Ancak sendikalarımız seçim sürecine girerken, bir çok iç ve dış sorunlarla beraber bir çok olumsuzluklarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Bu sorunlar ve olumsuzluklar da hafife alınmayacak yada üzerinde durulamayacak kadar sıradan ve önemsiz değillerdir. Çünkü bunların, ortaya çıkardığı sonuçlar, sendikalarımızın ve sendikal hareketin geleceğini olumlu yada olumsuz olarak etkilemektedir. Aynı zamanda da bu olumsuzlukların bazıları, sendikalarımızın […]
Ancak sendikalarımız seçim sürecine girerken, bir çok iç ve dış sorunlarla beraber bir çok olumsuzluklarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Bu sorunlar ve olumsuzluklar da hafife alınmayacak yada üzerinde durulamayacak kadar sıradan ve önemsiz değillerdir. Çünkü bunların, ortaya çıkardığı sonuçlar, sendikalarımızın ve sendikal hareketin geleceğini olumlu yada olumsuz olarak etkilemektedir.
Aynı zamanda da bu olumsuzlukların bazıları, sendikalarımızın tabanı ve temsil ettikleri kitleler tarafından hem tartışılmakta hem de sorgulanmaktadır.
Bu tartışma ve sorgulamalar üç ana konu üzerinden yoğunlaşmıştır.
Bunlar:
a) Birincisi, sendikalarımızın özelde üyelerinin, genelde ise temsil ettiği kitlelerin; yani kamu emekçilerinin sorunlarına ne kadar duyarlı olduğu ve bu konuda başarılı olup olmadığıdır. Genellikle sendikalarımızın bu konuda yeteri kadar duyarlı olmadığı ve çoğunluklada başarısız olduğu ileri sürülmektedir.
b) İkincisi, sendikalarımızın üye sayılarının, kamu emekçileri sayısı toplamına göre yetersiz olması; hatta zaman zaman üye istifalarının görülmesinin en önemli nedeninin, bu olumsuzlukların ve başarısızlıkların olup olmadığıdır.
c) Üçüncüsü ise, bu iki duruma neden olanın, yani kötünün ne olduğudur. Yani kötü olan sendikalarımızın kendisi midir? Yoksa yönetim inisiyatifini elinde bulunduran grupların yönetim anlayışları mıdır?
d) Bu tartışılan konulara bir tanede biz ekleyelim. Önümüzdeki süreçte ne yapılmalıdır?
Bunları bazı örnek ve uygulamalarla irdeleyelim.
a) Çoğu sendikalarımızda yönetim inisiyatifini elinde bulunduran grupların, zaman zaman (belki de çoğu zaman) kamu emekçilerinin sorunlarına uzak kaldığı; sendikalarımızın önünde kendi asıl amaçları olan, kamu emekçilerinin istek ve beklentilerini değil; gruplarının siyasi gündem ve beklentilerini koymuşlardır.
Bu söylenenler temelsiz ve karalamaya yönelik bir iddia değildir. Aksine bazı uygulamalara, eylemlere ve sonuçlara bakarak ne kadar doğru bir tespitler olduğu da görülür.
Birkaç örnek verelim;
KESK eski Genel başkanı Sayın Siyami Erdem’in, ÖDP Genel Merkez Yürütme Kuruluna 16.02.2001 tarihli mektubu, KESK ve KESK’e bağlı sendikaların yöneticilerinin nasıl seçildiklerini ve seçilemedikleri zaman nerelere şikayet ettiklerini göstermektedir. Şimdi şu sorulabilir. Bunun ne zararı var, yada 3-4 yıl önce olmuş bir olayı tekrar gündeme taşımak doğru mudur? Bu soruyu soranlara yada sorabileceklere yanıtımız net ve kısadır. Genel Başkanı böyle bir yolla seçilmiş kurumun örgütsel bağımsızlığı nerde kalır? Seçtirenler bu sendikanın iç işlerine karışmazlar mı? Yada seçilen zaman zaman örgütünü ve bulunduğu yeri siyasi aidiyeti için kullanmaz mı? Ve kullanmıştır. Örnekleri de çoktur.
Eğitim Sen’in kapatılması davasının görüldüğü gün, ortada fol yok yumurta yokken; KESK Genel Başkanı Sami Evren’in evlere şenlik konuşması bu örneklerden bir tanesidir.
