Bu platformun hedeflerinden biri de, tarihsel 1 Mayıs alanımız olan Taksim Alanı’nı kazanma mücadelesiydi. 1 Mayıs’ın “Birleşik, Kitlesel ve Devrimci” olmasından ve Taksim mücadelesinden ne anlamak gerektiğine geçmeden önce, Emek Platformu dayatmacılığının 1 Mayıs’ı Kadıköy’de kutlama açıklamasına değinmeliyiz. Reformizm Taksim mücadelesinden kaçıyor; dayatmacılığı sürdürüyor! İstanbul polisi, devlet sendikacılığı ve reformizm, bu mücadelenin önünü kesmek, Taksim […]
Bu platformun hedeflerinden biri de, tarihsel 1 Mayıs alanımız olan Taksim Alanı’nı kazanma mücadelesiydi.
1 Mayıs’ın “Birleşik, Kitlesel ve Devrimci” olmasından ve Taksim mücadelesinden ne anlamak gerektiğine geçmeden önce, Emek Platformu dayatmacılığının 1 Mayıs’ı Kadıköy’de kutlama açıklamasına değinmeliyiz.
Reformizm Taksim mücadelesinden kaçıyor; dayatmacılığı sürdürüyor!
İstanbul polisi, devlet sendikacılığı ve reformizm, bu mücadelenin önünü kesmek, Taksim talebinin güçlenmesini engellemek için bu kez “çabuk” davranıp, Kadıköy Alanı’nda anlaştılar.
DİSK, KESK, Türk-İş, Hak-İş Temsilcileri, 6 Nisan’da bir basın toplantısı yaparak “konfederasyonlar olarak 1 Mayıs’ı Kadıköy’de kutlayacaklarını ve miting başvurusunu bugün yapacaklarını” açıkladı.
Oysa aynı günlerde, Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun başta DİSK ve KESK olmak üzere bu kesimlerle 1 Mayıs’ın nerede, nasıl kutlanabileceğine ilişkin görüşmeleri vardı. Fakat onların da acelesi vardı; ortada bir “TAKSİM” sözü dolaşıyordu ve onlar Taksim mücadelesinden kaçmak için acele etmeliydiler.
O kadar aceleciydiler ki, DİSK’in 1 Mayıs için oluşturduğu komitenin üyelerinin bile Kadıköy kararından haberi olmadı. Henüz başvuru bile yapılmamış, 1 Mayıs alanlarını dolduracak güçlerle konuşulmamış, anlaşılmamış, ama 1 Mayıs’tan üç hafta önce açıklama yapma gibi bir adetleri olmadığı halde, çıkıp açıklama yapıyorlar. Bu acele niye? Kimden, neyi kaçırıyorsunuz? Veya neden kaçıyorsunuz?
6 Nisan’da yapılan açıklamada, DİSK Temsilcisi, “2004 yılında yaşanan tarzda bir ayrışmaya da meydan vermemek için Kadıköy İskele Meydanı’nda anlaştıklarını” söyledi. Oysa geçen yıl Saraçhane’de öyle konuşulmuyordu.
“Ayrışmaya meydan vermemek için” anlaştıkları TÜRK-İŞ’ten başkası değildi. Peki devrimci güçlerle yaşanabilecek bir ayrışma, DİSK’in, KESK’in hiç umurlarında değil miydi acaba? Geçen yıl DİSK ve KESK ne diyorlardı hatırlatalım: “Türk-İş yönetimi, hakkını savunmak, özgürlüğüne sahip çıkmak yerine, kimi kamu görevlilerinin yönlendirmesine uymayı tercih etmiştir.” Ve yine aynı açıklamada “iktidara karşı mücadelede emekçilerin saflarında bir farklılaşma olduğu herkesin farkında olduğu bir gerçekliktir” diyen de KESK ve DİSK’ti.
Ne oldu? Türk-İş, “kamu görevlilerinin yönlendirmesine” uymaktan vaz mı geçti, yoksa siz mi Türk-İş’e tabi oldunuz? Ne oldu? Mücadele konusunda Türk-İş ve Hak-İş’le “farklılaşmanız” bitti mi? Fark kalmadıysa, kim kime uydu?
