İşçileri SEKA’yı satmadı. “Almak satmak”üzerinden konuşacaksak gerçek şudur: Türk-İş Konfederasyonu Başkanı Salih Kılıç ve Konfederasyon yönetimi SEKA’yı sattı. Bilinen ihanet çizgileri bir kez daha ve son kez tescillendi. Sizin cümlelerinizle söyleyelim: İşçiler ve sendika (1) Özelleştirme politika ve uygulamalarına karşı çıkıyorlardı. (2) SEKA’nın parça parça satışını ve de İzmit fabrikasının kapatılmasını önlemeye çalışıyorlardı. (3) İzmit […]
İşçileri SEKA’yı satmadı.
“Almak satmak”üzerinden konuşacaksak gerçek şudur:
Türk-İş Konfederasyonu Başkanı Salih Kılıç ve Konfederasyon yönetimi SEKA’yı sattı. Bilinen ihanet çizgileri bir kez daha ve son kez tescillendi.
Sizin cümlelerinizle söyleyelim: İşçiler ve sendika (1) Özelleştirme politika ve uygulamalarına karşı çıkıyorlardı. (2) SEKA’nın parça parça satışını ve de İzmit fabrikasının kapatılmasını önlemeye çalışıyorlardı. (3) İzmit fabrikasının, İzmit ekonomisi için önemine inandıklarından fabrika yıkılarak yerine park yapılmasın, diyorlardı. (4) İzmit fabrikasında bulunan yepyeni makinelerle ülke ekonomisine katkıda bulunmak, üretimi sürdürmek istiyorlardı.
Siz bunları istiyorlar sanırken “halbuki onlar ihbar ve kıdem tazminatlarını aldıktan sonra, İzmit’te bir kamu kuruluşunun bordrosuna girmekten başka bir şey istemiyorlarmış.”
51inci günde olan hadiseyi idrakiniz bu ve çok yanılıyorsunuz. Bunun ötesinde, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek – buna gerçekten karar vermek güç – okuyucunuzu yanıltıyorsunuz.
İşçilerin, ‘belirlendikleri koşullarda’ sergiledikleri duruş destansıdır.
‘Belirlendikleri koşullar’ çok önemlidir, çok irdelenecek, ama bu mektubun konusu olmayacak.
Siz okuyan bir insansınız; işçilerin sergiledikleri 50 günlük duruşu ilk elden gözlemeniz söz konusu olmadıysa da bunu okuyacağınız kaynaklar vardır. Sizinle bunu yüzyüze konuşmak isterdim; kısmetse olur.
Sendikaları Selüloz İş ‘belirlendiği koşullarda’ kararlılığı giderek yükselen bir duruş sergiledi. Hatası yok muydu? Elbette vardı. ‘Belirlendiği koşullar’ onun hatalarının da kaynağı idi.
Ama onlar ruhlarını satmamışlardı. Son iki günkü Ankara görüşmelerinde ÖİB Başkan Yardımcısı ve SEKA Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Destan, sendikanın İzmit Şube Başkanı Adnan Uyar’a bakanlık koridorlarında nefretini kusarak “Seni Silifke’ye bile almayacağım, süründüreceğim” dediğinde, Adnan Uyar’ın o kridorda yankılanan cevabı “Alanın da, almayanın da …sını, …..ını …….” olmuştur.
Ülkeyi yanılıyor olabilirim, sanırım bir Çin atasözü şöyle birşey diyor: “Birazcık deli olmayan birisine güvenemezsiniz.”
‘Belirlendiği koşullarda’ Adnan kardeşim, gidebileceği yere kadar gitmiş, mücadeleye sırtını dönmemiş, fiziken ve ruhen tükenme pahasina 50 gün dövüşmüştür.
Direnişin özellikle son 20 gününde Selülöz İş İzmit Şubesi, hemen bütün yönetim unsurlarıyla, mücadelenin içinde pişmiş, yetişmiş ve bilenmiş halde, sınıfın ileri bir kolu durumunda idiler.
51inci günün sabahında ortaya getirilen sandık, hükümetin önerisi ve konfederasyon yönetiminin işbirliği ile sendikaya dayatılmış, en hafif deyim ile bir “demokrasicilik oyunu”dur. “İşçinin serbest iradesinin tecellisi” ile alakası yoktur. Toplumu böyle aldatan bu “insan mühendisliği”(*) şaheserine Güngör Uras da kurban olmuş ve SEKA’cıların meğer “belediye bordrosuna yamanmaktan başka dertleri olmayan insanlar” olduğuna inanmışsa… oturup düşüneceğiz.
Toplum – baksanıza siz dahil – bir süre böyle aldatılabilir. Ama işin iç yüzünü, bütün neden – sonuç bağlantılarını bilen, profesyonel anlamda herşeye vakıf birileri de, bunun bir “serbest irade tecellisi olduğunu” söyledilerse… oturup yine düşüneceğiz.
1 Mart’ta Türk-İş Başkanlar Kurulu İzmit’te toplandı. 33 kişilik heyette 4 sendika başkanı ve bir genel merkez yöneticisi dışında geriye kalan herkes, SEKA’ya destek için Selüloz İş’in talep ettiği eylem önerilerinden (zaten iki özlü öneri vardı) hiçbirini karar altına almadan oradan savuşup gitmek istiyordu.
Buna rağmen, yükselen mücadelenin zorlaması ile, 4 Mart’ta ülke genelinde işyerlerini koruma / terk etmeme kararını aldılar ve gelip bunu SEKA’da işçilere duyurdular.
Konfederasyon’un tepesine güvenleri olmayan işçiler, hem kararı yetersiz buldular, hem de bu kararın içi boşaltılmadan “adam gibi” uygulanması konusunda başkanlar kurulunu sert biçimde uyardılar. O gün yemekhanede bu 28 kişinin “ya bu toplantıda 4 saattir direndiğimiz kararı almamış olsaydık, bu yemekhaneden nasıl çıkardık acaba” diye düşündükleri, gözlerinden okunan ölüm korkusundan anlaşılıyordu. Kendilerinin yemekhaneden sağ çıkmalarını ancak sağlayan bu kararı savunan 5 kurul üyesine ve Selülöz İş’e hayatlarını borçlu olduklarını düşündüklerine şüphemiz yok.
SEKA işçisinin kararlılığı, direnişin ülke genelinde muhataplarınca kavranmış olması, ve işçilerin Başkanlar Kurulu’na bunu 1 Mart’ta yemekhanede iyi anlatılmasıyladir ki! 4 Mart eylemi, yüzde yüze yakın bir katılımla ve özellikle Gebze – İzmit hattında, özel sektör – DİSK işyerlerinin de katılımıyla başarılmıştır.
7 Mart hafta başında Ankara’da toplanan Emek Platformu Başkanlar Kurulu’nda
Türk – İş, başta DİSK olmak üzere uzatılan sınıf dayanışması elini geri çevirmiştir.
Salih Kılıç, DİSK’in bir önceki hafta önerdiği “İzmit’te yüzbinlerin mitingi” önerisini reddetmiştir. “SEKA’nın lokal bir sorun olduğunu, kimsenin karışmamasını, kendilerinin halledeceğini” belirtmiştir.
Bilmiyorum siz de farkettiniz mi Sayın Uras, SEKA, Türkiye’nin dört bir yanında özelleştirme – yoketme saldırısının hedefinde bulunan işçilerden başlayarak bütün emekçilerin gözünü çevirdikleri, her gün ülkenin dört bir yanından kitlesel destek ziyaretleri yapılan “lokallikte” bir direniş idi.