Temel endişesi sendikacılık olmayan yöneticilerimizin ve bazı grupların, ülkenin hemen her sorununu, KESK ve bağlı sendikalar üzerinden çözmeye çalışması; yada çözüm için ileri sürdükleri politik argümanları KESK kanalıyla dile getirmeleri de bambaşka ve içinden çıkılması zor bir soruna dönüşmesi de başka bir örnektir.
Eğitim Sen ve KESK’e bağlı diğer sendikaların bazı şube yöneticileri, kendi politik arzularını, gündemlerini ve bunları dayandırdıkları söylemleri, gazete ilanlarıyla, KESK ve bağlı sendikaların adını ve kurumsal kimliğini kullanarak kamuoyuna duyurma yoluna gitmişlerdir. Yani “Kürt sorunu”nun çözümü için, kendi politik anlayışlarını ve istediklerini KESK üzerinden sürdürmeye çalışmışlardır.
Anadil konusu, Eğitim Sen’in kapatılmasına yönelik bir davanın nedeni olmuştur ve olmayada devam etmektedir. Bütün Eğitim Sen üyeleri de Eğitim Sen’e bu mahkeme süresince tereddüt etmeden sahip çıkmıştır. Ancak bu amaçla yapılan Ankara eylemleri ve mitingi tüm bu iyi niyete rağmen istismar edilmiştir.
Son dönemlerde, KESK ve KESK’e bağlı sendikaların hemen her toplantısında; yayınladıkları her yazı, bülten ve açıklamalarda; konuyla ilgisi olsun yada olmasın; Kürt sorununun demokratik çözümünün gerekliliği daha sıkça dile getirilmeye başlandı.
Ülkemizde aklı başında herkesin Kürt sorunun çözümünün mutlaka sağlanmasını istediği bilinen bir gerçektir. Ancak şimdiye kadar ne olduğu açıklanmayan ve muallak olan şu sorunun yanıtının artık verilmesi gerektiğine inanıyoruz; demokratik çözümden kast edilen nedir?
• Yerel yönetimlerin desantirilize olması mıdır?
• Evrensel anlamda kabul görmüş insan haklarının eksiksiz uygulanması mıdır?
• Örgütlenme ve kültürel kimliklerin gerçekleşmesinin önündeki engelleri kaldırılıp, bu alandaki özgürlüklerin sağlanması mıdır?
• Üniter yapının terk edilerek, federal bir yönetimin kurulması mıdır?
• Yada ayrı bir devlet kurmak mıdır?
• Yoksa daha başka bir şey midir?
Bir de düşünülen; yada önerilen çözüm yada çözümler için sendikalarımıza yüklenmek istenen görevler ve misyonlar nelerdir? Düşünülen bu görev ve misyonlar, bir sendikayı sendika yapan temel görevlerimizin önünde midir? Yada önüne mi konacaktır?
Başka bir elzem örnekte, Ülkemizin tüm milli meselelerinin, yada ‘milli dava’nın (her neyse) çözümü için, KESK’i devreye sokmaya çalışan ve hatta, Kıbrıs sorununda “milli dava”ya sahip çıkma işini KESK’e ihale etmeye kalkan grubun halidir.
b) Bu örneklerden sonra üyelerin, “yahu bu sendikalar haklarımızı korumada ve yani haklar kazanma yolunda niye başarılı olamıyor”, sorusunun yanıtının verilmesi de kolaylaşmış olur sanıyoruz. Yine sendikalarımızın üye sayıları niye çoğalmıyor.
Başka bir merak konusu da, sendikalarımızda yaşanan istifaların ne kadarının işverenin baskısı sonucu; ne kadarının da, yönetim inisiyatifini elinde bulunduran gurup ve anlayışların yönetimdeki yetersizliklerinden dolayı gerçekleştiğidir.
Sendikalarımızın gücü, eylem yetenekleri ve olanakları; sendikal olmayan amaçlar için bu denli hoyrat harcanmayıp; sendikal amaç için harcanmış olmasaydı, bu soruları kim, yada kaç kişi sorabilirdi.
c) Sorgulanan üçüncü durumsa bunlara neden olan “kötü”nün ne olduğudur. Eğer bu “kötü” olan sendikaysa, niye sendikalıyız?
Dünya emek hareketinin tarihine baktığımızda, sendikalar için hiç de kötüdür diyemeyiz. Emekçilerin, yaşanılır bir hayat standardını yakalama çabasını sürdürmüş ve çoğunlukla bunda da başarılı sonuçlar elde etmiş olan güç ve kurumların başında sendikalar gelmektedir. Sosyal devletin ve adaletin sağlanması; sermaye kesiminden ciddi anlamda kaynakların ezilenlere aktarılmasının gerçekleştirilmesinin nedenlerinden biri de (belki de en önemlisi) sendikaların verdikleri mücadelelerdir.
Bunun içinde kimsenin sendikalar için “kötüdür” nitelendirilmesi yapması haddine değildir. Peki bizdeki, yani sendikalarımızdaki kötü olan nedir? Kötü olan sendikalarımızın çoğunluğunda yönetim inisiyatifini elinde tutan grupların, yönetim anlayışlarındaki yanlışlıklardır. Kısaca, kötü olan sendikaların kendileri değil, sendikaları dar grup mantığıyla siyasi çıkar için yöneten anlayışlardır.
Evet, gruplar sendikalarımızın bir gerçeğidir. Hem de kaçınılmaz ve yok sayılamaz bir gerçeği.
Ayrıca sendikalar içinde gr
upların olması yalnız bizim değil, Dünyadaki tüm sendikaların bir gerçeği ve kaçınılmazıdır. Yani gruplar var olacaktır ve olmalıdır da. Ancak bu gruplar arasındaki fark, sendikal siyasetteki anlayış farkı olmalıdır. Gruplar arasındaki ayrılıklar sendikaların asıl amaçlarını geriye itmeden, bunlardan hangilerinin öncelikli olduğu ve hangi mücadele yöntemleriyle gerçekleştireceği anlayışındaki farklılıklar olmalıdır. Bizde ise grupların var olma gerekçesi bunlar değil, sendikaların dışında oluşmuş ve sendikal amaçlarla nerdeyse hiç örtüşmeyen siyasi yaklaşımlar ve yapılanmalarıdır. Belki de kötü olanın en önemli nedeni de budur.
d) KESK yönetiminde çoğunluğu elinde tutan anlayış ve/veya anlayışlar Türkiye’de sendikacılığın amaç ve hedeflerinin değiştiğini; bunun için yeni hedefler oluşturularak; yeni eylem biçimi ve yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiğini henüz kavrayamadıkları görülmektedir. Sendikalarımızın daha önce yasalaşmak ve yasal güvencelere kavuşma hedefleri artık geride kalmıştır.
Ayrıca bu hedeflere uygun eylemler sürecinden gelen sendikacılarımızın, bu dönemde oluşturdukları sendikacılık yapma biçimlerinden ve alışkanlıklarından uzaklaşarak; mevcut durumun gereklerine ve bu durumun ortaya çıkardığı hedeflere uygun anlayışlara yönelmeleri gerekmektedir.
Evet sendikacılığın amaç ve hedefleri değişmiştir. Sendikaların yasallaşma hedefi gerçekleşmiştir. Artık bir “yasa” vardır. Yeni görevlerimizden biri de 4688 sayılı yasayı toplu sözleşme ve grev hakkın da içinde olduğu demokratik bir yasa haline getirmektir.
Bu amaçla Hükümete, Avrupa Sosyal Şartı’nın 5 ve 6. maddelerine konulan çekinceleri kaldırtmanın yolları aramalıdır. KESK bunu öncelikli hedefleri arasına almalıdır. Ayrıca bu hedefler sendikal olmayan(biraz da siyasi olan) amaçlar içinde küçültülmemeli ve geriye itilmemelidir.
Çalışanların özlük sorunları dağ gibi büyümüştür. Çalışanlar, sicil, iş ve işyeri güvencesi, yükselme, atanma sorunlarına yanıt bulamamakta, bunun için örgütüne güvenini yitirmektedir. Kayırma, siyasi iltimas had safhaya ulaşmıştır. İşte tüm bunlardan dolayı bu dönemin temel söylemi mesleğe sahip çıkma, yani onur mücadelesi olmalıdır.
Ayrıca Türkiye’nin ve çalışanların gündeminde olan sözleşmelilik ve eğitimin ticarileştirilmesine karşılık yeniden “herkes için nitelikli kamusal eğitim” talebi gündeme çıkarılmalıdır.
İki kutuplu dünyanın değiştiği, devletlerin rolünü uluslararası yada uluslar üstü şirketlerin aldığı bir süreci yaşamaktayız. Tüm toplumsal değerlerin alt üst olduğu yada değiştiği bu süreçte, eğitim de bu duruma entegre edilmeye çalışılmaktadır. Özellikle toplam kalite yönetimi, norm kadro, performans değerleri, kariyer basamakları, yönetişim gibi yeni bir çok kavram ve uygulamayla karşı karşıyayız.
