Milliyet gazetesinde Mehmet Y.Yılmaz bir yazı yazdı. Küba’yı eleştiren bir yazı. M. Yılmaz, Küba da Fidel Castro’nun başlattığı enerji sıkıntısının giderilmesi çerçevesindeki kampanyanın iki aracı olan, çok enerji tüketilmesine yol açan eski tip alüminyum tencereler yerine düdüklü tencere ve flamanlı akkor ampüller yerine de Çin’den getirilen milyonlarca floresan ampül kullanımının Küba’da teşvik edilmesi ile ilgili […]
Milliyet gazetesinde Mehmet Y.Yılmaz bir yazı yazdı. Küba’yı eleştiren bir yazı. M. Yılmaz, Küba da Fidel Castro’nun başlattığı enerji sıkıntısının giderilmesi çerçevesindeki kampanyanın iki aracı olan, çok enerji tüketilmesine yol açan eski tip alüminyum tencereler yerine düdüklü tencere ve flamanlı akkor ampüller yerine de Çin’den getirilen milyonlarca floresan ampül kullanımının Küba’da teşvik edilmesi ile ilgili alaycı bir yazı yazmış. Fidel ve hükümetini bürokratik merkeziyetçi bir zihniyet olarak değerlendirip, düdüklü tencere komedisi diye alay etmiş.
Hakkını yememek gerek. Mehmet Yılmaz (gazeteciliğinde hangi çıkarları hangi seviyede savunduğuna hiç girmeyelim) ‘hala solcu romantik eski solcu’ imajını çizdirmemek için komünist lafını tırnak içine alıp bir yerlere selam çakma hassasiyetini unutmamış. Buradan, hala gönlünü hoş tutmayı gerekli gördüğü az sayıdaki solcu okuruna, kendisinin soylu bir ideale değil, bu idealin günlük hayatta çarpıtılmasına karşı çıktığı mesajını vermeyi umuyor. Ama, kabak tadı vermiş alaycı (kendisi mizahi olduğunu vehmedebilir) bir üslupla kaleme aldığı yazısı, biçim ve içerik açısından, maaşını ödeyen holding medyasının hergün önümüze çıkardığı liberal yavelerden hiç farklı değil, hatta bir çoğundan daha geri. Hala solcu profesyonel kanaat önderimiz, utangaç da olsa iyi bir liberal, ama herkesin bildiği gibi, iyi bir yazıcı değil. Necip Türk basınında liberalizmi kendisinden daha ikna edici biçimde satan pek çok yazıcı var.
Tasarruf kelimesini hatırlayan var mı? Kendi kendine yeterlilik. Bağımsızlık. Bu gün yaşı kırkları aşmış her vatandaş az çok bu kelimeyi hatırlar. Elektrik kesintilerini, su kesintilerini, geleceğimizi güvence altına almak için bankalara yatırmak üzere o zaten yetmeyen maaşlarımızdan yaptığımız küçük kesintileri. Kumbara dediğimiz, çocukluk yıllarımızda babamızın annemizin bize tasarrufu öğretmekte temel araç olarak kullandığı o metal banka eşantiyonlarını. Hatırlar mısınız?..
Biz ulusal bir sanayinin, ulusal bir bankacılığın gelişmekte olan ülkeler için gerekli olduğunun bilinciyle yetiştirildik. O metal kumbaralar sadece kendi geleceğimizi değil, ülkenin ulusal bankacılık sisteminin de geleceğiydi. Şimdilerdeki gibi öyle faiz maiz de vermiyorlardı. Üç kuruş faize on yıllar boyunca büyük bankalar paralarımızı işletti durdu. Elektrik kesintilerine çok da fazla itiraz etmezdik. Çünkü ulusal sanayimizin elektrik ihtiyacını karşılayamayan bir elektrik üretimimiz vardı. Kesinti dönemlerinde o elektriğin sanayiye aktarıldığını biliyorduk. O günkü kapitalist gelişme şartları çerçevesinde bizi böyle ikna etmişlerdi. İkna da olmuştuk hani!
Şimdi devir değişti, geliştik, sanayileşmemizi tamamladık! Elektrik gani, ithali yerlisi ürün çeşitleri bol, otomobilin hası, cep telefonunun son modası, daha emperyalist metropollerde çıkar çıkmaz, kapımızda, elimizde. Benzin mi, mazot mu, toplu taşıma mı? Ya, can sıkmayın kardeşim…
Evlerimiz, ihtiyacımızın ötesinde elektrikli ev aletleriyle doldu. No-frost buzdolaplarının normal bir buzdolabından kat kat daha fazla elektrik tükettiğini bilen var mı? Bilmeye ne gerek var. Paranı bankaya, borsaya yatır, ancak iyi kazandığın yere yatır. Kumbara mı?… O da ne? Şimdi 10 yaşındaki çocuklara Nokia bilmem kaç model 600 YTL’lik cep telefonu alma zamanı.
