Bunlardan birincisi, aslında kendisinin, artık zamanın ruhuna uygun olmadığının ayırdında değil. İkincisi de Benedictus XVI gibi ”sert omurgalı” tutumların değerinin giderek artmakta olmasının ana nedenlerinden birinin, bizzat kendisi gibi siyasetçiler olduğunu göremiyor. Hangi Papa, hangi din? Bu liberal çevreler, yoksulların acılarına duyarlı, kadın haklarına, feminizme saygılı, eşcinsellerin toplumsal taleplerine hoşgörülü; boşanmaya, doğum kontrolüne izin veren, […]
Bunlardan birincisi, aslında kendisinin, artık zamanın ruhuna uygun olmadığının ayırdında değil. İkincisi de Benedictus XVI gibi ”sert omurgalı” tutumların değerinin giderek artmakta olmasının ana nedenlerinden birinin, bizzat kendisi gibi siyasetçiler olduğunu göremiyor.
Hangi Papa, hangi din?
Bu liberal çevreler, yoksulların acılarına duyarlı, kadın haklarına, feminizme saygılı, eşcinsellerin toplumsal taleplerine hoşgörülü; boşanmaya, doğum kontrolüne izin veren, hatta diğer dinlerin ”hakikatine” saygılı, Jean Paul-II ‘nin geleneğini sürdürecek bir Papa istiyorlar. Bu liberal çevreler iki noktada hem yanılıyorlar hem de başkalarını yanıltıyorlar. Birincisi, Ratzinger, Papa Jean Paul’ün, 23 yıldır akıl hocası, baş ”engizisyoncusuydu” . Onun tüm dinî, siyasi tutumlarına ışık tuttu. Kilise içindeki çocuklara yönelik cinsel tacizle ilgili bilgileri bastırdı (The Observer). Her çatlak sesi susturdu. Ona, ”yardımcı Papa” da deniyordu. Le Monde’un işaret ettiği gibi o da fiilen Vatikan’ın başındaydı. 1998’de Opus Dei’nin başkanı Javier Eschevarra ‘nın elinden fahri doktoralık da alan, 1999’da Bush ‘un kardeşiyle bir dini vakfın yönetimini de paylaşan (Newsday) Benedictus XVI, Jean Paul-II’nin gerçek anlamda devamıdır. Frankfurter Allgemeine Zeitung’un bir yorumunda vurguladığı gibi, Ratzinger tam da bu özelliklerinden dolayı Papa seçildi, yanlışlıkla değil. İkincisi, liberal çevreler, tüm bu talepleriyle, Katoliklik, Katoliklik olmasın, Papa da Papa olmasın, hatta din, din (mutlak hakikatin ifadesi) olmasın istiyorlar. ”Hele bir durun o da değişir” diyenlereyse, kendi siyasi projelerine gerçekten inananların ”takıyye” yapmaya gereksinimi olmayacağını anımsatmakla yetinelim.
Aslına, zamanın ruhuna uygun olmayan Benedictus değil, bizzat bu, her türlü ahlaki tutumu, siyasi projeyi, inancı, kişinin yaşam tarzına (ki bu tüketim toplumunda, anında tatmin edilebilecek hazlara odaklanmak üzere kurgulanmış bir yaşam tarzıdır..) uyum sağlamak üzere yumuşatan, ılımlılaştıran liberal duyarlılıklardır. Bunlar, geride, 1990’ların iyimser, küreselleşmeci ortamında kaldılar. Aslında tutkulu dindarlığın alternatifi hiçbir zaman ılımlı/sulandırılmış dindarlık değildi, tutkulu sekülarizmdi (laiklik).
Şimdi başka bir zamandayız.. burada, griler hızla kayboluyor, yalnız siyah ve beyaz, ”Benden değilsen düşmanımsın” kalıyor. Giderek iyi betimlenmiş ”hakikatler” , insanları eyleme geçirebilecek kesinlikler önem kazanıyor, özellikle egemen ideolojilerin içinde… İroni, ”ötekini” anlayış, hoşgörü geride kalıyor.
