Bugüne kadar ki 1 Mayıs 1976 yazını övgü içeriklidir. Ancak, bu 1 Mayıs’tan sonrasına uzanan süreç nedense bu 1 Mayıs ile ilişkilendirilmemiştir. Oysa, bir sonra ki yılın katılım açısından görkemli, sona erişi açısından trajik 1 Mayıs’ı doğrudan 1 Mayıs 1976 ile ilgilidir. 1976 yılı, işçi sınıfı açısından önemli bir eşik olmakla birlikte, sermaye cephesinin işçi […]
Bugüne kadar ki 1 Mayıs 1976 yazını övgü içeriklidir. Ancak, bu 1 Mayıs’tan sonrasına uzanan süreç nedense bu 1 Mayıs ile ilişkilendirilmemiştir. Oysa, bir sonra ki yılın katılım açısından görkemli, sona erişi açısından trajik 1 Mayıs’ı doğrudan 1 Mayıs 1976 ile ilgilidir. 1976 yılı, işçi sınıfı açısından önemli bir eşik olmakla birlikte, sermaye cephesinin işçi sınıfına ve onun adına siyaset yapanlara bakışında radikal bir değişiklik yaşadığı yıldır. 12 Mart ile 15-16 Haziran Başkaldırısını ve bu başkaldırının müsebbiplerini hizaya getirdiğini düşünen sermaye, 1976 yılı 1 Mayıs’ında istediği sonuca ulaşamadığını anlamıştır. Böyle olduğu için de işçi sınıfı ve onun adına siyaset yapanlar açısından 1976 yılı 1 Mayıs’ı yüzbinlerin katıldığı görkemli bir eylem ve gün iken, sermaye açısından başı ezilecek yılanın başının kalktığı gündür. Bu nedenle de bir an önce potansiyel tehlikeden somut tehlikeye dönüşen işçi sınıfını kontrol altına almak, onun adına siyaset yapanların işçi sınıfı ile ilişkilerini zedelemek gerekmektedir. Kuşkusuz, bunun için bir sonraki yılın 1 Mayıs’ından daha iyi bir fırsat olmazdı…
12 Mart’ta devlet ile tanışıp, salınan korku ve kaygı nedeni ile geriye çekilmeye başlayan ve sağa kayan DİSK yönetiminin sola kayan tabana sahip çıkamayacağını anlayan devlet, sermaye adına gereğini yapma hazırlıklarına başlamıştır. Bu hazırlıkların için de DİSK’in bir kez daha hizaya getirilmesi isteği ve çabası da vardır. Gerçek bir sosyalist kimlikten çok, “uvriyerist” ve “sendikalist” bir kimliğe sahip olan DİSK yönetimindeki bu “ilk” sendikacı kuşak nasıl davranacaklarını ve neyin tehlikeli, neyin tehlikesiz olacağını bu kısa süreçte öğrenmişlerdi. Zaten “sendikalist” sendikacı kuşağı bu konuda daha önceki dönemlerden de yeterli deneyim ve birikime sahip olup, oldukça yetenekliydiler. Ancak, bu deneyim ve yetenekleri, sola kayan işçi sınıfını kontrol altında tutmaya yetmiyor, işçi sınıf sermaye ve devleti için açık bir tehdit algılanacak düzeye ulaşıyordu. Zira, tabanda, ezildiği düşünülen, 1970’in radikal solunun canlandırdığı bir hareketlilik de söz konusudur.
12 Mart dönemi ile birlikte, sosyalizme ürkek ve çekingen adımlarla yaklaşan bu sendikacı kuşağı, karamsarlığa kapılarak iyice geriye çekilmiştir. Bu nedenle, 1970 yılından sonra bu kez daha sola kaymış olarak yeniden kurulan TİP ile araya mesafe koymaya çalışmıştır. Ancak, yukarıdan yönetim düzeyinde böyle bir kontrol sağlanabilse de, aşağıdan kontrol edemediği bir sol dalga işçi sınıfı içinde yükselmektedir. DİSK’in 1975 yılındaki 5. Kongresinde “sosyal demokrat” bir parti olarak CHP’ye yöneldiğini açıklayarak, sermayeye, aynı anlama gelmek üzere devlete, nerede durduğunu göstermesi, kaygının, korkunun boyutunu gösterdiği kadar, DİSK yönetiminin sermaye cephesinin kaygılarının giderme isteğinde ne kadar istekli olduğunu gösterme amacı da yatar. DİSK’in bu yönetici kuşağı, bu kaygısını, ikinci TİP’in kuruluşundan 21 gün sonra, 21 Mayıs 1975’te yaptığı 5. Kongresinde, TİP’e yakın, sosyalist sendika ve yöneticilerini tasfiye ederek bir başka açıdan da açıkça ortaya koydu.
