Avrupa Birliği tarihindeki en kapsamlı genişleme geçtiğimiz yıl tamamlandı. Bu genişlemenin politik ve ekonomik sonuçları hala en önemli tartışma konularından biri olmaya devam ediyor. Bundan sonra yeni bir genişlemeye mi, yoksa mevcut yapı içinde derinleşmeye mi öncelik verilmesi gerektiği en çok tartışılan soru. Egemen eğilim derinleşme sağlanmadan yeni bir genişlemeye izin verilmemesi yönünde. Bu açıdan […]
Avrupa Birliği tarihindeki en kapsamlı genişleme geçtiğimiz yıl tamamlandı. Bu genişlemenin politik ve ekonomik sonuçları hala en önemli tartışma konularından biri olmaya devam ediyor. Bundan sonra yeni bir genişlemeye mi, yoksa mevcut yapı içinde derinleşmeye mi öncelik verilmesi gerektiği en çok tartışılan soru.
Egemen eğilim derinleşme sağlanmadan yeni bir genişlemeye izin verilmemesi yönünde. Bu açıdan Avrupa Anayasası kilit önemde. Fransa’dan Anayasa’ya hayır kararı çıkarsa, derinleşmenin ağır bir darbe alacağı kesin.
Bu tartışmalar bir yana, son genişlemenin yeni üyelerin çalışanlarına neler getirdiği, yeni üye ülkelerde çalışma ve istihdam koşullarının durumunun ne olduğu da merak ediliyor ve inceleniyor. Bu amaçla, ILO ve Avrupa Komisyonu tarafından ortak olarak düzenlenen “Yeni AB Üyesi Ülkelerde Çalışma ve İstihdam Koşulları” konulu konferans 14-15 Nisan 2005 tarihlerinde Brüksel’de yapıldı. Konferansa AB üyesi ve aday ülkelerin işçi, işveren ve hükümet temsilcileri katıldı.
Konferansa sunulan belgeler ve tartışmalar çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor. Ayrıntılara geçmeden önce şunu söyleyebiliriz: Özellikle yeni üye Doğu Avrupa ülkelerinde rejim değişikliğinin yol açtığı serbestleştirme ve piyasalaştırmanın, çalışma ve istihdam koşullarını köklü biçimde etkilediği görülüyor. Yüksek işsizlik rakamları ve düşük ücretler temel sorun olmaya devam ediyor, ve bu kuralsız – güvencesiz çalışmayı arttırıyor.
Esnek Çalışmada Artış…
Bu ülkelerde gözlenen bir olgu, düzenli istihdama karşılık geçici çalışmadaki artış. Örneğin, 1990’ların başında belirli iş sözleşmeleri hemen hemen hiç görülmezken, şu anda ortalama % 10’lar düzeyine çıkmış durumda. Polonya’da çalışanların % 14’ü, Slovenya’da % 12’si belirli süreli iş sözleşmesiyle istihdam ediliyor. Polonya’da bu tip sözleşmeleri sadece 2003 yılında % 25 artmış. İşverenler geçici çalışmayı, özellikle belirli süreli iş sözleşmelerini iş güvencesinden kurtulmak için kullanıyor.
Bir başka esnek çalışma biçimi istihdam ajansları yoluyla istihdam. Bu tip çalışma henüz yeni olmakla birlikte giderek artıyor. Letonya, Slovenya ve Malta’da çalışanların yaklaşık % 10’u bu tip ajanslar aracılığıyla istihdam ediliyor. Bu oran Estonya’da % 1.2, Macaristan’da ise sadece % 0.8. Ajanslar başlangıçta gerçekten geçici nitelikte işler için istihdam sağlarken son dönemde üretim sektörüne de yöneliyor. Ajansların yaygınlaşmamasının bir nedeni, diğer esneklik biçimlerinin daha yaygın ve elverişli olması.
Örneğin, son dönemde hızla gelişen esnek çalışma biçimi serbest çalışma. Serbest çalışma en çok tarımda ve gerçekten bağımlı olmayan serbest nitelikli işlerde (örneğin, mühendislik büroları, hekim muayenehaneleri, küçük esnaf vb.) olabilir. Ancak aslında işçi niteliğindeki bağımlı çalışanların da serbest çalışma sözleşmeleriyle istihdam edilmesi yaygınlaşan bir uygulama.