Bütün bunlara verebilecekleri tutarlı cevapları olmadığını, olmayacağını biliyoruz. Ama açık ki, devrimciler dışlanıp, Türk-İş’li, Hak-İş’li bir ittifak tercih edilmiştir.
Bu her şeyden önce, geçen yılki 1 Mayıs’tan itibaren yaptıkları tüm açıklamalara göre tutarsızlıktır. Ve böyle bir tutarsızlıkla, KESK’in, DİSK’in halk güçlerine güven vermesi artık iyice zordur.
Haftalardır bu sütunlarda dikkat çektiğimiz “Emek Platformu dayatması” bu 1 Mayıs’ta da sergilenmiştir.
Lafa gelince “bizim de gönlümüz Taksim’den yana..”, hatta daha ileri gidip “biz hazırız” diyenler, Taksim mücadelesinden KAÇMIŞTIR.
Taksim’de 12 Eylül yasağının sürdürülmesinden, artık bu sendikalar da sorumludur.
Emek Platformu’na tabi olmak, birleşik, devrimci 1 Mayıs’ın yolu değildir
Evet, “birleşik, kitlesel, devrimci 1 Mayıs”ı hedefliyoruz.
Devrimci 1 Mayıs, işçi sınıfının güncel talepleriyle birlikte siyasal taleplerini, gelecek hedeflerini, toplum idealini ortaya koyan 1 Mayıs’tır.
Devrimci 1 Mayıs, faşizmin yasaklarını, statükolarını bozma, iktidara karşı yeni mevziler elde etme, halk kitlelerini örgütleme ve devrim ve sosyalizme çağırma mücadelesidir.
Devrimci 1 Mayıs, 1 Mayıs 1977 katliamı nezdinde, oligarşinin bugün de sürdürdüğü provokasyon ve katliamlara karşı mücadele için birleşmektir.
1 Mayıs’ın birleşik ve kitlesel olması, devrimci muhtevasıyla birlikte anlam kazanır. Devrimci 1 Mayıs, Türk-iş’le, Hak-iş’le, reformizmin yönetimindeki Emek Platformu dayatıcılığıyla değil, devrimci talep ve politikalarla yaratılır. Şu tüm açıklığıyla görülmelidir: 1 Mayıslar’ı 1 Mayıs yapan devrimci hareketlerdir. Bu anlamda, devrimciler, doğrudan veya dolaylı olarak oligarşiden güç alıp, düzeniçiliğe, yasallığa sığınarak geliştirilen bir dayatmacılığa boyun eğemez.
“Birleşik 1 Mayıs” kendi başına bir şey ifade etmiyor. “Birleşik ve devrimci” olmalı. Herkes Türk-İş dayatmalarını kabul ettiğinde de o 1 Mayıs “birleşik” olur. Ama öyle bir 1 Mayıs, sınıf mücadelesini geliştirici olur mu? Sorun buradadır. 1 Mayıslar’ın tarihini inceleyen herkes görür ki, alan, biçim ne olursa olsun, 1 Mayıslar’da her halükarda devletle ve devletle açık-zımni işbirliği içindeki sendikacılıkla devrimciler arasında bir irade savaşı olmuştur. Bugün de bu irade savaşı sürüyor. Reformizm, Emek Platformu’nu kullanıp, Türk-İş’i, Hak-İş’i yanına alıp, devrimcileri etkisizleştirmeye çalışıyor.
Bu dayatmaya karşı çıkmanın yolu, kendi gündemimizi ve irademizi ortaya koymaktır. Bugün bu irade savaşı, Taksim alanının kazanılması noktasında yoğunlaştırılmalıdır.
Statükoculuk, kendini nasıl gizliyor?
Haklar ve Özgürlükler Cephesi, haftalar öncesinden 2005 1 Mayıs’ını bu hedefle ele almayı gündeme getirdi. Çeşitli siyasetler, çeşitli gerekçelerle Devrimci 1 Mayıs Platformu içinde yeralmadılar.
