Doğrusu bu yazının başlığını koyarken biraz zorlandım. “Haydutluk” yerine “eşkiyalık”ı mı kullanmalıyım ikilemi içinde kalmıştım. Bir kez daha eprimiş, sayfaları sökülmüş, emektar sözlüğe başvurdum. (2) Değerli basınımızın büyük ilgi gösterdiği, her gün haber olarak mutlaka verdiği ve “kapkaççılık” olarak adlandıran “durumu” ele alan bu yazının başlığına “eşkıyalık” uymuyordu. Zira sözlük, bunun kırsal kesime özgü bir […]
Doğrusu bu yazının başlığını koyarken biraz zorlandım. “Haydutluk” yerine “eşkiyalık”ı mı kullanmalıyım ikilemi içinde kalmıştım. Bir kez daha eprimiş, sayfaları sökülmüş, emektar sözlüğe başvurdum. (2)
Değerli basınımızın büyük ilgi gösterdiği, her gün haber olarak mutlaka verdiği ve “kapkaççılık” olarak adlandıran “durumu” ele alan bu yazının başlığına “eşkıyalık” uymuyordu. Zira sözlük, bunun kırsal kesime özgü bir durum olduğunu belirtiyor. “Kapkaççılık” terimi ise, değerli basınımız tarafından “katli vacip” görülen anlamında kullanılan, görüldüğü her yerde “linç” edilmesinde sakınca görülmeyen “şehrin artıklarına/fazlalıklarına” yönelik kullanıldığı için baştan tasnif dışı edilmişti. Zira bu yazı, değerli basına inat, E. Hobsbawm’a saygı temelinde, biraz “haydutluk” “sevgisi” içerecektir! Haydutlar ile hırsızların karşıtlığını ele alan bu yazı, haydutluğu, sosyal olduğu kadar iktisadi bir olgu olarak da değerlendirip, haydutların kendilerinden hukuk dışı olarak, ama yasalarla kılıfına uydurularak (bazen uydurulmadan) alınanları, kendilerinden esirgenenleri, farklı bir yöntemle, doğru hedefi bulamadan farklı kişiler üzerinden, bozulan gelir dağılımını düzeltme çabası olarak değerlendiriyor. Böyle bir yaklaşım nedeniyle de bu haydutluğa değerli basınımızın aksine, biraz sosyal politika, biraz da sınıf mücadelesi temelinde, “uzak” değil, “yakın” olmayı benimsiyor. Zira, “kapkaççılık” olarak sıfatlandırılmış olan bu haydutluk eylemi, büyük ölçüde ve ilkin, dışlanmışların, “şehrin fazlalıklarının” bir bakıma hayata tutunma çabasından başka değildir. Hayata tutunabilmeye çalıştıkları bu süreçte, ikincil olarak da etraflarına yardım etmeyi de ihmal etmemektedirler. Yazı, bu kurgu üzerine inşa edildiğinden sosyal politika ve ceza politikasını birlikte değerlendiriyor; ancak, ceza politikaları ve dönüşümü ile ilgili uzun değerlendirmeleri içermiyor(3) Bu başlıktaki hırsızlar ise, işçinin emeğini sömürenden, haksız kazanç elde eden gözü doymazlardan, banka hortumlayan güzide “işadamlarına” kadar oldukça geniş bir kesimi içeriyor, ama “kapkaççı” çocukları, iş bulamadığı için “geçimlik” para ve mal “çalanları” içermiyor. Böyle olduğu için de haydutların hırsızlara karşı olduğu düşünülüyor, her ne kadar mağdurlar hep “sokaktaki vatandaş” olsa da. Zira, yoksullaştırılan işçinin başkaldırısı, geliri azaltılan sokaktaki vatandaşın başkaldırı araçları ile bu “şehrin fazlalıkları” olan “sosyal haydut” çocukların başkaldırı amaçları, araçları, yolları ve yöntemleri farklıdır. Farklı olmak zorundadır da. İşçi üretimi durdurarak, sokaktaki vatandaş gösteri vb. protesto eylemleri gibi haklarını kullanarak yoksullaşmaya, gelir dağılımının bozulmasına karşı gelme araçlarına, yollarına, yöntemlerine sahipken, sosyal haydutların bütün bunlara karşı başvuru aracı “haydutluktan” başka şey olmamaktadır. Yaşam ile ölüm arasındaki tercihte, yaşamak için “haydutluğa” soyunan bu çocukların başkaldırısı sisteme, düzenedir, ama başka yol, yöntem ve araçlarla.