2003 yılında serbest çalışanların oranı Polonya’da % 24, Çek Cumhuriyeti ve Litvanya’da % 17, Macaristan’da % 13. Bu konudaki AB ortalaması ise % 14. İşverenler serbest çalışma sözleşmeleri yoluyla vergi ve sigortayı çalışana yüklüyor. Bu tip sözleşmeler sadece Polonya, Macaristan, Litvanya, Letonya ve Estonya gibi yeni üyelerde değil, İngiltere, İrlanda, Portekiz ve Hollanda’da gibi AB üyesi ülkelerde de görülüyor.
Serbest çalışmada, çalışan bağımlı olduğu halde kendisiyle iş sözleşmesi değil ticari sözleşme yapılıyor. Bunun sonucunda işçi, iş yasasına değil ticaret yasasına tabi hale geliyor, böylece işçilikten doğan haklarını kaybediyor. Bu uygulama sadece gerçekten serbest nitelikte çalışanlar için değil, düzenli istihdamda da, örneğin Macaristan’da bankalarda çalışanlarda da görülüyor.
Bu şekilde işverenler vergi ve sigorta yükümlülüklerini çalışanlara yıkıyor. Grev gibi bir durumla karşılaşmıyor, iş güvencesiyle uğraşmıyor. İş yasası koruması olmadığı için serbest çalışmada çalışma süreleri de artıyor. Polonya’da serbest çalışmada ortalama çalışma süresi haftalık 56 saati buluyor. Ücretler de gecikmeli ödeniyor. Burada önemli olan bu tip çalışmanın artma eğiliminde olup olmaması. Eurostat’a göre serbest çalışma azalma eğiliminde ama bunun düzenli olarak kontrol edilmesi gerekiyor.
Bir de çoklu sözleşme biçimi var. Burada çalışanla normal iş sözleşmesi yapılıyor ama ek olarak da serbest çalışma sözleşmesi yapılıyor. Bu şekilde ek çalışma için serbest çalışma sözleşmesi hükümleri uygulanıyor ve bu uygulama normal sürelerin üzerinde çalıştırmaya olanak veriyor. Çoklu sözleşme Polonya’da ve Macaristan’da yaygın.
Yine yazılı olmayan sözleşmeler, boş tarihli istifa dilekçeleri almak da yaygın bir uygulama. Örneğin, Letonya ve Litvanya’da çalışanların % 10’u bu tip dilekçeler vermişler.
Yeni üyelerde kısmi süreli çalışma daha az görülen bir esnek çalışma biçimi ve olanı da gönülsüz. Gönüllü olanda da kısmi süreli çalışma tam zamanlı bir işe ek olarak yapılıyor. Daha çok emekliler, engelliler, ilk kez işe giren gençler ve işsizlik yardımı alan işsizler kısmi süreli işlerde kullanılıyor.
Yeni üye ülkelerde en önemli sorunlardan biri uzun çalışma saatleri. AB ortalaması haftada 41.4 saat iken, Litvanya ve Slovakya hariç, yeni üyelerde çalışma saatleri AB ortalamasının üzerinde ve ortalama 43-44 saat düzeyinde. Fazla çalışma çoğunlukla işverenlerin talebi üzerine ve gönülsüz şekilde yapılıyor. Hafta sonu çalışması da artıyor.
Yine de bazı olumlu gelişmeler yok değil. Bazı ülkelerde ortalama yasal çalışma süresi azaltıldı. Polonya’da 42 saatten 40 saate indi. Gerçek çalışılan süre Slovakya ve Çek Cumhuriyetinde iki saat azaldı. Ayrıca, birden fazla işte çalışma da azaldı. Birden fazla işte çalışma geçiş döneminin ilk yıllarında daha yoğundu. Örneğin, Estonya’da 1997’de birden fazla işte çalışanların oranı % 9 iken şimdi % 4.5 düzeyinde.
İş sağlığı ve güvenliği konularında yasal mevzuatta AB müktesebatına uyum sağlanmış olmakla birlikte gerçek durum iyi değil. Örneğin, Estonya’da denetimlerde işletmelerin % 15’inin gerçek uyumu sağladığı ortaya çıkıyor. Görülen eksiklikler İSİG uzmanı bulundurmama, risk değerlendirme olmaması, iç denetim yokluğu, eğitim yapılmaması vb.
