Bu tasarılar, sağlık, emeklilik sistemlerini yeniden düzenlemeyi amaçlıyorlar ve doğrusunu söylemek gerekirse bir takım köklü değişiklikler de öngörüyorlar. Öncelikle tasarı, sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında toplamaktadır ve bu çözüm, eşitlik ilkesinin, adalet ilkesinin bir gereğidir. Çalışanları gruplara ayırarak farklı sosyal güvenlik kuruluşlarının bünyesine almanın, farklı sağlık ve emeklilik sistemleri öngörmenin tutarlı bir açıklaması yoktur. […]
Bu tasarılar, sağlık, emeklilik sistemlerini yeniden düzenlemeyi amaçlıyorlar ve doğrusunu söylemek gerekirse bir takım köklü değişiklikler de öngörüyorlar.
Öncelikle tasarı, sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında toplamaktadır ve bu çözüm, eşitlik ilkesinin, adalet ilkesinin bir gereğidir. Çalışanları gruplara ayırarak farklı sosyal güvenlik kuruluşlarının bünyesine almanın, farklı sağlık ve emeklilik sistemleri öngörmenin tutarlı bir açıklaması yoktur. Bunun gibi, sağlık kuruluşlarının da tek çatı altında toplanmaları doğru bir çözümdür. Bu arada SSK hastanelerinin de Sağlık Bakanlığı’na devri doğru olmuştur. Hatta Kanun kapsamı dışında tutularak üniversitelere, Milli Savunma Bakanlığı’na, yüksek mahkemelere ve mahalli idarelere bağlı olarak çalışmalarını sürdürmekte olan hastanelerin de Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi gerekir. Çalışanların diledikleri sağlık kuruluşundan sağlık hizmeti alabilmeleri esas olmalıdır. Bazı hastanelerden bazı çalışan kesimlerin yararlanmalarının yasaklanması isteniyorsa, bu gerekçeleriyle ve açıkça ifade edilmelidir.
Bu yanlarıyla tasarı teslim etmek gerekir ki köklü bir anlayış değişikliğini yansıtmaktadır. Ne var ki bütün bu değişiklikler bile bu tasarıya bir “reform” niteliği kazandırmıyor.
Öncelikle sosyal güvenlik sistemi tüm çalışanları kapsamalıdır. Özellikle sağlık hizmetlerinden, sigorta kapsamında ödenen prim miktarına, gün sayısına ya da her hangi bir başka koşula bakılmaksızın herkes sınırsız yararlanmalıdır. Sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkını, en temel insan hakkı olan “yaşama hakkı” çevresinde görmek gerekir. Devletin, herkesin her koşulda sağlık sigortası kapsamına tutulabilmesi için gereken koşulları garanti etmesi esas olmalıdır. Sosyal güvenlik serbest piyasa koşullarına terk edilemez. Kuşkusuz bu, sosyal güvenlik alanının özel sektöre yasaklanması biçiminde anlaşılmamalıdır. Özel sektör, özerk kamu kuruluşlarıyla yan yana var olmalıdır. Gerek sağlık alanında ve gerekse emeklilik sigortası alanında özel kuruluşların çalışma standartları, kuralları belirlenmeli, devlet belirleyici ve politika çizici olmalıdır.
Sosyal güvenlik kurumlarının yönetimi mutlaka özerk olmalıdır. Siyasi iktidarlardan kelimenin tam anlamıyla bağımsız bir yönetim yapısının planlanması zorunludur. Sosyal güvenlik kurumlarının -özellikle SSK ve Bağ Kur’un- içinde bulundukları içler acısı durumun başlıca nedenlerinden biri, bu kuruluşların fonlarının siyasi amaçlarla kullanılması olmuştur. Üç sosyal güvenlik kuruluşunun 1999 yılında yaklaşık 3 katrilyon lira olan açıkları 2004 yılı sonu itibariyle 19 katrilyon liraya yükselmiştir. Sosyal güvenlik kurumlarının kaynaklarının, fonlarının bütçe açıklarını kapatmak için kullanılmasını kesinlikle izin vermeyen bir yapı oluşturulmalıdır.
Yapılması gerekenler, sistemimizi öncelikle Avrupa Birliği ülkelerinde uygulanan sistemlere ve standartlara yaklaştırabilecek yöntem ve esasların gerçekleştirilmesi olmalıdır. Bunun için, AB ülkelerinde, gerek AB 15 ve gerekse AB25 ülkelerinde devletin sosyal güvenlik alanında yaptığı katkılar çerçevesinde bir devlet desteğinin sosyal güvenlik sistemine aktarılması, sistemin buna göre planlanması zorunludur.
Bütün bunları hayata geçirebilmek ve sosyal güvenlik alanında gerçek bir reform yapabilmek için prim sistemi tek başına yeterli değildir. Böyle bir reform çok ciddi bir devlet katkısını, yeni yatırımları, devlet harcamalarının önemli bir bölümünün bu alana ayrılmasını ve bu katkının sürekliliğini gerektirmektedir.
Bu harcama nasıl yapılabilecektir? Giderlerimiz, gelirlerimizden daha fazladır ve giderlerimizin bir bölümünü borçlanarak karşılamaktayız. Türkiye borç büyüklüğü açısından 145 Milyar Doları aşan borcuyla Dünya’da ilk 5’e girmektedir. 2004 yılı bütçe gerçekleşmelerine kabaca bakacak olursak giderlerin yaklaşık % 40’ı faiz ödemeleri oluşturmaktadır. Bu arada toplam giderlerimizin % 20’sinden fazlasını borç alarak karşılayabildiğimizi de vurgulamadan geçmeyelim. Geriye ne kaldıysa, devletin sosyal güvenlik harcamaları da dâhil olmak üzere, güvenlik, eğitim, tarımsal desteklemeler gibi çok temel bir dizi temel alanda yapacağı harcamalar için kullanılabilecektir. Ayrıca kabul etmek gerekir ki, daha pek çok harcama ve bu arada bazı devlet işletmelerinin zararları da bu bütçeden karşılanacaktır.
Devlet, kaynaklarının çok büyük bir bölümünü iç ve dış borçlarına, faiz ödemelerine ayırmak zorundadır ve bu durum, asıl desteklemesi gereken alanlarda yapabileceği katkıyı azalmaktadır. Bu noktada, sosyal güvenlik sistemimize AB ülkelerindeki standartlara yakın bir devlet desteği beklemek ham hayaldir. Bu katkı kısa dönemde asla yapılmayacaktır. Yapılamaz da.
Bugün için sosyal güvenlik alanında bir reform gerçekleştirerek, sistemin çağdaş standartlara kavuşturulabilmesi değildir aslında söz konusu olan. Bunun için daha uzunca bir süreye ihtiyaç vardır ve Türkiye, bu alanda daha çok mesafe almak zorundadır. Öyle görünüyor ki, bu reform yoluyla olmayacaktır. Çağdaş bir sosyal güvenlik sistemine, küçük adımlarla ulaşılacaktır.
* Kristal-İş Sendikası Toplu Sözleşme Müdürü
[email protected]