Şu sıralar bize ne gösteriliyor dersiniz? Mersin’le başlayıp Trabzon’la devam eden olayların görüngüsü ile gerçeği bir ve aynı şey mi? Görünen ne, milliyetçilik. Bu görüntü karşısında herkes Derviş dedem gibi konuşuyor: Bu kavga, sınıf kavgası değildir evlat; bu kavga, devlet merkezli AB karşıtı despotlarla birey merkezli AB’ci özgürlükçülerin kavgasıdır; bağımsızlık gibi demode kavramları unut, ısrar […]
Şu sıralar bize ne gösteriliyor dersiniz? Mersin’le başlayıp Trabzon’la devam eden olayların görüngüsü ile gerçeği bir ve aynı şey mi? Görünen ne, milliyetçilik. Bu görüntü karşısında herkes Derviş dedem gibi konuşuyor: Bu kavga, sınıf kavgası değildir evlat; bu kavga, devlet merkezli AB karşıtı despotlarla birey merkezli AB’ci özgürlükçülerin kavgasıdır; bağımsızlık gibi demode kavramları unut, ısrar edersen yerin devletçi milliyetçilerin yanıdır; bak, memleket, iki ucu milliyetçi bir tahterevalli üzerinde bir iniyor bir çıkıyor; Kürt milliyetçi hamleyi, İttihatçı kökenine dönerek ivme kazanan Türk milliyetçisi hamle izliyor.
Rehavete kapılma, vargücünle AB’ci safları sıklaştır; unutma, bizde devlet ulusu yarattığı için demokratikleşme hamleleriyle ayrıcalıklarını kaybeden devletin sert çekirdeği, ulusal hassasiyetleri pek yaman maniple edebiliyor. Aman dikkat!
Söylenenler özetle bunlar. Bu egemen anlatıya kanıt teşkil eden karşıt anlatılar da mevcut: Ülkenin bütünlüğünü ve devletin varlığını tehdit eden Sevrci dış güçler Lozan’ı yırtıp atmak istiyor, aman ha dikkat, diyenler de var.
Şimdi hatırlayalım; mikro milliyetçilik diye de anılan yeni dönem akımın ayırt edici özelliği neydi?
Dünya kapitalist sistemine en avantajlı şekilde eklemlenmek. Anti-sistemik bir yanı var mı, hayır. Tam tersine, temel motif “safralardan” (iktisadi ve kültürel bakımdan geri olandan) kurtularak, küresel sisteme kimi avantajlarla dahil olma istemi. Balkanlar’ın yeniden balkanlaşması, bu motifle gerçekleşti. Sovyet Blokunu dağıtan da aynı politik motifti; bu yolda yarım kalan yerlerde, şu sıralar rengarenk devrimler gerçekleşiyor, işlem tamamlanıyor.
Soru şu: Türkiye’de, kendini dışlanmış, horlanmış, safralaştırılarak bir kenara itilmiş hissedenlerin hassasiyetlerini örgütleyen Sırp Milliyetçiliği benzeri bir milliyetçilik mi gelişmektedir?
Dünya algınız, devletle sivil toplum arasındaki sonu gelmez mücadeleden ibaretse, buna kolayca evet demeniz mümkündür. Cumhuriyet’in yaratmak için çırpındığı burjuvaziyi, onun gelişmişlik seviyesini ve dünya kapitalist sistemi ile bütünleşme düzeyini neden görmüyorsunuz? Devlet politikası statüsündeki AB’ye tam üyelik hedefi, Türkiye iktidar blokunun yeni dünya düzenine en avantajlı şekiilde eklemlenme arzusunun bir ifadesi değil mi? Sakın Mersin ve sonrasındaki hassasiyetler, aynı iktidar bloğu içindeki bir fraksiyon kavgası olmasın? AB’ye pirince giderken evdeki bulgurdan olacağız, biz iyisi mi BOP’cu olalım, diyen bir kanat inisiyatif almak istiyor olmasın?
Sosyalistlerin bu taraklarda bezi olabilir mi? “SEKA, TEKEL Vatandır, Satılamaz” diyen emekçilere, bağımsızlıkçı retorikleri bırak, hele bir sivilleşelim, güzelleşelim, ondan sonra ekmek meselene bakarız mı diyeceğiz?
Derviş dedemin yıllar önce bana söylediği şey doğru değildi, ama gördüğü şeyin büyük ölçüde gerçekleşmiş olduğu da bir gerçekti. Umalım ki, şimdiki yanlış tahlillere kaynaklık eden görüntüler de memleketimizin gerçeği olmasın.
18 Nisan 2005 / Birgün Gazetesi