“Siz sayın büyüklerim koltuklarınızı iyi zaptedin
Vicdan, sevgi, merhamet nedir ki yüreklerinize hapsedin
Soğuk gecelerde titrerken, sizler kedi, köpek besleyin
Ben mecburen bir sokak çocuğuyum abi”
“Kapkaççı” olarak sıfatlandırılmış bu “sosyal haydutların” özelliklerine bakıldığında ilk göze çarpan büyük çoğunluğunu çocukların oluşturmasıdır. İkinci özellik, yine büyük bölümünün işsizliğin ve açlığın kol gezdiği yerlerden, “taşı toprağı altın” büyük şehirlere hayata tutunmak için “sığınmalarıdır”. Üçüncü özellik, sığınılan bu şehirlerde dışlandıkları için çaresiz ve umarsız olarak bir şebekenin ağına düşmeleridir. 1 nolu dipnotta belirtilen Rapor’da da pek çok bilgi ve veri yer almasına rağmen, yine de yukarıda sıralanan üç özelliği daha iyi yansıtan 28 Kasım 2004 tarihli Hürriyet’in Pazar ekindeki Gülden Aydın’ın “Kapkaççının Portresi” başlıklı yazısını önereceğim. Kör talihin şanslı bir tesadüfü olarak da aynı gün, Birgün’ün ekinde de Güldal Kızıldemir’in kapkaççı şebekenin ağına düşmüş olan Ahmet ile yaptığı röportaj oldukça ilginç, bir o kadar da anlamlı idi ( Röportaj sonrası seçilen başlık ise bir çaresizliği yansıtıyordu: Kapkaççı Bir Sokak Meleği). Doğrusu bu başlık ve röportaj, benim biraz sezgisel biraz da akademik düşünmenin sonucunda ulaşmış olduğum duygularımın da iyi bir tercümanı oldu. Bir kez, G. Kızıldemir’in röportajını okuyup, kapkaççı olan Ahmet’in yaşadıklarından etkilenmemek mümkün değil. Bu röportajın yansıttığı aynadan bakıp, gerçeğin kendisi tüm çıplaklığı ile görüldüğünde, Ahmetler’e, E. Hobsbawm’ın sıfatlandırması ile, “sosyal haydut” demekten başka bir şey kalmıyor. Kuşkusuz buradaki haydut sıfatlandırması daha çok sözlükteki, “teklifsiz konuşmada” geçen anlamı ile, “yaramaz ve sevimli çocuklar” anlamındadır!
Hürriyet’teki haber-yazı ile G. Kızıldemir’in röportajı birlikte okunduğunda, aynaya yansıyan görüntü, kentleşme, yoksullaşma ve işsizlik ile birlikte atbaşı giden bir özelliği, “şehrin fazlalıkları” için geriye kalan üç seçenekten (intihar, bedenini satmak ve soygun) en kolayı olan soygunculuğa yönelişi net şekilde gözler önüne sergiliyor. Bir kez, a priori olarak, hiç kimse durduk yerde kapkaççılık, soygunculuk, haydutluk, eşkiyalık yapmaz. Yapmayacağı kabul edilmelidir. Bu kabulden sonra, soygunculuğun niye arttığı sorgulanmalıdır. İşsiz, yoksul, aç kalan bir insan başka ne yapabilir, hayata tutunmak için? 1980 sonrası dönem intihar, bedenini satmak ve soygunculuk gibi üç olgunun da yaşandığı ve her geçen yıl bunlara başvuranların sayısının hızla arttığı bir dönemdir. Röportajdaki Ahmet, bu sürece ışık tutan iyi bir örnektir.
