Buyurun buradan yakın Benim gibi kapitalizme karşı ön yargılı birinin eleştirilerini çok abartılı bulabilirsiniz. Bu yüzden, buyurun siz buradan yakın: Harvard Üniversitesi tarih profesörü, Hoover Enstitüsü’nde, Stanford, Oxford üniversitelerinde araştırmacı Profesör Niall Ferguson’ u muhafazakârlıkla suçlayabilirsiniz, ama kapitalizme karşı ön yargılı olduğunu, hele tarih bilmediğini söyleyemezsiniz… Ferguson, Council on Foreign Relations’un dergisi Foreign Affaires’in son […]
Buyurun buradan yakın
Benim gibi kapitalizme karşı ön yargılı birinin eleştirilerini çok abartılı bulabilirsiniz. Bu yüzden, buyurun siz buradan yakın: Harvard Üniversitesi tarih profesörü, Hoover Enstitüsü’nde, Stanford, Oxford üniversitelerinde araştırmacı Profesör Niall Ferguson’ u muhafazakârlıkla suçlayabilirsiniz, ama kapitalizme karşı ön yargılı olduğunu, hele tarih bilmediğini söyleyemezsiniz… Ferguson, Council on Foreign Relations’un dergisi Foreign Affaires’in son sayısında yayımlanan ”Batan küreselleşme” başlıklı yazısında, bundan 90 yıl önce Lusitanya gemisinin bir Alman denizaltısı tarafından batırılmasının, küreselleşmenin sonunu simgelediğini anımsattıktan sonra, ”size çok kötümser gelebilir ama… bizim küreselleşme de büyük babalarımızınki kadar kolay çökebilir” diyor.
Ferguson o küreselleşme ile şimdiki küreselleşme arasındaki büyük benzerliklere (para, meta dolaşımındaki serbestlik, hızlanma; ulaşım ve haberleşmeyi kolaylaştıran yeni teknolojiler; büyük göçler; dünya ekonomisinde hızlı büyüme ve kırılganlık; o zaman da ”uzaklığın yok edildiği” söyleniyordu) dikkat çekiyor. O küreselleşme çökmeden önce yaşananlarla bugün yaşanmakta olanlar arasında büyük benzerlikler olduğunu vurguluyor. 1914’ten önce de ”küreselleşmenin sonunu görebilmek olanaklıydı, görenler de vardı” , ama yatırımcılar hiç oralı olmadı, sonra ”hazırlıksız yakalandılar” diyor Ferguson, ekliyor: Bugün de durum farklı değil. Örneğin o zaman yorulmaya, dış politikasını finanse etmekte zorlanmaya başlayan bir hegemonyacı güç (İngiltere), büyük güçler arası rekabet (Almanya-İngiltere), istikrarsız ittifaklar (tüm Avrupa’da), terorizmi destekleyen haydut devletler (Sırp devleti ve Arşidük’ün öldürülmesi), nihayet kapitalizmi ve küresel piyasayı hedef alan devrimci güçler (Bolşevikler vb…) ve yükselen korumacılık.
Bugün, uluslararası para sistemi 1914 öncesinde olduğundan daha istikrarsız; teknoloji hızla gelişiyor ama aynı zamanda küreselleşmenin düşmanları tarafından da kullanılıyor. Küresel hegemonyacı/emperyal güç ABD’nin ekonomisi kırılgan, bir dolar krizi gündemde. ABD dış açığını finanse edenler (büyük güçler) bunu daha ne kadar sürdürebilirler? Hegemonyacı güç askeri açıdan da yorgun, artık her yere yetişemiyor, büyük güçler arası rekabet hızlanıyor. ABD-Avrupa çatlağına, NATO’nun işlevsizleşmesine bakarak ittifak sistemlerinin de istikrarsız olduğu söylenebilir. Küreselleşme karşıtı muhalefetin ve terorizmin arttığı da bir gerçek. Dün teröristin elinde Browning revolver vardı, bugün nükleer bomba olabilir… Ferguson sonuç olarak, ”Bir felaket senaryosu akla uygun geliyor. Ama olanaklı mı?” diye soruyor. Ve cevaplıyor: Dün de kimse olanaklı olduğuna inanmıyordu, Lusitanya gibi onlar da yollarına devam ettiler..