İtiraz gerekçelerinden biri “baştan Taksim demek daraltır, ayrıştırır” şeklindeydi.
Birincisi; her ayrışma yanlış, kötü, zararlı değildir. Bazı ayrılıklar iyidir ve hayırlıdır. Geçen yılki, Abide-i Hürriyet-Saraçhane ayrılığı böyle bir ayrılık olmuştur. İkincisi, Taksim’de birleştirmeyi hedeflemeliyiz. Reformist sendikacıları, Taksim’e getirecek olan, bu konuda yürüteceğimiz mücadeledir. Bu mücadeleden kaçmanın gerekçesi, “darlaştırmak” olamaz.
İkincisi; “Sınıfla birlikte olmalıyız” sözü adeta bir nakarat olarak tekrarlanıyor. “Sınıfla birlikte olmayalım” diyen mi var? Fakat sorun şu: Sınıfla birlikte olmak, mutlaka ve her koşulda Türk-iş’le veya KESK’le, DİSK’le birlikte olmak mıdır? Sınıfın tek ve yetkili temsilcisi onlar mıdır? Eğer öyleyse, devrimci siyasi örgütlerin varlığı, iddiası nerede kalır? Üç beş sendikacı adeta tanrı mertebesine yükseltilip, sınıfla özdeşleştiriliyor.
Hayır, bu işçi sınıfı savunuculuğu, işçi sınıfıyla birlikte olmayı istemek değil, düpedüz, işçi sınıfı ideolojisinden bir sapma olan uvriyerizmdir. Bu anlayış, Türk-İş’in kuyruğundan kurtulamaz.
“Sınıfla birlikte olmalıyız” gibi ifadeler anlamsızdır, sınıfla olmak adına birkaç sendikacının bizi yönetmesine izin veremeyiz, sınıf onlar değildir. Sınıfın gerçeklerden haberi yok. Ve biz bu gerçeği sınıfa götürmek istiyoruz.
Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun oluşturulması toplantılarında “şunu da çağıralım, bunu da çağıralım” diyerek şekilsizliği savunanlara, “ÖDP’nin, KESK’in, DİSK’in, DEHAP’ın ne diyeceği belli, Kadıköy diyecekler, EMEP, Türk-İş neredeyse orada olacak…” demiştik. Nitekim böyle de oldu. Onların ne yapacağı, ne diyeceği belliydi, bizim tartıştığımız ise, onların bu dayatmalarına karşı, devrimci, bi
rleşik, kitlesel 1 Mayıs için bizim, yani devrimcilerin ne yapabileceği idi. Sorun bugün de hala budur.
Hala gündemde olan ve olması gereken Taksim mücadelesi, işte bu noktada aynı zamanda devrimcilerin reformist dayatmayı kırma mücadelesinin bir parçasıdır.
Genişlemeliyiz, şundan, bundan kopmamalıyız denilirken, gerçekçi olunmalıdır. Biz devrimciler olarak biraraya gelip dayatmacı güçlere karşı baskı unsuru olalım diyoruz. Sanki böyle bir sorun yokmuş gibi, dayatmayı yapanların çağrılıp çağrılmaması tartışılıyor.
Mevcut koşullarda onların Taksim hedefli bir mücadele vermeyecekleri, tam tersine bize de şu veya bu biçimde 1 Mayıslar’ın içinin boşaltılmasını, bizim tasfiyemizi dayatacakları ortadadır. Bu mücadeleyi başka herhangi bir güç değil, biz devrimciler vereceğiz.
Hal böyleyken, sendikaların devrimcileri yok saymasına, 1 Mayıs mücadelesini geri çekmesine “birlik” adına tavırsız kalınamaz. Eğer bir tavırsızlık varsa, eğer Taksim mücadelesinden şu veya bu gerekçeyle uzak duruluyorsa, orada birlik savunucuğu değil, statükocululara yedeklenme vardır.