Kayıt dışı istihdam çok yaygın ve burada ortalama haftalık çalışma süresi 50 saati geçiyor. Kayıtlı istihdamda da fazla mesailerin bildirilmemesi yaygın bir uygulama. Kamuda personel eksikliği nedeniyle fazla çalışma görülüyor. Özellikle sağlık sektöründe bu görülüyor. Fazla çalışma için zamlı ücret uygulaması nadiren yapılıyor. Örneğin, Polonya’da çalışanların % 70’i fazla mesai için zamlı ücret almıyor. İşletmelerin üçte biri çalışılan sürelere ilişkin doğru rapor vermiyor. Litvanya’da çalışanların sadece % 6.5’u haftalık 48 saatin üzerinde çalışma için fazla mesai ücreti alıyor. En iyi durum Slovakya’da ve çalışanların % 48.5’i fazla mesai ücreti almıyor. Hafta sonu çalışmasında da durum aynı. Kıbrıs ve Litvanya’da pazar çalışması karşılığı zamlı ücret alanların oranı % 10’un altında.
Bir başka olgu çalışanları asgari ücretli gösterip, ek ücreti zarfla ödeme biçiminde. Örneğin Macaristan’da yapılan bir araştırmada işverenlerin yarısı bu uygulamanın yaygın olduğunu söylüyor.
Bu tip kuralsız-güvencesiz çalışmanın esas sebebi işsizlik ve düşük ücretler. Asgari ücretler AB-15’e göre çok düşük; işsizlik ise 4-5 puan daha fazla.
Toplu Sözleşme
Hükümet, işveren ve işçi temsilcilerinden oluşan üçlü yapılar, örneğin ekonomik ve sosyal konseyler her ülkede var. Ancak toplu sözleşme sistemi çok zayıf. İşletme düzeyinde toplu szöleşme kapsamındaki işçilerin oranı çok düşük, işkolu ve bölge düzeyinde toplu sözleşme ise hemen hemen hiç yok. Küçük işletmelerde de toplu sözleşme yok.
Letonya ve Litvanya’da çalışanların % 80’i toplu sözleşme kapsamında değil. Oysa Belçika ve Avusturya’da çalışanların tamamı; İsveç, Finlandiya ve Fransa’da % 90’ı; Danimarka, İspanya, Almanya ve Hollanda’da ise % 60’dan fazlası toplu sözleşme kapsamında.
Son dönemde Polonya’da bölgesel sözleşmeler yapılmaya başlandı ama bu henüz diğer ülkelere yayılmış değil. İşçilerin diğer katılım biçimleri konusunda gelişme var ama yeterli değil. Slovenya, Slovakya ve Macaristan’da işletme komiteleri var. Çok uluslu şirketlerde Avrupa İşletme Komiteleri kurulmaya başlandı ama yetersiz.
Sonuç
Bütün bu bulgular karşısında şu tespitler yapılabilir:
1. Neo-liberal ideologların iddiasının tersine işgücü piyasasının katılığı, çalışma hayatının temel kurumlarının, özellikle etkin bir iş yayası ve denetiminin, toplu sözleşme düzeninin henüz yeterince oluşmadığı veya iyi işlemediği ülkelerde sorun olarak gösterilemez.
2. Aslında küreselleşme veya ekonomik entegrasyon, çalışma ve istihdam ilişkilerindeki belirsizliği ve güvencesizliği arttırmaktadır, ve bu durum karşısında temel güvence biçimlerinin daha da geliştirilmesi gerekir.
3. Esneklik her şeye muktedir sihirli bir kavram değildir. Kurallı istihdam sözleşmesi insana yaraşır işin temelidir. Geçici çalışma, serbest çalışma, birden fazla sözleşme yapma vb. gibi esnen çalışma yöntemler düzgün istihdam sözleşmelerinin yerini alamaz.
4. Uzun çalışma saatleri tarihsel bir sorundur ve bu dönemde bu sorun devam etmektedir. Ücretler düşük olduğunda insanlar daha fazla çalışarak gelirlerini arttırmaya çalışmaktadır. Ancak bu durum sağlık ve güvenliği tehdit etmektedir.
5. Yoğun ve uzun süreli çalışma aile yaşamını altüst etmektedir.
6. İşçilerin sağlık ve güvenlik koşullarında olumsuzluk vardır. Denetim zayıftır. İşçiler seslerini yeterince duyuramamaktadır.
7. Düşük ücret ve uzun çalışma saatleri aslında bir kısır döngüden başka bir şey üretmez. Sadece eğitim nitelikli bir iş için yeterli değildir. Yeterli gelir temel önemdedir ve bunun yolu toplu sözleşme hakkının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır.