Birinci paylaşım savaşının yaşandığı günlerde kutlanamayan 1 Mayıs’lar, Kurtuluş savaşı sıralarında anti-emperyalist bir içerik kazandı. 1920 yılında işgalcilerin ve işbirlikçi hükümetin baskılarına rağmen işçiler, “bağımsızlık” isteyen pankartlarla yürüdüler. 1921 1 Mayıs’ı ise o güne kadar yapılan en görkemli kutlamaydı. İstanbul, Ankara, İzmit ve Adapazarı’ndan anti-emperyalist sloganlar yükselirken, Mersin’de işçiler tüm halkı Fransız işgaline karşı direnişe […]
Birinci paylaşım savaşının yaşandığı günlerde kutlanamayan 1 Mayıs’lar, Kurtuluş savaşı sıralarında anti-emperyalist bir içerik kazandı. 1920 yılında işgalcilerin ve işbirlikçi hükümetin baskılarına rağmen işçiler, “bağımsızlık” isteyen pankartlarla yürüdüler. 1921 1 Mayıs’ı ise o güne kadar yapılan en görkemli kutlamaydı. İstanbul, Ankara, İzmit ve Adapazarı’ndan anti-emperyalist sloganlar yükselirken, Mersin’de işçiler tüm halkı Fransız işgaline karşı direnişe çağırdılar.
Cumhuriyet hükümetlerinin emperyalizme karşı savaşa aktif biçimde katılan işçilere armağanı tüm grev ve direnişleri yasaklayan Tatil-i Eşgal Yasası’nın çıkartılmasıyla, işçilerin bir sınıf olarak varlığını ifade eden her türlü girişimin yasaklanması oldu. 30’ların “devletçilik” ideolojisi “kaynaşmış ve imtiyazsız bir kitleyiz” sloganını egemen kılarken, 1920’lerin “Amele Bayramı” 30’ların “Bahar ve Çicek Bayramı”na dönüştürüldü. 1952’de, 1940’larda gelişen bağımsız sendikalaşma akımını bastırmak amacıyla kurulan Türk-İş de uzun yıllar bu siyasete teslimiyeti sürdürdü.
1950-60’ların emperyalizme bağımlı çarpık kapitalistleşme modeli, ilk yoğun proleterleşme dalgasına yolaçarken işçi direnişlerinin yaygınlaştığı bir ortamda 1 Mayıs sınıf mücadelesinin gündeminde ilginç bir biçimde geri planda kalırken, 70’li yılların ilk yarısında sadece 1972’de 2 bin işçi 1 Mayıs’ı iş bırakarak kutladı. 1967’de kurulan DİSK ise 1 Mayıs’ı 1976’ya kadar bildiri ve toplantılarla kutladı. Aynı yıllarda Türk-İş de, 1960’ların başında yine sınıfın bağımsız gelişimini engellemek amacıyla çıkartılmış olan toplu iş sözleşmesi, grev-lokavt ve sendikalar yasasının yürürlüğe giriş günü olan 24 Temmuz’u sermayeyle uzlaşmayı savunan bir işçi bayramı olarak benimsedi.
Ancak sınıf mücadelesinin 70’lı yıllardaki gelişimi, proletaryanın giderek daha fazla siyasallaşmasına neden olurken, 1 Mayıs’lar bu bağımsızlaşmanın en önemli simgeleri haline dönüştüler. İşçi sınıfının, egemenler tarafından derinleştirilmekte olan iç savaş siyasetine karşı toplumsal devrim sloganlarıyla tüm halkı direnişe çağırdığı 1 Mayıs 1976’de Taksim Meydanı, Türkiye topraklarının gördüğü en kitlesel kutlamaya sahne oldu. Onbinlerce işçi ve emekçinin 1 Mayıs yasağını kitlesel gücüyle bozduğu 76 sonrasında, Taksim Meydanı, 1 Mayıs meydanı olarak anılmaya başlandı. Başta işçi sınıfı olmak üzere tüm halkın faşist saldırılara karşı kararlılığını haykırdığı 1977’ye gelindiğinde ise tıpkı 4 Mayıs 1886’da Amerika’da yaşandığı gibi, Taksim Meydanı’nın dört bir yanından işçilerin üzerine kurşun yağmaya başladı. CIA ve kontrgerilla işbirliği içinde düzenlenen bu saldırıda 36 kişi öldü.
1978-79 1 Mayısları, yüzbinlerin faşist saldırılara ve sıkıyönetime karşı devrime sahip çıktıkları bir içerikle kutlanırken, sokağa çıkma yasağı ilan edilen İstanbul’a karşı tüm ülke 1 Mayıs alanı oldu.
Emeğe ve tüm devrimci güçlere karşı savaş ilan eden 12 Eylül, 1 Mayıs’ı takvimlerden silmeye çalıştı ama Türkiye emekçi halklarının bilincinden silmeyi başaramadı. 87’de salonlarda kutlanan 1 Mayıs 1988 sonrasında yeniden sokaklara taşınırken öldürülen M. Akif Dalcı 89’da Taksim’i zorlayan emekçilerin 1 Mayıs için ödedikleri yeni bir bedel oldu. İşçi sınıfının en militan unsurlarının fiili eylemleriyle 1992 sonrasında “yasallaşan” 1 Mayıs, 1990’larda son dönemin en kitlesel kutlamalarına sahne oldu. 90’ların 1 Mayıs kutlamaları, kirli savaşa, özelleştirmelere ve faşizme karşı sloganlarıyla 90’lı yılların muhalefet tarzının tüm eğilimlerinin ve yoksul mahallerde yaşanan dönüşümün ilk belirtilerinin sergilendiği eylem günlerine dönüştüler. 1996 yılında Kadıköy’de yapılan 1 Mayıs kutlamalarında 3 işçi katledilirken, 90’lı yılların muhalefet tarzının çözülüşü de kendisini en çok 90’lı yılların sonlarındaki 1 Mayıs kutlamalarında hissettirdi.
Türkiye, yeni yüzyılın ilk 1 Mayıs’ını örgütlü işçi hareketinin çözülüşünün, krizin, esnaf eylemleri olarak anılan örgütsüz yığın eylemlerinin yarattığı bir atmosferde ve 1 Mayıs alanlarına bir eriyik gibi sızan yeni bir gücün ilk ayak sesleriyle yaşadı. 1 Mayıs alanlarına sızan bu yeni “şefsiz orkestra”, yıkımın, krizin, işsizliğin, esnek çalışmanın yarattığı yeni işçi kitlelerinden başkası değil. Artık ona, yeni işçi sınıfı değil, Türkiye işçi sınıfının yeni hali deniyor. 1 Mayıs, Türkiye işçi sınıfına merhaba diyor! Merhaba Türkiye işçi sınıfı, merhaba proletaryanın yeni türküsü…