Durum aslında daha vahim
Bu yılın başında, Birleşmiş Milletler bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikli Paneli (IPCC) Başkanı Dr. Rajendra Pachauri, çevre kirlenmesinin neden olduğu küresel ısınmanın çok tehlikeli bir düzeye ulaştığını açıkladı. Ardından, bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamlı iklim değişikliği araştırması (Oxford Üniversitesi’nde) durumun, IPCC’nin öngörülerinden en azından iki kez daha kötü olduğunu gösterdi. Şubat ayında dünyanın önde gelen 200 iklim değişikliği uzmanı Blair ‘in inisiyatifiyle Exeter Üniversitesi’nde bir araya geldiler ve ”insanlığın gözlerini kapatmış bir biçimde, dünyanın sonuna doğru yürümekte olduğunu” savundular (The Guardian 06/02/05). Nihayet geçen hafta, altında 95 ülkeden 1300 bilim insanının imzası bulunan bir rapor, dünyanın bir uçurumun kenarına geldiğini, örneğin dünya için yaşamsal 24 ekosistemden 15’inin ciddi ölçüde, hatta belki de onulmaz bir biçimde hasar gördüğünü ileri sürdü. Rapora göre, 50 yılda özellikle son 20 yılda, ekonomik gelişmeler, aşırı tüketim ve kaynakların hesapsız kullanımı insanlığı bir felaketin eşiğine getirmişti (The Independent, 30/03/05).
Bu hafta, Robert J. Samuelson Newsweek’te ”Bugün Çin’de 20 milyon araba ve kamyon var, 2020 yılında bu sayı 120 milyona yükselecek” , ”O zaman petrolün fiyatı ne olacak” diye yakınıyor. Biz ise 100 milyon yeni taşıtın tüketeceği yakıtın küresel ısınma üzerindeki etkilerini; Çin ve Hindistan’daki nüfusun artmaya devam eden tüketim kapasitesinin (ya dünyanın diğer yoksullarının tüketim düzeyi?) dünyanın kaynakları üzerindeki etkisini düşünüyoruz. Aslında durum 1914 öncesinden daha vahim değil mi?
Günümüzde jeopolitik, uluslararasında kuşkucu, hatta düşmanca eğilimleri güçlendiriyor. Ekolojik sistem bozuldukça, kaynak savaşları yoğunlaştıkça, yükselen ekonomik göç dalgaları, kıyısına vurdukları bölgelerde, yabancı düşmanlığını, ırkçılığı canlandırıyor, şoven milliyetçiliği güçlendiriyor. Küresel serbest piyasa kurma projesi içinde meta kültürü, merkez ülkelerde derinleştikçe, çevre ülkelerde hızla yayıldıkça, insanları, bireycileştiren, anında tatmin edilebilecek ve edilmeyi bekleyen hazlar üzerinde odaklaşmaya iten, uzun dönemli amaçlara, ortak çıkarlara bakmalarını önleyen bir etki yapıyor. ”Her şeyi biliyorum ama… her şey bir metin değil mi? Anlam sürekli kaçıyor elimden ama… radikal değişiklik olanaksızdır” … gibisinden postmodern yaklaşımlar da bu uzun döneme ilgisizliğe uygun relativist bir etik’i yaygınlaştırıyor. Bu madalyonun öbür yüzündeyse 30 yıldır, post modernizmin eleştirileri altında sarsılan bilimsel düşünceden umutlarını kesen insanların, mistik ve dini anlamlara yönelmesi, ”öte dünyalara” umut bağlaması var.
Böylece, insanlığın önündeki, ancak küresel çapta ve doğru planlanmış bir eşgüdümle çözülebilecek sorunlar hızla artarken insanlık kendini kurtaracak ortaklaşa, rasyonel, uzun dönemli eylemi ve programları gerçekleştirmesine olanak vermeyen bir yaşam tarzının içine gittikçe daha çok batmaya devam ediyor. Bir kapitalist uygarlık, hem kamusal alanları yok ediyor, bireylerin beklentilerini sürekli yükseltiyor ama sıra bu beklentileri karşılamaya gelince onları, ellerine, içine beş mermi konmuş birer altı patlar revolver vererek piyasada Rus Ruleti oynamaya davet ediyor…
Cumhuriyet 04.04.2005/DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA