Son yılların en iddialı işçi eylemlerimden biri olan SEKA eyleminin ardından basında bir çok yorum yapıldı. Fakat bunlardan en ilginçlerinden biri olan sayın Ahmet Çakmak’ın eylemin sonuçlarına ve farklı çözüm önerilerine ilişkin olan “SEKA’dan çıkan ders”(03.20.2005-RADİKAL İKİ-sayfa 3) isimli yazısı dikkat çekiciydi.Bu yazı gerek sol söylemlerin farklılığı gerekse de farklı çözüm önerilerinin değerlendirilmesi açısından tartışılması […]
Son yılların en iddialı işçi eylemlerimden biri olan SEKA eyleminin ardından basında bir çok yorum yapıldı. Fakat bunlardan en ilginçlerinden biri olan sayın Ahmet Çakmak’ın eylemin sonuçlarına ve farklı çözüm önerilerine ilişkin olan “SEKA’dan çıkan ders”(03.20.2005-RADİKAL İKİ-sayfa 3) isimli yazısı dikkat çekiciydi.Bu yazı gerek sol söylemlerin farklılığı gerekse de farklı çözüm önerilerinin değerlendirilmesi açısından tartışılması gereken noktaları barındırmakta.
Bilindiği üzere kapitalizmin 70’li yıllardaki içerisine girmiş olduğu kriz ve çıkış arama çabaları Keynesyen teorilerin zaman içerisinde terkine ve Neo liberal teorilerin günceleşmesine sebep olmuştu. Bunun en temel sonuçlarından biri olarak ta özelleştirme politikalarıyla KİT’LERİN piyasa ekonomisine açılması ve bunalımda olan pazarın dönemsel olarak rahatlatılması geçici bir çözüm olarak sunulmaktaydı. Ülkemizde de bunun yansımalarını 24 ocak kararları ve bunun akabinde 1980 askeri darbesiyle hayata geçirme çabaları uzun yıllar gündemimizi meşgul etmişti. Özelleştirmenin ülkemizdeki en temel savunucularından biri olan Turgut Özal’ın uluslararası Finansın beklentilerine karşılık gelen KİT’leri elden çıkarma çabaları günümüze kadar gelen bir Özelleştirme furyasının da başlangıcı olarak sayılmakta.
SEKA direnişinin 51 gün sonunda bitmesi ve işletmenin tüm haklarının Kocaeli belediyesine devri sonucunda kayıp ve kazanımlar konusunda tartışmalar yoğunlaşmakta. Sayın Ahmet Çakmak’ın adı geçen yazısında özelleştirme karşıtlığı olarak sadece işçilerin işlerini koruma güdüsü olarak verilmekte,buna göre işçilere iş güvencesi baştan verilse mesele baştan çözülecekti (veya işçilerin psikolojisi bu çözüme baştan müsaitti.)mantığı sonuç olarak sunulmakta.Sonuçta çok da politik söylemi olmayan ama iş güvencelerine sahip çıkmak isteyen işçilerin mücadelesine bir çok çevre farklı amaçlarla sahip çıkmaktaydı. Ama işçilerin ve sendikanın temel maksadı işçilerin iş güvencesine kavuşması sonucu makul bir çözüme gidilmesiydi. İşyerinde yapılan oylamanın da çıkan sonucu bu belirlemeyi doğrulamaktadır.
Yazarın özelleştirmenin mantığında yatan temel anlayışın kazanç maksimizasyonu olduğunu fabrikanın işçilere devrinde bu anlayışın çeşitli yöntemlerle çözülebileceği mantığı sol anlayışın nerelerinde savrulduğunu da göstermekte. Buradaki çözüm yöntemi esas tartışılacak gündemi oluşturmakta. Fabrikanın işçilere devrinin işçilerin iş güvencesi sorununu çözecektir anlayışı mantık açısından reddedilmeyecek bir seçenek sunmakta. Fakat bir kere piyasa koşulları içerisinde işletme mantığı içerisine sunulan bir yönetim anlayışının sosyal politikaları dışarıda bırakacağı gerçeği görmezden gelinmekte. Kar hırsı piyasa mekanizmasının en temel mantığıdır. İşçileri rekabet güdüsü içerisinde sürekli daha fazla kar anlayışına sürüklemek sonuçta bir çoğunun işsizliğini de beraberinde getireceği anlayışı her ne hikmetse görmezden gelinmekte. “Piyasa koşulları içerisinde rekabet edeceksiniz ama işçilerin iş güvencesini koruyacaksınız” anlayışı baştan bir çelişkiler yumağı oluşturmakta. Fakat baştan Pragmatist bir mantık içerisinde çözümler ileri sürerseniz sonucundaki mantığı da pragmatizme kurban verirsiniz.İşten bazı işçilerin çıkarılması piyasa da yaşamamızı sağlar 800 işçinin yapabileceği işi 150 işçi de yapabilir mantığı zamanla felsefenizin sonucu olabilir sayın Çakmak….
Sistem içerisinde çözüm olarak işçilerin ve ailelerinin yaşam koşullarını savunmak bakımından sendikanın işyerinin işletme hakkını almasını savunmak ve işyerinin profesyonel işletmecilerin işletmeciliğine bırakmak ne kadar sosyal politikalarla uzlaşır bunu da sorgulamak gerekir…
Sayın Çakmak özeleştirilen her kuruluşun Pazar ekonomisi içerisinde çok uluslu şirketlerin iştahını açacağı ve rekabet koşullarına nasıl dayanacağı konusunda pek öneriler sunmuyor.
İşletmenin işçi genel kurulu kavramı ile işçilerin güdümünden çıkmayacağı anlayışı da dikkate değer bir görüş . Fakat kendi sendikalarında bile antidemokratik bir bürokratik mekanizmanın piyonları olmaktan kurtulmayan ülkemiz işçilerinin nasıl olacak da büyük bir işetmenin aktif rol oynayıcısı (yöneticisi) olabileceği söylemi ülkemiz koşulları içerisinde pek ayakları yere basmayan bir teori olmaktan ileri gitmemekte.
Yazıdan çıkabilecek en temel sonuçlardan birisi de daha derin bir yargıyı içermekte. KİT’lerin satılması doğal olarak bir yazgıdır ,o halde bu yazgıdan kaçamayacağımıza göre işçilerin yaşam koşullarını düzeltelim ,fabrikaları onlara(işçilere) devredersek sorunun bir kısmını hallederiz mantığı her halde yeni sol söylemin parolası..!
İşçilerin mülkiyet ilişkileri içerine girmeleri onları Pazar ekonomisinin kısa bir süre aktif rol oynayıcısı fakat uzun vadede sistemin dışındaki bir seyircisi konumuna sürüklemesi rekabet koşullarının amansız bir sonucudur. Bu durumun işsizliği önleyici bir çözüm olmaktan çok kapitalizmin en temel mantığı olan yedek işsizler ordusunun büyümesine hizmet edeceği gerçeği görmezden gelinmekte.
Sayın Çakmak kendisini radikal sol söylem anlayışının dışına çıkartarak tabir-i caizse esnek sol söylemiyle liberal bir sol kisvesiyle solcuların Pazar ekonomisine uyum çabalarına teorik bir yaklaşım sunmakta. Temel mantık da piyasa ekonomisi kaçınılmazsa uyum sağlamanın çözümlerini sunarak piyasa solculuğu yapmak kaçınılmaz olmakta.
Adı geçen yazının en temel vurgularından birisi son paragraftaki işçilerin her türlü teknik bilgi ve donanıma sahip olmaları , bilgi ağından yararlanmaları sonucu kararlarını kendilerinin verdiği ve sonucuna katlanmaları gerçeği ve bununla bağlantılı olarak işçileri mahkum eden mantıktır. İşçilerdeki sınıfsal bilinç ve duruş eksikliğini onların sırtına yüklemek aydın sorumluluğundan kaçmanın teorik bir belirlemesidir. Marx’ın dışarıdan bilinç götürme ve işçileri sınıfsal donanımla aydınlatma vasfıyla gördüğü aydın sorumluluğunun eksikliğinin işçi sınıfının üzerine yıkılması sanırım teorik olarak bir zafiyet olarak ileride tartışılması gereken noktalardan birisi olarak gündemi işgal edecektir.
*Sosyolog