John Paul II’nin çoğu Batılı medyada yaygın biçimde vurgulandığı gibi egemen algılanma biçimi, dini konularda son derece muhafazakar (yaygın olarak kullanılan sözcük “geleneksel”dir) olmakla birlikte, yoksulları savunması ve insan hakları ile sosyal haklara yönelik ilgisi nedeniyle ilerici olarak kabul edilmesidir. Sovyetler Birliğinin çöküşündeki kilit ideolojik rolü kendisinin özgürlük ve demokrasiye olan bağlılığının bir başka kanıtı […]
John Paul II’nin çoğu Batılı medyada yaygın biçimde vurgulandığı gibi egemen algılanma biçimi, dini konularda son derece muhafazakar (yaygın olarak kullanılan sözcük “geleneksel”dir) olmakla birlikte, yoksulları savunması ve insan hakları ile sosyal haklara yönelik ilgisi nedeniyle ilerici olarak kabul edilmesidir. Sovyetler Birliğinin çöküşündeki kilit ideolojik rolü kendisinin özgürlük ve demokrasiye olan bağlılığının bir başka kanıtı olarak ileri sürülmüştür. John Paul’un Polonya Dayanışma sendikasına verdiği destek, yoksullara destek vermek üzere yaptığı sayısız konuşma ve kapitalizm ya da küreselleşmenin arkada bıraktıkları konusundaki sayısız vurgusu ve insan dayanışmasına yönelik çağrıları, Irak’ın ABD tarafından işgaline karşı çıkması bir yana bırakılırsa, sosyal alandaki ilericiliğinin örnekleri olarak sunulmaktadır.
Papa John Paul’a dair bu algılarda bazı kritik öğeler unutulmaktadır. Bunları ayrıntılandıralım. Kendisi, Papa seçilmesinden çok önce ultra-sağcı Opus Dei tarikatı tarafından Papalığa seçilmişti. Bu gizli örgüt, İspanyol faşist önderliği için ruhani toplantılar örgütleyen, General Franco’nun özel rahibi Monsenyör Escrivá tarafından kurulmuştu. Opus Dei John Paul’ü, kariyerinin daha ilk başlarında, Krakow piskoposluğu döneminde Papalık adayı olarak seçti. Muhafazakarlığı ve anti-komünistliği bu mezhep için son derece çekiciydi.
John Paul bu dönemde Opus Dei tarafından örgütlenen ve fonlanan çok sayıda geziye katılarak, bu mezheple çok yakın bir ilişki geliştirdi. Onu Papa seçtirmek üzere bu stratejiyi benimseyen örgüt Opus Dei idi, onlara Münih piskoposu Joseph Ratzinger; Opus Dei’ye yakın ABD kardinalleri Joseph Krol ve Patrick Cody; daha sonra Opus Dei ve Papa’dan uzaklaşan Viyanalı Kardinal Franz König yardım etti.
John Paul, Papa seçilmesinin hemen ardından Opus Dei’yi, piskoposlara değil yalnızca kendisine bağlı olan özel bir mezhep durumuna yükseltti. Kendisini ise en ünlüleri Franco rejimini destekleyen ultra-muhafazakar İspanyol gazetesi Abc için çalışan bir Opus Dei muhabiri olan Navarro-Valls gibi mezhep üyeleri ile çevreledi. Navarro-Valls Papa’nın uluslar arası gezilerini pohpohlayacak yazılar yazabilecek gazetecileri seçmesi ile öne çıktı. İtalyan La Repubblica gazetesine yazan Domenico del Rio gibi isimleri ise sürekli olarak tekzip etti.
Papa daha sonra bir başka Opus Dei üyesini, Angelo Sodano’yu Vatikan’ın dışişleri bakanlığına atadı. Sodano Pinoşet diktatörlüğü sırasında diktatörün yakın arkadaşı ve uzmanı olarak Vatikan’ın Şili büyükelçiliğini yürüttü. Papa’nın 1987’de Pinoşet diktatörlüğünü ziyaretini örgütledi. Bu ziyarette, Papa Şili’deki özgürlük ve demokrasi konusunda tek bir söz bile etmedi. Tersine, John Paul Küba’yı ziyaret ettiğinde Küba rejimini açıkça eleştirmişti. Ancak Pinoşet ziyaretinde sessiz kaldı. Sonra,Pinoşet Londra’da (İspanyol yargıç Baltazar Garzon’un isteği üzerine İspanya’ya sınır dışı edilmeyi beklerken) göz altına alındığında, Sodano’nun etkisi altındaki Vatikan Britanya hükümetinden Pinoşet’nin Şili’ye dönmesine izin verilmesini talep etti. Bu aynı Sodano Latin Amerika’nın en popüler rahiplerinden birisi olan Özgürlük Teologu Leodarno Soff’dan “Kiliseye, İsa Mesih’e karşı bir hain” olarak bahseden kişiydi. Papa II John Paul döneminde, Opus Dei’nin kurucusu ölümünden yirmi yedi yıl sonra (ki bu tür durumlarda görülen en hızlı süreç oldu) aziz ilan edildi. Bu arada, bu ülkenin yoksullarına verdikleri destek nedeniyle El Salvador’da katledilen Papa John XXIII ve Piskokos Romero, çok daha uzun bir süredir azizlik için sırada bekliyorlardı.