Zamanın yeni ruhu: Belirsizlik ve korku
”Neden böyle? Neden 1990’ların iyimserliğinin yerinde yeller esiyor? Bundan sonra bize ne olacak?” Şimdi toplumların ortak bilincine bir karabasan gibi çökmeye başlayan sorular bunlar. Çünkü artık okudukları, izledikleri, dinledikleri, yaşadıkları ”şeyler” 10 yıldır ”öğrendiklerini” sarsıyor, hatta yadsıyor. Örneğin, 1990’larda artık küreselleştiğimize, yeni bir döneme girdiğimize ilişkin bir inanç, güven vardı.. artık ”her şey” daha iyi olacaktı. Şimdi gittikçe artan sıklıkta, küreselleşmenin çökebileceğini, kurtarmak için siyasi müdahale, liderlik gerektiğini duyuyoruz. Lider adayına bakınca, azgın bir militarizmle karşılaşıyoruz, korkularımız daha da artıyor. Bu sırada gittikçe artan sayıda bilim insanı, yayımladıkları raporlarla, bize ekolojik sistemimizin (evimizin) çökmek üzere olduğunu, acilen tedbir almamız gerektiğini anlatıyor. Bu tedbirlerin alınma olasılıklarını değerlendirince, daha da korkuyoruz. Çünkü bunlar küresel çapta, ortaklaşa alınması gereken tedbirler ve biz bu tedbirlerin alınabileceği bir noktadan hızla uzaklaşıyoruz. İçinde yaşadığımız ülkelerin toplumsal dokularının, ekonomik kriz, siyasi istikrarsızlık, ideolojik/kültürel karmaşa, etnik, ırkçı gerginliklerin altında hızla gevşemekte hatta çözülmekte olduğunu görüyoruz ve yine korkuyoruz. Çünkü buradan nasıl çıkacağımızı bilmiyoruz. Birisi bize ne yapacağımızı söylesin, kaybettiğimiz ”kesinlikleri” geri getirsin istiyoruz. Bizi aşan, geleceğimize (tercihen bu dünyada) açılan bir ‘inanç’ istiyoruz.
Bu sırada büyük güçler, başka ülkelere doğrudan askeri (Afganistan, Irak) ya da dolaylı (Gürcistan, Ukrayna, Lübnan…) yollarla müdahale ederek, kendi kuklalarını iktidara getiriyorlar. Bloklaşma eğilimleri güçleniyor. Büyük güçler arasında çelişkiler keskinleşiyor, rekabet ve husumet, karşılıklı bayrak sallama giderek artıyor. Dahası, ekonomik yaşamda da büyük belirsizlikler var: Dış borçlar, dolar dengesi, petrol fiyatı, borsalar, işsizlik, enflasyon… Acaba gündemde yeni bir kriz mi var? Bir kriz anında, tüm bu belirsizlikler birbirleriyle nasıl bir etkileşim yaşayacaklar?
Benedictus XVI
2004 seçimlerinde, kürtajdan yana olanların (dolayısıyla Kerry ‘ye oy vermeye hazırlananların) günah işleyeceğini, bu yüzden cemaatten dışlanması gerektiğini söyleyerek Bush’u açıktan destekleyen, bu bağlamda, görüşleri birçok noktada Evanjeliklerle kesişen, Türkiye’nin Avrupa’ya girmesine karşı çıkan Benedictus XVI, günümüz ortamına çok uygun bir Papa. Bu özellikleriyle ABD ile Avrupa arasında köprü olabileceği gibi, Avrupa’nın bir emperyalist blok olarak şekillenme sürecine, onun ruhunu güçlendirerek, katkıda bulunabilecek. Benedictus, Vatikan’ı daha da merkezileştirecek, Katolik doktrini daha da keskinleştirecek.. kararsızlara, ”İşinize gelmiyorsa, terk edin ya da hizaya girin, zaman kötü ve tehlikeli” diyecek. Çünkü egemen güçler, zor dönemlerde halkı istedikleri yönde, ancak katı, tartışılmaz ‘hakikatler’ etrafında harekete geçirebileceklerini, savaşa gönderebileceklerini, kimsenin canını, bir ”belki” nin arkasına koymayacağını biliyorlar.
Bu yüzden, 1990’ların her türlü ‘etik’ tutuma, ”inanca’ kuşkuyla, hatta küçümseyerek bakan (çünkü o zaman bir önceki dönemin toplumcu, evrenselci etik tutumlarına, siyasi projelerine bir saldırı vardı..) yaklaşımı artık hızla moda olmaktan çıkıyor. Ortam sertleştikçe, egemen güçler safları sıklaştırmak istiyor. Bunun için ‘etik’ tutumlar, bu etik tutumları destekleyecek kesin, tartışmasız ”hakikatler” , ilkeler gerekiyor.
Sağda olanlar bunlar. Orada birileri tarihi modernite öncesine götürmeye, modernitenin en reaksiyoner, Aydınlanma karşıtı unsurlarını canlandırmaya çalışıyorlar. Blair , Bush, şimdi Benedictus… Peki solda ne var? Şimdilik pek bir şey yok. Liberaller gibi o da zamanın ruhuna uymakta büyük zorluk çekiyor. Hâlâ üzerinde eski elbiseler var; bunlara liberal yamalar yaptıkça daha da anakronistik ve grotesk bir görüntü oluşuyor. Bir türlü başını kaldırıp geleceğe bakamıyor; tutkulu, etik bir tutum alamıyor, tüm insanlık adına konuşmayı beceremiyor…
Cumhuriyet Gazetesi 25 Nisan 2005