Ahmet, pek çok “kaderdaşı” gibi yoksulluğun ve işsizliğin kol gezdiği Diyarbakır’dan iş bulabilmek umudu ile İstanbul’a gelmiş, kalacak yer ve çalışacak iş bulamadığı için şebekenin ağlarını düşmekten kurtulamamıştır. Her kurtuluş çabası başarısız kalmıştır, zira bu süreçte ona yardım elini uzatacak hiçbir kurum ve kişi karşısına çıkmamıştır. Aslında bu dram sadece Ahmet’in değil, bu şebekenin ağına düşürülmüş tüm gencecik çocukların dramıdır, o şarabi haydutların dramıdır. Ne yazık ki tek çözüm yolu olarak da cezaevleri ve daha da ağırlaştırılmış cezai yaptırımlar benimsenmiştir. Yani başvurulan çözüm, ceza politikası olmuştur! Yoksulluğun ve işsizliğin tüm toplumları esir almaya başladığı, gelir dağılımının iyice bozulduğu, bir avuç kapitalistin bütün zenginliklere el koyduğu, halkın geniş kesiminin karın tokluğuna çalıştığı bir düzende ceza politikalarında “reforma” gidilip, “suç” kapsamının genişletilmesi, cezaların da ağırlaştırılması kaçınılmazdır. Zira, hırsızlığa pirim veren, sosyal haydutları fazlalık gören bu düzen ancak kendisini böyle koruyabilir.
Kentleşmenin, işsizliğin, yoksulluğun ortaya çıkardığı “kapkaççılık” gelir dağılımının bozuluşuna, yoksullaşmaya, işsizliğe karşı bir tür başkaldırıdır, “sosyal haydutluktur”, kendisinden esirgenen yaşama tutunma çabasından başka bir şey değildir. Bunun sorumlusu bizatihi kendileri değil, emek gücünü acımasızca sömürenlerdir, kar oranlarını artırmakta doymak bilmeyenlerdir, zenginliği pay
laşmaktan veba gibi kaçanlardır, sermayenin önündeki tüm engelleri kaldırmayı amaçlayan iktisat politikalarıdır, nihayetin de bütün bunların ifadesi olan liberalizm ve onun adına bütün bunları hayata geçirenlerdir. Bu durumun yarattığı gerilim hayata tutunmak isteyenlerce daha da derinleştirilmeye mahkumdur.
E. Hobsbawm, “haydutluk toplumsal gerginlik ve ayaklanma anlarında salgın hale gelmektedir. Bu anlar, aynı zamanda, bu tür gaddarlık patlamaları için koşulların en uygun olduğu anlardır. Bu koşullar ise haydutun her zaman yoksul için öç alan kişi olması dışında genel haydutluk imajına ait değildirler, ancak böyle zamanlarda kuşkusuz daha sık ve sistematik olarak ortaya çıkacaklardır. Bu durum, en çok sosyal devrimlere dönüşememiş ve militanları yasadışı adamların ve soyguncuların yaşam seviyesine (aç, acı çekmiş ve onları yalnız savaşmaya terk etmiş yoksullara karşı bile kızgın) düşmeye zorlanmış olan köylü ayaklanmaları ve isyanlarında görülür. Daha da kötüsü evlerinin küllerinden, babalalrının cesetlerinden ve annelerinin, kızkardeşlerinin tecavüze uğramış vücutlarından yetişip yasadışı hayata atılan, o ikinci nesil “şiddetin çocukları” arasında görülür”(4) derken, bir parça da bugüne ışık tutmaktadır. Kuşkusuz, bizim burada sözünü ettiğimiz bu “şiddetin çocukları”, “şehrin fazlalıkları/dışlanmışları”, “sosyal haydutlar” ilkel bir tepki ile hareket etmekte, düzene, sisteme karşı daha devrimci bir faaliyet yürütenlerle bağ kurmamakta/kuramamaktadırlar.
