Emperyalist kapitalizm, uluslararası anlaşma ve organizasyonlarda kotarılan neo-liberal politikalarla ekonomik-toplumsal ilişkileri düzenlerken, siyasal alanda da, işçi sınıfı mücadelesinin tüm tarihsel mevzilerini ve kazanımlarını ortadan kaldırmaya dönük genel bir saldırı yürütmektedir. Dünyada ve ülkemizde kölelik koşulları çalışma yasaları haline getirilmekte ve böylece kitleler, açlık, işsizlik ve yoksullukla yönetilmektedir. Sermayenin, tarihin hiçbir döneminde elde edemediği bu imkanı, […]
Emperyalist kapitalizm, uluslararası anlaşma ve organizasyonlarda kotarılan neo-liberal politikalarla ekonomik-toplumsal ilişkileri düzenlerken, siyasal alanda da, işçi sınıfı mücadelesinin tüm tarihsel mevzilerini ve kazanımlarını ortadan kaldırmaya dönük genel bir saldırı yürütmektedir. Dünyada ve ülkemizde kölelik koşulları çalışma yasaları haline getirilmekte ve böylece kitleler, açlık, işsizlik ve yoksullukla yönetilmektedir. Sermayenin, tarihin hiçbir döneminde elde edemediği bu imkanı, büyük ölçüde işçi sınıfı hareketinin ideolojik, politik, örgütsel dağınıklığı ve güçsüzlüğünden aldığı artık apaçık bir olgudur. Sermaye, emek cephesine dönük kuşatmasını, işçi sınıfının tarihsel-geleneksel örgütlerini tahrip ederek yapmaktadır. Bir yandan, işçi sınıfını bölerek, örgütlenmeyi engelleyerek, zorla dağıtarak açık saldırısını sürdürürken diğer yandan da sınıfın içinde itaat ilişkileri geliştirmektedir. Bürokratik aygıtlar vasıtasıyla kapitalizmin “sosyal” kurumları haline gelmiş sendikalar ve siyasal alanda sol liberalizm, bu ilişkilerin kurulmasında etkin araçlar haline gelmiştir.
Ulusal ve uluslar arası sendikal örgütlenmeler, sermayenin çeşitli fon ilişkileri ile terbiye edilirken, bürokratik aygıtlar da sermayenin söylemlerini ve argümanlarını kullanarak işçi sınıfının kolektif bilincini tahrip emektedirler. Artık sınıf mücadelesi yerine “sosyal diyalog”, “endüstriyel demokrasi”, “yönetişim”; proletarya ve burjuvazi yerine “sosyal taraflar”, “sosyal partner” vb. gibi söylemleri, sendikaların politik metinlerinde okumakta, bürokratların nutuklarında duymaktayız. Açlığa, sefalete, savaşa, ücret köleliğine, kısaca barbarlığa karşı biriken öfkeyi sönümlendiren sol liberal siyaset, sınıf mücadelesinin siyasal atmosferini zehirlemektedir. Sınıfsal bağlardan kopuk ve demagoji ile beslenen bu akım, içinde yer aldığı tüm yapılarda “sosyalist sol” u tasfiye ederek etki alanını genişletmektedir.
AB Tartışma Süreci ve Emek Cephesi
Avrupa Birliği, genişleme sürecinin bir gereği olarak, üye ve üye adayı ülkelerde liberal ekonomik-sosyal yapılanmaya uyarlanma için, bu ülkelerin sınıf örgütlerinin katıldığı “Sosyal Avrupa” adı altında bir çalışma yürütmektedir. Böylece, liberal zeminde bütünleşmenin hızla ve sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Buna birde soldan, -salt ülkemizde değil, Avrupa çapında sürdürülen- “Emeğin Avrupası” siyaseti ile destek sağlanınca, planlanan uyarlanma ideolojik ve siyasal boyutları ile birlikte daha da etkinlik kazanmaktadır.
KESK yöneticileri de bu eğitim ve terbiye sürecinin hevesli ve çalışkan “öğrencileri” arasında yer alıyor. Bunu, yönetimin, özellikle sahte sendika yasasına ilişkin “kararlı uysallığı”nda ve son dönem geliştirdiği “becerikli” pratiklerinde gördük. Yine KESK genel başkanının çeşitli toplantılarda “sosyal diyalog” u savunan konuşmalarında, örgütümüzün bir çok yayınında, politik metinlerinde, “sosyal diyalog”, “sosyal taraf” vb ifadelerle görmekteyiz. Türkiye’de sınıf hareketinin en dinamik kesimini oluşturan kamu çalışanları hareketinin üst örgütünün bu hali, sermayenin ideolojik kuşatmasının gerçekten de başarıyla yürütüldüğünün belirgin bir işaretidir.
Bizzat içinde yaşayarak tanık olduğumuz bu kuşatma, küreselleşmenin durdurulamaz bir süreç olduğu teslimiyetine dayanan sol liberal anlayışların, tüm örgütsel süreçlere egemen olmasıyla yol almaktadır. ICFTU ve ETUC’ un politika belgeleri incelendiğinde, TÜRK-İŞ, HAK İŞ, DİSK ve KESK’ in son beş yıldaki örgütsel politikaları ve pratikleri sorgulandığında bu tespitlerin somut karşılıkları bulunabilir.
