Yaşanan dönüşümün genel karakteri konusunda sorun yok. Malum, küresel rekabetçi piyasaya entegre olan bütün ülkelerde olduğu gibi, bizde de ulus-devlet sosyal giysilerinden arınıyor, sermayenin kolaylaştırıcısı rolünü üstleniyor ve firma mantığına göre yeniden yapılanıyor. Yani? Yani, ulusla devlet aygıtı arasındaki bağ kopuyor, devlet kuramcısı Jessop’un terimi ile bizim devlet de, ulussuzlaşıyor. Yani? Yani, Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki […]
Yaşanan dönüşümün genel karakteri konusunda sorun yok. Malum, küresel rekabetçi piyasaya entegre olan bütün ülkelerde olduğu gibi, bizde de ulus-devlet sosyal giysilerinden arınıyor, sermayenin kolaylaştırıcısı rolünü üstleniyor ve firma mantığına göre yeniden yapılanıyor. Yani? Yani, ulusla devlet aygıtı arasındaki bağ kopuyor, devlet kuramcısı Jessop’un terimi ile bizim devlet de, ulussuzlaşıyor. Yani? Yani, Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki insanların elinden vatandaşlık statüleri çalınırken, onlara müşteri ya da düşkünlük rolü biçiliyor. Gidişat bu yönde. Buraya kadar tamam, tamam da şu müşterileşme ve düşkünleşme süreci, soyutlama düzeyi yüksek tek bir kavramla ifade edilemez mi? İşte, yanıtını aradığım soru buydu.
Artık aramıyorum; çünkü, buldum. Bu yazının başlığında geçen “sözde vatandaş” teriminden söz ediyorum, Frenkçe’si de fena durmuyor; ”from social to pseudo citizenship”… Peh peh. Meslekte kalmak ve ilerlemek için bizden istenen İngilizce yayın şartını da böylece karşılamış olurum. Keyif keka, lakin ufak bir sorun var. Kavram bana ait değil, referans vermem gerekiyor. Gerçi referanssız kullananlar da oluyor. Bir üniversite senatosunun bildirisinde rastladım, ama onlar senato, ben atıfsız kullanamam. O halde, kavram için bir not düşüp “orijinali için bkz.22 Mart 2005 Tarihli Genel Kurmay Bildirisi” mi demeliyim? Bu durumda askerler hakkında yanlış bir izlenimin doğmasına sebep olmaz mıyım? Frenk okur kavramın hangi bağlamda kullanıldığını nereden bilsin? Türkiye’de askerler iç ve dış güvenlikle birlikte sosyal güvenlikle de ilgileniyorlar, demezler mi derler.
Karşılaştığım zorluğun kaynağı belli: Sosyal hakların tasfiyesi ile ortaya çıkan durumu en berrak ve doğru biçimde niteleyen kavram, ancak bu kadar yanlış bir bağlamda kullanılabilirdi. Bu Cumhuriyet’i kuranların öncelikli amacını anımsayalım: Onlar, tebaayı vatandaşa dönüştürmek suretiyle modern bir ulus-devlet yaratmak istediler. Bu amaçla önceliği de medeni haklara verdiler. Çünkü vatandaşlık, bir ülkenin uyruğuna tabi olmaktan fazla bir şeydir. Medeni, siyasi ve sosyal hakların gerilimli sentezi ile 20. yüzyılda en modern veçhesine kavuşan bu kurumun adı da konmuştur: Sosyal Vatandaşlık.
Bu kurum, küresel kapitalizmin sınır-ötesi sömürü ve talan arayışı ile hallaç pamuğu gibi atılan kurumların başında gelmektedir. Şurası açık ki, dünyamız sosyal vatandaşlıktan sözde vatandaşlığa geçişin sancılarını yaşamaktadır.
Eğer “sözde vatandaşlıktan” rahatsızsanız yapılacak şey ortada: Özelleştirmelere ve kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine karşı çıkacaksınız. Bu ülkenin insanlarını müşterileştiren ve düşkünleştiren eğilimlerin karşısına dikileceksiniz. Böyle bir derdiniz yoksa, bu kavramı asla ama asla kullanmayacaksınız. Hele de, orijinal bağlamında olduğu gibi, çözülmekte olan vatandaşlık kurumunu etnik referansla yeniden inşa etmeyi ima eder tarzda, asla kullanmayacaksınız. Unutmayınız; kavramlar da masum değildir!
Birgün Gazetesi – 28 Mart 2005