ABD askerleri kuzey Irak’ta askerlerimizin kafasına çuval geçirdiğinde çok da ulusal gururumuz incinmedi, ya da Bağdat Büyükelçiliğimizi korumaya giden özel timlerimiz ABD askerlerinin çok yakınlarında Iraklı direnişçiler tarafından öldürülürken ABD’ye karşı ufak tefek sızlanmalar ve protestolar dışında ne kadar ulusal duygularımızı kabartabildik. Aslında perde gerisinde birtakım senaryolar yine gündemimize serpiştirilmeye çalışılmakta, fakat burada tek şey […]
ABD askerleri kuzey Irak’ta askerlerimizin kafasına çuval geçirdiğinde çok da ulusal gururumuz incinmedi, ya da Bağdat Büyükelçiliğimizi korumaya giden özel timlerimiz ABD askerlerinin çok yakınlarında Iraklı direnişçiler tarafından öldürülürken ABD’ye karşı ufak tefek sızlanmalar ve protestolar dışında ne kadar ulusal duygularımızı kabartabildik.
Aslında perde gerisinde birtakım senaryolar yine gündemimize serpiştirilmeye çalışılmakta, fakat burada tek şey var değişmeyen o da figüranlarımız. Yine sokaklarda linç kampanyalarına, Çumra ‘da Kürtlerin linç edilmeye çalışılmalarına ve Orhan Pamuk’un Ermeni katliamı ile ilgili açıklamalarına karşı belli bir çevre vatanı sahiplenme sevdasıyla dönemden siyasi rant elde etme çabasına girişmekte. Trabzon ve Samsun’daki basın açıklamalarına veya bildiri dağıtmalara saldırılar ve linç girişimleri ve bu tavırların en yetkili ağızlar tarafından toplumsal duyarlılık olarak lanse edilmesi, siyasal kaygıların toplumsal kargaşaya tercih edileceğinin de göstergesi olmakta.
AKP iktidarının AB ile ilgili son dönemdeki ilişkilerinin durağanlığa girmesi ve her konuda taviz verme çabasıyla varlığını AB üyeliğine adaması birtakım ulusal çevrelerin karşı atağa geçmesi zorunluluğunu dayatmaktaydı. Fakat durduk yerde bir karşı çıkış anlamsız olacaktı. Bunun için bir fırsat gerekiyordu. Mersin’de Newroz sonrası bayrak provokasyonu fitili ateşleyen bir düğme oldu. Ulusalcılara göre AB;cilere ders vermek için uygun bir fırsat ortaya çıkmıştı. Sağcılar ve (her ne hikmetse solculukla alakası olmayan) ulusal sol adı altındaki solcu eskileri elbirliğiyle toplumsal linç senaryolarına alkış tutmakta.
Yakın zamanda gündemden düşen bir tartışma aslında yaşanan sürecin açıklanmasına da sanırım yardımcı olabilir. ABD karşıtlığının yükseldiği tartışması uzun süre medya da yer tutmuştu. Buna dair bir çok ABD kaynaklı yayın organlarında çıkan yazılar ve ülkemizdeki işbirlikçi taraftarlarının etkisiyle dostane(!) ilişkilerimiz tekrar kabartılmaya çalışılmaktaydı. Fakat hep bir dış düşman paranoyasıyla yetiştirilmiş aydınlarımızın halka tekrar iç düşmanları tanıtma eğilimi sanırım bu olayların da tetikçisi sayılmakta. ABD’ye haklı bir şekilde karşı olan toplumsal tepkimizin kanalize edilebileceği yeni bir alan yaratılmalıydı. Bu alan da ne zamandır suskunluğunu koruyan içteki düşmanlar fobisiydi. Böylece ABD karşıtlığı içsel bir tepkiye dönüşecek ve bu arada hem ABD’nin birçok talebinin tartışılması önlenecek hem de bu düşmanca bakış açısı yeni linç senaryolarıyla gündemden uzaklaştırılacaktı. Ve bu senaryo adım adım hayata geçirilmekte.
Mevcut senaryolara karşı demokrat çevrelerden yeterli bir örgütlü tepki oluşmadıkça bu durumun daha da olumsuzluğa yöneleceği aşikardır. Demokratik kitle örgütlerindeki suskunluğun veya cılız tepkilerin gerici senaryolara cesaret vermesi kaçınılmazdır. Bu durumu aşmanın en önemli yolu suskunluğu aşmak ve demokratik alanları güçlü bir şekilde sahiplenmekten geçmektedir. Sonuçta bir avuç gericinin reaksiyoner tepkileri toplumsal bir fitili ateşlemeden sürece müdahil olmak, her duyarlı demokratik çevrenin asli görevi olarak gündemimize oturmakta.