DİSK’in soldan kopup, sağa kaydığını başka somut adımlarla da kanıtlaması gerekiyordu. 1975 yılında, Türk-İş’e üye, CHP’ye yakın güçlü sendikalardan Genel-İş’in ayılarak, DİSK’e katılma isteğinin kabul edilmesi bu somut adımın da atıldığını göstermektedir. Kongrelerdeki, sınıf sendikacılığı, sosyalizm hedefi söylemi ise devletin isteği(3) doğrultusunda sağa kayışı maskelemeye çalışan ajitatif söylemden başka bir şey değildi. Çünkü DİSK’in CHP’lileştiği 1970’li yılların ikinci yarısında Türkiye’de sosyalist hareket de önemli gelişmeler kaydetmişti. Böyle bir ortamda söylemi daha geri bir düzeyde tutmak mümkün değildi. Bu sosyalist söylem, DİSK yönetiminin CHP’ye kayma isteğine rağmen tabanı etkiliyor, işçiler arasında kök salıyordu. Ajitatif sınıf sendikacılığı ve sosyalist söylem DİSK’in üst yönetiminin bu ihtiyacını karşılayan yaklaşımlardan biri oluyordu. Kongrelerde sosyalizmden, sınıf sendikacılığından söz ediliyordu, ama fiili durum farklı yöne işaret ediyordu. Görüntü ile öz aynı değildi. Keskin, parlak, ajitatif söylem sosyalizmi işaret etse de sendikal politikalar açısından uygulamada DİSK giderek daha çok Türk-İş’e benzemeye başlıyordu. Kongrelerde sosyalistlerden çok CHP’liler protokolde yer buluyor, CHP’li milletvekilleri kendilerine yakın olan adayların yönetime gelmesi için kulis çalışmaları yapıyorlardı. TKP dışındaki sosyalist işçileri ve sendikacıları ise tasfiye ve işsizlik bekliyor.(4) Bu sürecin en önemli ideolojik harcı ise MC üzerinden faşizme karşı ortak cephe oluşturmak oluyordu.
Türkiye’de sosyalist hareketin güçlenmeye başladığı bir dönemde, DİSK sınıfsal çıkarlar temelinde bu harekete destek vermek yerine bu hareketin gelişmesini önleyecek tutumlara yönelmekte, sınıf bilinci temelindeki yönelişleri faşizm korkusu ve kaygısı ile daha sağdaki sosyal demokrasiye yönelterek önlemeye çalışmaktadır.
6. Genel Kurul’da CHP’de bir dönem milletvekilliği de yapmış olan A. Baştürk DİSK’in genel başkanı olarak seçiliyor böylece deneyimli ve birikimli işçileri barındıran Maden-İş yerine, henüz köylülükten kurtulamamış temizlik işçilerinin egemen olduğu Genel-İş, DİSK’in yönetimine seçilmiş oluyordu. Böylece, sermaye cephesine somut bir adım daha atılmış olduğu gösteriliyordu. Bütün bunlar yeterli miydi? Tabanı sola kaymış bir DİSK’in beraberinde Türk-İş’in tabanını da sarsması, göz yumulacak bir durum muydu? Bu soruların yanıtını bulmak için 1977 yılı 1 Mayıs’ını beklemek gerekiyordu.
1977 yılına 1976 1 Mayıs’ından daha görkemli hazırlanan işçi sınıfı ve onun adına siyaset yapanlar, sermaye cephesinin ve onun adına hareket eden devletin DİSK üzerinden yaptığı hesapları tam değerlendirememiş oldukları için, gerilimli bir hazırlık ile sermaye cephesinin işini kolaylaştırdılar. Böylece, sermaye cephesi 1 Mayıs 1977’de bereketli bir iş yaptı. Bir yandan gözdağı verecek kanlı bir eylem hayata geçirerek, icabında daha sert ve kanlı eylemlere başvurabileceğini gösterdi, öte yandan, işçi sınıfı adına siyaset yapanları bu kanlı eylemin sorumlusu gibi gösterdi. Bunlara ek olarak, bu 1977 1 Mayıs’ı ile işçi sınıfı ile onun adına siyaset yapan radikal sol arasındaki bağı koparmaya çalıştı. Artı, 1977 1 Mayıs’ındaki radikal sol içindeki ve işçiler arasındaki ayrıştırmayı işyerlerine taşıdı. Sonuç, birleşik bir mücadeleden çok dağınık, zorlanmadıkça bir araya gelmeyen bir mücadele ve 12 Eylül 1980. Sermaye cephesi, DİSK aracılığı sağlayamadığı kontrolün önemli bir bölümünü, 1976 1 Mayıs’ından dersler çıkararak, 1977 1 Mayıs’ındaki uygulaması ile ihmal edilmeyecek bir şekilde hayata geçirmiş ve başarılı olmuştur.
1976 ve 1977 1 Mayıslarını bir de bu gözle okumakta, dün olduğu kadar, bugün için de yarar vardır.
1) Buradaki tarih yazımından kastımız, hangi olayın ne zaman nerede geçtiği değildir. Tarih yazımından kastımız, bu yazıya sinmiş olan yaklaşımdır.
2) Emek tarihindeki sefalet için bakınız Y. Akkaya, “Türkiye’de emek tarihinin sefaleti üzerine bazı notlar”, Toplum ve Bilim, Sayı: 91, 2001-2002.
3 ) Buradaki devlet ve sermaye cephesi isteklerini belge üzerinden tartışmak anlamsızdır. Zira, istek ile yapılanla
rın çakışmış olması yeterlidir. Tarihin gereksindiği belge de bundan başka bir şey değildir. Gerisi sadece ayrıntıdır.
4) “Türkiye’de İlerici Sendikal Hareket ve Sorunları (Tartışma)”, Yurt ve Dünya, Sayı: 8, Mart 1978.