden ihtiyaç duyulduğu fazlasıyla aşikâr araştırma, ilkgençliğe adım atmakta olan bu çocukların ‘kısa yoldan değil, çok çalışarak ve meslek sahibi olarak zengin olmayı hayal ettiklerini’ ortaya koymuş.
Bu rivayet kipi, anketler ve bu tür iyi niyetle yoğrulmuş araştırmalar konusundaki kuşkumu açık ediyor elbet. Hele çocuklarla, gençlerle yapıldığında. Nitekim, yoksulluğun dibinde olduğu anlaşılan, iki-üç günde ancak 50 YKr-1 YTL harçlık alan söz konusu çocuklar, anketçi abi-ablalarının karşısında göz yaşartıcı bir tokgözlülük örneği sergilemiş. Pahalı markalara sahip olamadıkları için üzülmekle birlikte, sahip olabilenlere husumet hissetmiyorlarmış. Aşırı zenginliğin mutsuzluk ve huzursuzluk getireceğine inanıyor, başarıyı zenginlikle ölçmüyorlarmış. Araştırmacılardan biri adeta yüreğimize su diye hisli gözyaşlarını serpmiş: “Hiçbiri, ‘Zengin olursam kendimi kurtarırım; bu çevreyi, ailemi unuturum’ demiyor. Hep ailesine, arkadaşlarına geri dönüyor. Altkültürümüzde hâlâ Türk değerleri sürüyor.”
Araştırmacı bilim insanının altkültür ve Türk değerleriyle ne anlatmak istediğini tahmin edebiliyoruz elbet.
Bu ‘derinlemesine’ araştırmanın derinliği üstüne de bir fikir sahibi oluyoruz böylelikle.
Dün de yine okul gençliğindeki şiddet patlaması üstüne bir haber okuduk. O habere iliştirilmiş uzman görüşlerinden bizde kalan şey, yukarıda sözünü ettiğim anketörlerin verdiği hisle hemen hemen aynı.
Altkültür-alttür
Gençlerin bu toplumda kapladığı etki alanının yüzölçümünü iyi kötü hesaplayabildiğimiz takdirde topluca falımıza bakıyormuşuz hissine kapılacağız doğal olarak. Çünkü Avrupa Birliği’nin oburca göz dikmiş olduğunu düşünüp avuç ovuşturduğumuz genç nüfus, elbette dünyaya karşı kendimizi sunma ve konumlanma serüvenimizi adlandıracak olan çehremiz.
Gençlik üstüne konuşacaksak kaçınılmaz olarak ona belirli özellikler atfedeceğiz. İlericilik, özgürlükçülük, isyankârlık ve dinamizm gibi. Mutlaka hatırlayanınız vardır, gençlik insanın kendinden önce gelenleri acımasızca sorguladığı, yerleşik kalıplara yönelik isyan duygusuyla dolup taşarak kendini bu vatanın ve giderek dünyanın sahibi zannedenlere saygıda kusur ettiği bir dönemdir. Kanımca ‘büyüklere saygıda kusur etmek’ gençliğin anahtar kavramıdır. Gençlik, bütün kutsal dokunulmazlıkları bir çırpıda gülünç kılan bir hava akımıdır. Bu hava akımının yolunu tıkayıp, hayatı aşırı cereyanlardan korumaya çalışanların korkusunu anlayarak başlayabiliriz, gençlik güzellemesine.
Ama gençliği anlayabilmenin yolu, şakağına dayadığımız, birkaç cevabı içinde sorunun karşılığı olamaz. Televizyon yayınları, ‘şiddeti kanıksatan internet oyunları’ ve benzeri hazır ve yoksulluğuyla hazin kalıpları üstüne tuttuğumuzda gençlik algı menzilimizden kaçıverecektir. Hem de alaycı bir kahkaha atarak.
Gençlikten söz ederken herkesin büyük bir rahatlıkla jandarma diline sarılıvermesinde irkiltici bir şey sezmiyor musunuz? Gençliği bir asayiş sorunu, bir an evvel atlatılması gereken bir hastalık olarak algılayan dilin hanidir meşru ve utanmazca dolaşımda oluşu sorunun asıl kaynağını işaret etmiyor mu?
Oturdukları postlarında keyifle kaykılıp gençlik enayiliklerinden söz eden, gençliğin hışırlıklarına burun kıvıran, bu kızamık gibi herkesin geçirdiği hastalığı nasıl atlattığına dair ipuçlarını kullanıma sunan ihtiyarlar ‘başarıya’ ulaşmış muktedirler işte. Onların, internet oyunları, mafya dizileri ve benzerlerinden daha karanlık, daha şiddete kışkırtıcı olduğunu görüyoruz. Ama ne yazık ki gençliğin tamamıyla şuursuz bir delilik hali, sıkıgözetim altında tutulmadığında tehlikeli ve bulaşıcı bir hastalık olarak tanımından en iyi niyetli yetişkinin bile nasibini aldığını görmek mümkün.
Gençler, insanlığın bir alttürü değildir. Gençlik; o muhteşem araf, her şeyin mümkün olduğunun en derinden hissedildiği yerdir.
Gençliği anlamından soyup kırışıksız, yağsız bir varoluş, bir kozmetik sorununa indirgemiş; gençleri sabah şekerleri, gece gezerleri; münasebetsiz cikirtileriyle hayatımızı renklendiren kısa ömürlü yarım akıllılar olarak hazmedebilenlerin iktidarı altında yaşıyoruz. Bir an evvel kendi dilimize buyur etmeye çalışıyoruz gençleri. En büyük işadamına çırak ol. Güzel pozlar ver. Memleketini tanıtmak için sponsorluğumda iyi işlere soyun. Hazırolda dur. Yanıma gel. Birlikte gülelim gençlik salaklıklarına. Fazla gürültülü olmadığı takdirde sevdiğin müziği birlikte dinleyebilir, senin adına gençlik filmleri, gençlik kitapları, gençlik dizileri üretebiliriz.
O sırrı yitirmeyelim
Gençlerin bildiği, sizin çoktan unuttuğunuz bir şey olabileceğini düşündünüz mü hiç? Onların o kimileyin usulca kimileyin gürültülü uğultularının nasıl bir şey olduğunu hatırlayabiliyor musunuz? Bu dünyanın karşısında durmuş, sırlarına sahip çıkıyorlar. O sırrı bir anketöre rahatlıkla açıvereceklerini mi sanıyorsunuz? Her an her tür sınavın en ağırından geçirdiğimiz gençler, elbette sizi tavlayacak, yüreğinize su serpecek cevapları kolaylıkla sunuverecektir. Vakit kazanmak için. Alanı daha da daraltılmasın diye. Sürekli işkenceden geçen her hücre tutsağı gün gelir, ‘Artık akıllandım’ numarası yapabilir. Zinciri, nefes alabileceği kadar gevşetilsin diye. Bir bilge yazarın gösterdiği yol, bu durumu açıklıyor: “Hatanı kabul et. Bu, otoritenin gardının düşmesine ve böylelikle yeni hatalar yapabilmene fırsat tanır.”
Burada hata dediğimizin, otoritenin değerlendirmesi olduğunu belirtmeme gerek var mı?
Yakınlarda okuyup not almışım. Marmara Üniversitesi Rektörü, sayın profesör Tunç Erem, üniversitelerde gündeme gelen öğrenci affı konusunda coşup köpürmüştü: “Böyle popülizm olmaz. Disiplin suçu işleyenleri almak, suça teşvik etmek. Nereye alayım bu öğrencileri. Her yer tıklım tıklım.” Sayın bilim adamının alıntıladığım sözlerini bağlarken gardiyan-hademe-ev kadını bileşimi yakınmasını bir yana bırakın. Ne yapsın, yeri dar. Ama disiplin suçu diye adlandırdıklarını gayet iyi biliyoruz. Slogan atan gençler, çektikleri halay ideolojik bulunanlar, anadilde eğitim için dilekçe ‘suçu’ işleyenler paldır küldür atılmıştı. Rektör, affetmeyelim, diyor. Süründürelim. Tıklım tıklım okullarımızda suçu teşvik etmeyelim.
Evet, gençlere bakarken, ya hiç yaşlanmazlarsa, ya sırlarını satıp yanımıza gelmez, çantamızı taşımazlarsa diye kaygılanan yetişkinler dünyası, gün geçmiyor, gençler üstüne bir araştırma örgütlemesin. Gençlikle nasıl başa çıkılır, başı her görüldüğü yerde nasıl ezilir konusunda bir çalışmaya imza atmasın.
Gençler, dünyayı bütün çıplaklığıyla görüyor. İktidarın bütün çehrelerini, yetişkin olmanın ağır şartlarını, kendilerine sabırsızca el eden dünyanın bütün kapılarını görüyorlar. Endişeleri, korkuları, coşkuları, inançları, çoktan yitirdiğimiz bir sırrın etrafında ö
rgütleniyor. Bambaşka bir dünyanın mümkün olduğunu hissettikleri için orada, tam karşımızda uğulduyorlar. Savaş kışkırtıcıları, işkenceci teorisyenleri, kendi parçalanmış geçmişlerinin hesabını soramadan oturanlar, doymak bilmez köşe tacirleri, ‘hırsızın hiç mi suçu yok’çular, yoksulluğu onur, emeği Türk değeri sananlar, uzmanlar, yerleşikler gençlerin şiddeti hakkında endişelerini belirtiyor. Gençler, başka bir dünyanın mümkün olmadığına ikna ediliyorlar. Zorla. Çoğu çabucak, telaşla büyüyor. Yaşlanıyor. Yaşlanmayanın vay haline!
Radikal 2 Mayıs 2005