Opus Dei ve Papa’sı Özgürlük Teolojisine köklü biçimde düşmandı. John Paul, kurumun genel sekreteri ve sonraki başkanı, Opus Dei üyesi Monsenyör Alfonso Lopez Trujillo başkanlığındaki II Latin Amerikan Konferansı’nda Özgürlük Teolojisi’ni lanetledi. John Paul Kilisenin Latin Amerika’daki güçlü oligarşik rejimlerle özdeşleşmesinden giderek daha da rahatsız olan Jesuitlerden de hoşlanmıyordu. İspanyol gazetesi El Periodico’da (5 Nisan 2005) eski Jesuit Luis de Sebastian’ın bildirdiğine göre Papa ABD CIA direktörü (Roma Katoliği) William Casey’den Latin Amerika’daki “rahatsızlık verici” Jesuit hareketleri üzerine düzenli raporlar alıyordu.
John Paul’ün yoksullar hakkındaki konuşmaları yoksulluğun tek bir nedenine bile değinmeyen, oldukça reklamcı ve sofuca riyakar, hümanistik açıklamalardı. Brezilyalı piskopos Helder Camara’nın bir zamanlar söylediği gibi, “Kilisenin yoksulların yanındaki rolüne dair çağrıda bulunduğumda, beni aziz ilan ediyorlar; yoksulluğun nedenlerine dair bir şey yapmam istendiğinde ise, komünist diyorlar.”
John Paul son derece politikti ve Latin Amerika ile İspanya’da her zaman güçlünün yanında oldu. Asla yoksulluğun politik nedenlerine değinmedi, Latin Amerika’daki yoksullar lehine toplumsal reform çağrısında bulunan kitlesel dinsel hareketleri marjinalleştirdi ve görmezlikten geldi ve (kilise ortodoksluğunun bekçisi Kardinal Ratzinger ile birlikte) bu hareketin Gustavo Gutierrez, Leonardo Boff, Jon Sobrino ve diğer önde gelen kişilerine sessiz kalmalarını emrederek onları lanetledi. Pispokos Romero, kişisel notlarında, El Salvador’daki faşist diktatörlüğün yürüttüğü zalim baskıları lanetlediğinde, Papa’nın kendisini, John Paul’ün El Salvador’un meşru hükümeti olarak kabul ettiği Salvador diktatörlüğüne yönelik eleştirilerinde dengeli olmamakla suçladığını yazıyor.
İspanya’da ise, John Paul politik bir aşırıydı. Kurucusu Franco faşist rejiminin içişleri bakanı olan Fraga Iribarne olan Franco-sonrası Halk Partisini açıkça destekledi ve ölümünden sadece birkaç ay önce asında İspanyol Kilisesinin Halk Partisi yanlısı önderliği tarafından kaleme alınan Zapatero hükümeti karşıtı bir konuşma yaptı. Irak’ın işgaline ve Irak halkının bombalanmasına karşı olmasına karşın, İspanyol Kilisesinin desteklediği Franco rejimini asla kınamadı, İspanyol sivil halkının, Alman Nazi bombacıların desteği ile Franco’nun hava kuvvetleri tarafından bombalanmasını da asla kınamadı. İspanyol kentlerinin Kilise destekli faşist İspanyol güçleri tarafından bombalanmasını kınaması istendiğinde, bunu reddetti.
Papa John Paul II dünya çapında bir sosyal gündem ileri sürmektense, politik tartışmanın merkezine sosyal konular yerine (kürtaj, doğum kontrolü, eşcinsellik karşıtlığı ve diğer) muhafazakar konuları öne sürerek bu tür bir gündemi tıkadı. Katolikler arasındaki ABD siyaseti tartışmalarının evrimi bu durumun bir örneğidir. Geçmişte, ABD’deki Katolikler Cumhuriyetçilerden çok Demokratlara oy verirlerdi, artık bu durum geçerli değil. 2004 Başkanlık seçimlerinde daha çok sayıda Katolik Kerry’den çok (yüzde 47) Bush’a (yüzde 52) oy verdi ve Bush’u desteklemelerinin temel nedeninin “değerler” olduğunu söylediler.
Bütün bunlar nedeniyle, John Paul II, yani Opus Dei’nin Papası ilerici bir ikon olarak görülemez.
Kaynak: CounterPunch’dan sendika.org tarafından çevrilmiştir