SEKA yemekhanesinden “kurtulduktan” sonra Ankara’nın güvenli sularında hükümetin şefkatine sığınan Türk-İş yönetimi, aldıkları direktif ve gönüllü işbirlikleri doğrultusunda, 7 Mart’ta direnişi “lokal” ilan ederek sınıf dayanışması ile SEKA’nin bağını kopardılar. 8-9 Mart günlerinde Ankara’ya çağırdıkları Selülöz – İş yönetimini sermaye düzeninden aldıkları bütün güç ile ve onun sözcüsü hükümet ile birlikte iki gün boyunca patakladılar. 10 Mart sabahında ise ‘sandık’ kepazeliği ile meseleyi hallettiler!
Bu kepazeliğin boyutunu tüm detayları ile SEKA işçileri biliyorlar, anlatıyorlar, biz biliyoruz, anlatıyoruz ve anlatacağız. Bu ortamlarda sizi de görmeyi ümid ederiz.
Oylama baştan yanlış kurulan bir soru çerçevesinde geliştirilmiş bir oyun idi.
Neyi oyluyorsunuz? SEKA belediyeye devredilsin mi, devredilmesin mi?
E zaten 50 gündür buna karşı direnmiyor muyuz?
Evet ama üretim belediye ile beraber devam edecekmiş.
Bu sorular, muğlak cevaplar, oylama sabahı fiziken değil ama ruhen 50 gündür yorulmuş, en son sendikası da iki gün boyunca Ankara’da sıkıştırılmış halde geri dönmüş 720 işçinin karşılaştığı tablo idi.
Geceden edilen “sabah iyi bir öneri geleceğine” işçiyi ikna etmeye çalışan AKP teşkilat telefonları, oylamanın aceleye getirilmemesi, tam bilgi verilmesi isteğinin geri çevrilmesi, sandığın başına yerleştirilen açık – gizli tehdit unsuru bir ekip, sandığa oyu atanı ve oyunun rengini kaydeden bir “sendika” kamerasının çalışması, bütün bu müptezellikler, 50 günlük bir iradenin çaresizleşmesi ve yönlendirilmesini sağladı.
Ve devirden sonra işçilerin birlikte yaptıkları değerlendirmelerde şu açıklıkla ortaya çıktı ki; Belediye’ye devire “evet” diyenler de, “hayır” diyenler kadar SEKA’nın üretime devam etmesi için ve bunun bu biçimde gerçekleş
eceği kendilerine söylendiği için “evet” demişlerdir.
Ayrıca iradesi doğrudan “hayır” olmakla beraber, bu baskı ortamında ‘evet’ çıkarsa kendisine “hayır”cı olarak iyi gözle bakılmayacağını, 4C ye uğrayacağını düşünen yüzlerce işçi olmuştur.
Kim hangi serbest irade tecellisinden söz edebilir, kim bu sonuca bakıp “işçiler onu sattı, beni sattı” diye söylenebilir. Bu söylenmenin samimiyeti var mı?
SEKA’lıların “meğer bir belediye bordrosu peşinde koştuklarını” farkettiniz ama korkarım şunu farkında değilsiniz: SEKA, sizin yazılarınızda gayet özlü tarif ettiğiniz, “sarsak biçimde uygulanmalarından” yakınıp, nasıl daha iyi uygulanabilecekleri konusunda rafine! öneriler getirdiğiniz yeni-liberal iktisat politikaları için de, topyekun bu düzen için de, onun hükümetleri için de sonun başladığı yerdir.
SEKA kıvılcımını ateşe dönüştürecek bir devinimin ülkede başladığını bizden duymuş olmayın.
Tabiri mazur görün; sermayenin zulüm düzeni cami duvarına siğmiştir.
“Başbakan, “İzmit tesislerini sendikaya bir kuruş bedel ile satalım. Sendika işletsin” dedi. Sendikadan ve işçilerden ses çıkmadı.” diyorsunuz.
Siz Sayın Uras, Recep T. Erdoğan ile Hugo Chaves arasında ne benzerlik görüyorsunuz?
Recep Bey’in önerisi çerçevesinde yapılacak olanın, daha yeni Venezuela’da yapılan ile bir paralelliği olabileceğini, aklımızı biraz zorlayarak düşünelim.