Yeni liberal mantığa göre, tüket tüketebildiğin kadar. Kaynak yok mu? Al yurt dışından elektriği. Kendin üretmek zorunda mısın? Tasarruf mu… O da ne demek?.. Tüket ki üretesin… Bankalar artık kumbaralara ihtiyaç duymuyor. Para mı lazım, emperyalist banka tekellerinden alırsın milyarlarca dolar sendikasyon kredilerini, sadece kendini değil bütün bir ülkeyi borç altına sokarsın olur biter.
Ülkemizde yoksul vatandaşlar şimdilerde de tasarruf yapıyorlar. Ancak bu ülke ekonomisini düşündükleri için değil de kendi ev ekonomilerini düşündükleri için. Tasarruflu ampülleri biz de biliyoruz… İyi kalitesinin 5-6 milyon, kötüsünün 2 milyon olduğu o tasarruflu ampülleri. Bu ampüller 20 watt elektrik tüketip 100 watt’lık ışık üretirler. Türkiye’de kapitalizm insanları hala tasarrufa teşvik ediyor, ama kar etmeyi planladığı için yapıyor bunu. Memleketi falan düşündüğü için değil. Bizim ülkemize de Çin’den bu ampüller geliyor ve yaygın olarak kullanılıyor. Çin’den ithal edip bize pahalı pahalı kakalıyorlar. Şimdi devir değişti. Ampülü satarken kazıklıyorlar. Bu ampülleri kullanmıyor musun? Elektrik faturası geldiği zaman ikinci kez kazıklıyorlar.
Benzin parası da bu vatandaşı ilgilendirmediği için otomobillere LPG sistemi takılmasına karşı gazetelerinin sayfalarında kampanya yürütürler. Dalga geçerler. Oysa bu ülkede milyonlarca dar gelirli vatandaşın arabasında LPG sistemi vardır. Üstelik çevreci bir yakıttır da. Onlar için düdüklü tencere Nuh nebide kalmış bir mutfak aletidir. Çünkü yemeklerini ya boğazdaki lüks lokantalarda yerler ya da evdeki hizmetçiler villalarının İtalyan mutfak sistemlerinde leziz yemekler hazırlar bu beyefendilere. Bu ülkedeki milyonlarca yoksulun mutfağında hala düdüklü tencere olduğunu nereden bilebilecekler ki.
Düdüklü tencere kadar kalın, ampül kadar boş
Amerikan ambargosu altında yıllardır inleyen Küba halkından hiç bahsetmeden, “düdüklü tencere devrimi” diye dalga geçen bir zat-ı muhteremin kafasının nasıl çalıştığı ne denli açık oysa… Ambargodan dolayı baş gösteren gıda açığını halkın evlerinin bahçelerinde sebze üretmeye yönelten bir kampanya ile büyük ölçüde çözen Küba rejimi, bu beyler tarafından ancak alay konusu olarak konu edilebilir. Çünkü onlar villalarının bahçesinde domates soğan yetiştirilmesi düşüncesi karşısında sadece derin bir korku duyabilirler. Bu, ancak o villalar ellerinden alındığında olabilecek bir durumdur da ondan. Türkiye 1974 Kıbrıs harekatından sonra Amerika’dan silah ambargosu yiyince korkudan ödleri patlayanlar, kırk beş senedir her türlü abluka ve ambargo altında yaşayan bir halkı ve rejimi niye anlamıyorlar: Patronlarından aldıkları dolarlı maaşlar yüzünden olmasın?!
Liberal kafa insanı bireye, bireyi de sırf bencil çıkar ve doyum dürtüleriyle hareket eden bir tüketim birimine indirgeyen, insanın insanla ilişkisinin tek ve mutlak zemini olarak piyasadan başka bir şey tanımayan bir felsefeden beslenir.
Bu kafa için ‘ortak iyi’, ‘kamusal fayda’ ya da ‘toplumsal eylem’ gibi kavramlar ölü bir dile ait anlaşılmaz kelimelerden ibarettir.
Ve bu kafanın basmadığı şey
Bu kafa, kamusal fayda adına bir toplumsal eylem seferberliğine girişen Fidel Castro’yu gülünç bulur.
Ama Fidel Castro, bütün nüfusunu az çok doyuracak, okutacak, serbest zaman faaliyetlerine ayıracak zamanı bulduracak, temel sağlık hizmetlerinden yararlandıracak toplumsal politikalar üretmek için çaba harcayacağına, Küba’yı küresel sermayenin av alanı olarak yırtıcı ulus-aşırı şirketlerin tecavüzüne açsaydı, gülünç bulunmayacaktı.
Küba, eşitlikçi politikalarda direnmek yerine, 12 milyonluk nüfusunun 3 milyonunu mutlak açlık ve sefalet, 7 milyonunu kalıcı yoksulluk, 1 buçuk milyonunu göreli rahatlık ve kalan yarım milyonunu süper zenginlik içinde yaşatan klasik bir ‘gelişmekte olan ülke’ olsaydı, Castro liberal kafanın saygısını kazanacaktı.
Küba, 12 milyona düdüklü tencere ve ampül sağlayacağına, lüks semtlerde yar