Ahmet örneğinde olduğu gibi bu “sosyal haydutlar”, kendi sonu ile karşılaşacak olan çocukluk arkadaşlarını bundan kurtarmak için, bir kez daha “soyguna” çıkıp, yakalanma pahasına, ona yol parası, istediği bir cep telefonu ve bir miktar harçlık verecek kadar çok erdemli de olabilirler, ama bu erdemlilik, soygun sırasında gaddar olmalarını engellemez! Bir sonucun parçası olan Ahmet, bu düzenin kendisine farklı yolda bir itiraz, isyan etmekte, “hakkını almaya” çalışmaktadır. İlkel başkaldırı ile sınıfsal temelde başkaldırı arasındaki farkın farkında bile olmayan bu “sosyal haydutlar”dan kendiliğinden sınıfsal başkaldırı beklemek eşyanın tabiatına aykırı olur, başka bir şey değil.
“Kapkaç” mağdurlarının yaşadıklarını, acılarını bir inkar değildir yukarıda anlatılanlar, bir teşvik de değil. Tersine bu acıların, karşılaşılmış olan durumun arkasındaki gerçeği anlama ve açıklama çabasıdır; toplumsal gerilimin, başkaldırının açıklanmaya çalışılan bir başka yüzüdür
“Çocukluğumu çaldınız, yalan söylediniz, sahte güldünüz
Vicdanlarınızın adaletinin yerine, cüzdanlarınızı karıştırdınız
Davacıyım, çünkü beni bu hale siz getirdiniz
Ben mecburen bir sokak çocuğuyum abi”
1 ) “Ben mecburen bir sokak çocuğuyum abi” başlıklı bu şiir “Çocukları Sokağa Düşüren Nedenlerle Sokak Çocuklarının Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan (11/111, 160, 180) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu”nun en sayfasında yer almaktadır.
2) Eşkıya: “1. Dağda, kırda yol kesen hırsızlar, haydutlar, kır uğruları. 2. Haydut, kır uğrusu. § ~ gibi yüzü, bakışları ve kılığı korkunç olan”. (Arapça kökenli); Eşkıyalık: “Eşkıya olma durumu ya da eşkiyaca davranış”.
Haydut: “1. Silahlı soygun yapan kimse, eşkıya, şaki 2.Yaramaz, sevimli çocuk. § ~ gibi 1) insana korku veren iri yarı (kimse); 2) yaramaz ve sevimli çocuklar için kullanılır. (Macarca kökenli); Haydutluk. “Haydut olma durumu ya da haydutça iş, şakilik, şekavet. § ~ etmek haydut gibi davranmak”.
Hırsız: ” Çalan (kimse), uğru. § ~ gibi kimseye görünmeden gizlice “; Hırsızlama: “1. Gizlice, kimseye sezdirmeden. 2. Gizlice alınan başkasına ait (şey)”; Hırsızlık: “1. Çalma. 2. Çalma suçu, sirkat. § ~ etmek (ya dayapmak) başkalarının parasını ya da malını çalmak”.
Kapkaç,-çı: “Kapıp kaçmak yoluyla yapılan bir çeşit hırsızlık”; Kapkaççı: “1. Belli etmeden para vb. şeyleri çalıp kaçan (kimse). 2. mec. Üstünkörü iş göre, işe gereken önemi vermeyen: Kapkaççı bir çalışma. Kapkaççı bir önlem”; Kapkaççılık: “Kapkaççı olma durumu”. TDK, Türkçe Sözlük 1, Genişletilmiş 7. Baskı, Ankara, 1983.
3) İlgilisi için iki bakılacak iki yazı: 1) Y. Özdek, “Ceza Reformunun Görünmeyen Yüzü Hapishanelerde Zorla Çalıştırma”, 14 Mart 2005, www.sendika.org ; 2) Y. Özdek, “Küresel Yoksulluk ve Küresel Şiddet Kıskacında İnsan Hakları”, Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları, (Ed. Y. Özdek), TODAİE Yayını, Ankara, 2002.)
4) E. Hobsbawm, Haydutlar, (Çev. Fatma Taşkent), (İkinci Basım), Logos Yayıncılık, İstanbul, 1990, s.56.