AB ve küresel organizasyonlara yandaşlık ve karşıtlık üzerinden oluşan zemin, bu bağlamda tasfiyenin maddi temeli olarak işlev görüyor. Sol-liberalizm üzerinden gerçekleştirilen saldırıların, sınıf mücadelesinin artık evrensel değerlerine kadar vardığını söyleyebiliriz. Evet, saldırı, “Komünist Manifesto”nun ana temalarının inkarına kadar gelmiştir. Barikatı bu gün ne yazık ki buradan kurmak zorundayız.
Bu barikatı oluşturacak olan tüm devrimci dinamikler, işçi sınıfının tüm örgütsel zeminlerinde bu tasfiyenin sınıf içi uzantılarını açığa çıkaracak, teşhir edecek ve ayrıştıracak gerilimleri yaratmayı başat bir pratik olarak örmek zorundadır. Bugün emek-sermaye çelişkisinin düğümlendiği nokta tam da burasıdır.
Bu yüzden önümüzdeki dönemde, KESK içinde de pratik varoluşun, kendimizi yeniden üretmenin, işçi sınıfı mücadelesinin dinamiklerini en azından geleceğe aktarabilmenin neredeyse yegane koşulu, sol liberalizme karşı uzlaşmaz bir mücadele vermekten geçmektedir. Temel siyasi ölçütümüz de bu olmalıdır.
Ne yapmalı ve nasıl yapmalı?
Emek hareketi içinde yer alan devrimci siyasal oluşumlar bu liberalizasyondan rahatsız olmalarına rağmen, kopuş için gerekli siyasal ve örgütsel perspektifi yaratmaktan henüz uzaktırlar. Bu yüzden etkin bir karşı duruş oluşturulamamaktadır. Gücün simgesi olarak gördükleri iktidar ilişkileri içinde olmak son tahlilde bu yapıları sol liberalizme yedeklemektedir. Fakat bu yapılar özellikle son yıllarda, mevcut siyasal ve örgütsel düzlemlerde yaşanan ve kendilerini de doğrudan etkileyen erozyonu fark etme konusunda ciddi bir çaba içindedirler. Dağınık, yer yer çakışan yerel pratikler de sergileyebilme eğilimleri giderek güçlenmektedir. Bu bağlamda bu kendiliğinden karşı çıkışları kolektif bir merkezi iradeye ulaştırmada önümüzdeki KESK ve bağlı sendikaların genel Merkez kongrelerinde yürütülecek çalışmalar yaşamsal önem taşımaktadır. Eğer bu müdahale yapılamaz ise sınıf mücadelesinin yüzelli yıllık manifestosuna kadar uzanan saldırıyı püskürtmemiz daha da zor olacaktır.
KESK’ in bugün mevcut durumunun eleştirisini, bir yönetim mücadelesi dışına taşımak zorundayız. İşçi sınıfının birleşik mücadelesini sermayeden, devletten, bürokrasiden bağımsız, enternasyonal bir mücadele hattı üzerinden inşa etmenin pratik-politik, örgütsel araç ve olanaklarını yaratmak ve pratik yürüyüşümüzü buna göre oluşturmak zorundayız.
KESK özgülünde barikatın devrimci safını oluşturmada kolektif bir çalışmanın yaratılmasına fayda sağlayacak ve ortak bir varoluş zeminini oluşturacak öncelikli sorunları şöyle belirleyebiliriz:
*İşçi sınıfının kitle örgütlenmelerine yaklaşımdaki sendikalizm anlayışı aşılmalıdır.
*Sınıf mücadelesini alanlara bölen anlayış aşılmalıdır.
*Güncel ve nihai hedefler arasındaki ilişki her pratik adımda mutlaka kurulmalıdır.
*İşçi, işsiz, sendikalı, sendikasız ve işkolları ayrımı gözetmeksizin, işçi sınıfının tüm bileşenlerinin ortak öz örgütlenmesinin ve örgütlenmede sınırsız çeşitliliğin gerçekleşmesinde programatik bir irade geliştirilmelidir. Birbirinden kopuk lokal ve kendiliğinden hareketliliğin mutlaklaştırılması aşılmalıdır.
*Sendikalarda ve işçi sınıfının çeşitli kitle örgütlerinde çalışmanın ve bürokrasiye muhalefetin, yönetsel aygıtları ele geçirme düzeyinde ele alınması anlayışı aşılmalıdır.
*Ve en önemlisi de, dünya işçi sınıfı mücadelesi ile enternasyonalist bir perspektifle dinamik bir ilişki oluşturulmalıdır.
Kısır ve bürokratik kaygıları aşacak ortak var oluş zemini, bu sorunlara yönelik öznel yanıtların dayatılması üze
rinden değil, ancak birlikte yanıt üretme iradesinin yaratılması ile mümkün olacaktır. Mücadelemizin deneyimlerini ve olumlu geleneklerini yeni sürece taşıyacak kolektif bir tartışma ve çalışmanın başlatılması ve sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir. Bizi bekleyen görev budur.
Siyasi Gazete Nisan 2005