Statükoculuğun değişmez ortaklarından Evrensel de, 1 Mayıs konusunda, dayatmacılığa değil, devrimcilere yöneltiyor “eleştirisi”ni.
“Ama bu tartışmaların öne çıkan boyutu, 1 Mayıs’ın nerede, hangi alanda kutlanacağıdır. Emniyet ve öteki yetkililer de, ‘solculuk’la malul çevrelerin bu zaafını bildiğinden, ‘nerede kutlanacak’ sorusunu, son ana kadar askıda bırakmayı adeta gelenek edindiler.
Ancak… 1 Mayıs’ın nerede kutlanacağı değil nasıl ve hangi taleplerin öne çıkarılarak kutlanacağı önemlidir. 1 Mayıs’ın tarihi boyunca da işçiler, sendikalar ve gerçek sınıf partileri için bu hep önemli olmuştur.” (6 Nisan Evrensel)
Güçlü, devrimci bir 1 Mayıs örgütleme kaygısı duyacağına, “Türk-İş neredeyse oradayım” rahatlığında(!) devrimcilere laf atıyor, aklı sıra aşağılıyor. Gerçeklerden uzak. Oligarşinin politikalarını kavramıyor. Demek bütün mesele, “taleplerin formülasyonu”nda. Polisin icazetinde, Türk-İş’in yanıbaşında olduktan sonra, en keskin, en kapsamlı talepleri formüle etsen ne olur?
Evrensel yazarı bir noktada daha yanılıyor; polis bugüne kadar 1 Mayıs konusunda yaptığı manevraları, devrimcilere değil, sizin kuyruğundan ayrılmadığınız sendikacılar üzerinden yapmıştır. Onların kararsızlıklarını, icazetçiliklerini bildiği için, tüm manevralar onların üzerinden şekillendirilmiştir. Bugün de öyle oldu. Hem de Evrensel yazarını yalancı çıkararak, son ana bırakmayıp erkenden açıklayıverdiler alanı. Şimdi ne açıklama getirecek Evrensel yazarı?
Taksim’de 12 Eylül yasağını kırmalıyız!
Katliamlarla, provokasyonlarla yöneten oligarşiye karşı 1 Mayıs’ta birleşmeliyiz.
TAKSİM 1 MAYIS alanıdır; katliamla, provokasyonla, cuntayla elimizden alındı bu alan. Ve yine katliamlarla, provokasyonlarla, halkın mücadelesini bastırmaya devam ediyorlar. 1 Mayıs 77 katliamının hesabını sormak, Taksim’i kazanmak, işte bunun için de güncel ve önemlidir. 2005 1 Mayıs’ında bunun mücadelesini öne çıkarmalıyız. Bu mücadeleyi vermediğimizde, bunu gündeme getirmediğimizde, Emek Platformu çatısı altındaki reformizmin inisiyatifi kırılamaz.
Geçen sene de “nereden çıktı bu Taksim?” sorusu sorulmuştu. Ama o gelişmeler, Abide-i Hürriyet statükosunun kırılmasını sağladı. Bugün kimse Abide-i Hürriyet’i ağzına almıyor. Taksim’in önünü kesmek için bu kez Abide-i Hürriyet’e göre “daha kabul edilebilir” bir alternatif öne sürülüyor.
Taksim’i er geç kazanacağız. Bu geçen yıl da olabilirdi, bu yıl da olabilir veya sonraki yıla sarkabilir; esas olan, bunun mücadelesini ciddi bir çalışma olarak sürdürmektir.
“TAKSİM 1 MAYIS alanıdır” mücadelesi, üç beş sendikacıyı “Taksim’e ikna etmek” meselesi değildir. Bu mücadele, Taksim’i kazanma, 1 Mayıs’ı devrimcileştirme hedefini başta işçiler olmak üzere halka maletme mücadelesidir. Bu mücadele, sadece sendikacılara giderek değil, bütün emekçi sınıf ve tabakalara giderek sürdürülür.