Chaves yönetimi bu yakında, özel sektörün iflasa sürüklediği bir kağıt fabrikasını kamulaştırdı ve fabrikanın idaresini doğrudan demokrasinin egemen olduğu bir işçi yönetimine terketti. Fabrika ayağa kalktı, işçi yönetiminde başarıyla çalışıyor. Kamunun – Chaves yönetiminin diyelim – bu operasyona maddi katkısı neredeyse hiç iken, başka büyük bir katkısı var o da: tesise, oradaki işçilere, yaptıkları işe karşı beslediği iyi niyet. Moral destek, köstek olmamak.
Peki, Recep Bey, İzmit’te kamulaştırma değil ama, kamuya parasal yükü ve sonucu itibariyle Venezuela’dakine benzer bir uygulama ile, ‘tersinden bir kamulaştırmayla’ SEKA’yı işçilerine teslim etse, bu işletmeye yapacağı iyi niyet katkısının boyutunun ne olacağını öngörürsünüz?
Cevabı düşünürken, Recep Bey’in bu direniş süresince işçilere sunduğu iyi niyet dileklerini içeren demeçlerini aklınıza getirebilirsiniz.
1994’de Çiller zamanında Karabük’ün, çevresindeki yüzde de biri büyüklüğündeki birkaç özel sektör ark ocağına boğdurulması için, bunların lobisiyle, gereken yatırımlarının meclisten nasıl geçirilmediğini düşünebilirsiniz.
Geçende bir yazınızda sizin de bahsettiğiniz gibi, Tekel’in özel sektörle rekabet etmek için aldığı sert paket makinesinin PhilSA ya RJR’a boğdurulması için nasıl sökülüp geriye yurtdışına gönderildiğini düşünebilirsiniz.
Bütün bu numaraların benzerlerinin ve envai çeşidinin, Recep Bey tarafından işçi yönetimindeki SEKA’ya karşı uygulanıp uygulanmayacağı konusunda fikriniz nedir?
Varlık sebebi, yeni dünya düzeninin, yeni-liberal saldırı politikasının ülkemize biçtiği rolü yerine getirmek, ülkenin sanayisini çökertmek, emperyalist saldırganlığın yeni planları karşısında ülkeyi güçsüz bırakmak, kamudan özel sermayeye varlık aktarmak olan bir hükümetin başının böyle bir öneride ne kadar samimi olabileceğini düşünüyorsunuz?
SEKA işçisi bu önerinin samimiyeti konusunda net fikre sahiptir. Kamunun malını yıllardır kıracaksınız dökeceksiniz, ondan sonra bütün arz – talep ve piyasa koşullarını belirlediğiniz bir ortamda “size fabrikayı verelim” “önerisinde” bulunacaksınız. Bunun toplumu aldatmak, işçiye karşı kışkırtmaktan başka ne anlamı vardır?
Güngör Bey,
Çok sıkıcı bir mevzu bu. Bağışlayın; çok mu naifsiniz, yoksa “insan mühendisliği”nin en rafine ismi siz misiniz, buna karar vermek gerçekten güç.
Son olarak dediğiniz, “İşçilere başka işletmeler önerildi, gitmediler” savı da temelsiz. Silifke’yi 5-6 ay sonra özelleştirmeye hazırlanıyorlar. İşçi bunu biliyor. Anlatıyor, hiç mi duymadınız?
Sağlıcakla kalın,
Haluk Ağabeyoğlu
(*) Bianet’te “biz bu insan mühendislerinden korkuyoruz” başlıklı bir yazıyı arşivden bulabilirsiniz.
16 Mart 2005
Güngör Uras’ın Cevabı
Sayin Agabeyoglu
Açiklama mesajiniza tesekkür ederim. Zahmet buyurarak vakit ayirarak yazdiginiz mesaj olayin farkli boyutlarini sergiliyor. Ileride bu olayi degerlendireceklere önemli bir kaynak teskil edecek. Önemli olan varilan nokta. Varilan nokta her halde iyi degil.
Tekrar tesekkürler Saygilar.
G.Uras