Bunun pratiği, sendikalarda, odalarda, mahallelerde, örgütlü, sistemli bir biçimde bu çalışmayı sürdürmektir. Örneğin Devrimci 1 Mayıs Platformu’nu oluşturan devrimci grupların her alandaki insanları; seminerler, bildiriler, tartışmalar örgütleyerek, 1 Mayıs’ı sıradanlaşmaktan çıkarır. Sendikalarda, DKÖ’lerde, fabrikalarda ve tüm alanlarda Taksim çalışması yapar, ciddi bir kampanya sürdürürler. Neden Taksim, sarı sendikacılar, reformistler 1 Mayıs’tan ne anlıyor, işçi sınıfı mücadelesinden ne anlıyor, biz ne anlıyoruz? Onlar ne yapmak istiyor, biz ne yapmak istiyoruz? Bunlar genişçe tartışılır. Sözkonusu çalışma; KESK’e, DİSK’e, Türk-İş’e bağlı tüm sendikalarda, 1 Mayıs’a kadar gündemde tutulur. Ve işçiler, kendi yönetimlerine sorarlar sonuçta: “Niye Taksim değil?”
“Baskı unsuru” böyle olunur. “Tabandan zorlayıcılık” böyle olur. Ötesi, yasak savmaktır. “Biz Taksim dedik ama kabul etmediler” gerekçesi, her yıl tekrarlanıp durur.
Sorun, biçimsel anlamda bir “alan meselesi” değildir; Taksim meselesi, 1 Mayıs’ın muhtevasına, sınıflar mücadelesinde üstleneceği role ilişkin bir meseledir. Gün gelir, bir sloganı haykırabilmek, bir resmi, simgeyi taşımak, o mücadelenin o kesitteki özü anlamını kazanır. Mücadele tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.
TAKSİM yasağı 12 Eylül yasağıdır. TAKSİM alanı bir MAYIS alanıdır. Bu noktada gerek oligarşiyi gerekse sendikacıları zorlamalıyız.
Taksim mücadelesi, yasaklara karşı, katliamcılara karşı demokratik bir mücadeledir. Taksim mücadelesi, işçi sınıfının tarihiyle bağını kuran, geleceğine hedef gösteren siyasal bir mücadeledir. Meseleyi “alan meselesi”ne indirgeyen, biz değiliz, “Taksim” der demez soruna “çıkacak mısınız? Çıkmayacak mısınız?” diye bakanlardır. Taksim mücadelesinin muhtevasını anlamamakta veya anlamak istememektedirler.
Taksim’e çıkılır veya çıkılamaz, fakat yapılan hiçbir çalışma boşa gitmiş olmaz: Dağıttığımız her bildiri, yaptığımız her toplantı, gösteri, er geç Taksim’i kazanmamızı sağlayacaktır. Taksim yasağını kimlerin koyduğunu ve kimlerin sürdürdüğünü, kimlerin politikalarıyla, dayatmalarıyla bu yasağa ortak olduğunu teşhir edeceğiz.
İşçi sınıfının talepleri, ücret, maaş talepleriyle sınırlanamaz. Bu ekonomist sendikacıların anlayışıdır. 1 MAYIS işçi sınıfının birlik ve dayanışma günüdür ama bu reformistlerin yaptığı gibi sadece işçi sınıfının ekonomik taleplerini dile getirmek demek değildir. Sendikacılık demek değildir. İşçi sınıfından sözediyorsak işçi sınıfı esas olarak kendi iktidarı için savaşır. Bu kendi siyasi taleplerini dile getirmesi demektir. 1 Mayıs 77 katliamının hesabının sorulması, katliamlara, provokasyonlara tavır, Taksim Alanı talebi, öteki taleplerin “tali” plana atılması değildir; demokratik ve siyasi bir talep olarak işçi sınıfı mücadelesini geliştirecek, işçi sınıfını politikleştirecek bir taleptir. Demokrat, ilerici, devrimci hiç kimsenin bu mücadeleden kaçışı yoktur. ”
Ekmek ve Adalet Dergisi / 10 Nisan 2005 / Sayı: 153