Böyle bir süreçte Demokratik Eğitim Kurultayının düzenlenmesi ve ana temasının “Eğitim Hakkı” olması anlamlıdır. 4. Demokratik Eğitim Kurultayı’nın sonuçlarının da eğitimin sorunlarını çözmede önaçıcı olacağı beklentisi içindeyiz.
Eğitim Sen muhalefet etmeyi ve basına demeç vermenin dışında örgütü bütünlük içinde eylemliliğe taşımalıdır.
Eğitim emekçilerinin büyük bir bölümü hala örgütsüzdür. Eğitim emekçilerinin örgütlenmesinin yolu Eğitim Sen’in mesleki ihtiyaçların takipçisi olmasına bağlıdır.
MEB’nın son çıkardığı kariyer yada rütbe yasasına karşı gereken direnç gösterilmemiş, basılan bir broşürle süreç geçiştirilmiştir. Adeta Cumhurbaşkanının vetosu beklenmiştir. Uygulamaya konan bu yasa eğer Anayasa Mahkemesince iptal edilmez ise Eğitim Sen üyeleri bu yasa gereği sınavlara girecekler midir? Sınavlara girmek yasayı onaylamak olmayacak mıdır? Sınavlara girilmez ise uzman ve baş öğretmen kadroları terkedilmiş olmayacak mıdır?
Diğer önemli bir konu da, AKP iktidara geldiğinden bu yana özellikle eğitimi gericileştirecek adımları demokratikleşme ve özgürlük adına atmaktadır. Başta YÖK olmak üzere İHL’ler, din eğitimi, kuran kursları gibi konularda yeni düzenlemelere gidilerek, eğitimi bilimsel ve laik içerikten çıkarmaya yönelmesi bilimsellikle ve çağdaşlıkla olan çatışmasına tipik bir örnektir.
12 Eylül sonrası sendikal hak ve özgürlükler adıyla örgütlenen sendikamızın temel amaçlarından olan bilimsel, laik ve demokratik eğitime yeteri kadar sahiplenilmediği ortadadır. Öyle ki bakanlık tasarı hazırlıyor, MGK konuşuyor, ardından ayıp olmasın ama farklı olsun diyerek açıklama yapılıyor. Eğitime ilişkin genel başkanın yaptığı / yapacağı basın açıklamalarının dışında, mesleğimize ve eğitim hakkına sahip çıkacak eylemler örgütlenmemiştir. Bu tutum eğitim çalışanları arasında orta yolcu Eğitim Sen olarak anılmamıza yol açmaktadır.
Laiklik çağdaş demokrasilerin vazgeçilmez bir ilkesidir. Laiklik bilimsel eğitimin olmazsa olmazlarındandır. Ülkemizde laikliğe sahip çıkmadan nitelikli kamusal bir eğitime ulaşma şansımız yoktur. Bu konuda kimi çevrelerin hassasiyetine ortak oluruz kaygısından kurtulmak durumundayız.
AKP hükümeti, bütün kurumlarda olduğu gibi, eğitimde de kadrolaşmasını tamamlamamaya çalışmaktadır. Göreve getirilen kadrolarda aranan koşul, Tayip hareketine katkısıdır.
Sonuç olarak:
Bu durumu ve gidişi değiştirmek, yada en azından müdahale etmek olanaklı mıdır? Tek sözcükle evet!
Peki bunu kim yapar ve bu iş nasıl gerçekleştirilir?
Sendikal Birlik yapar ve üyelerle gerçekleştirilir.
Sendikalarımızın, sendikal amaçları önüne koyarak; kamu emekçilerinin haklarını korumak ve yeni kazanımlar elde etmelerini istiyorsak; bu seçim sürecinde seçme ve de seçilerek görev alma sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Eğer bu sorumluluğumuzu yerine getirirsek, olumsuzluklara ve “kötü” olana karşı etkili olur “sendika gibi sendika” özlemimizi gerçekleştirmiş oluruz. Bunun için seçim sürecine etkin olarak katılmak ve seçilerek görevlere talip olmak gerekmektedir.
Öyle ise:
• İşyerlerinde temsilci olacağız.
• İşyerlerinde delege olacağız.
• Şubemizde üst kurul delegesi olacağız.
• Şubemizde yönetici olacağız.
• Buralardan topladığımız gücümüzü genel merkezlere ve KESK’e taşıyacağız.
Son söz olarak: Bu seçim sürecinin sonunda, sendikalarımız, ya yeni bir anlayış ve solukla yeni bir döneme girecek; yada, hiçbir değişiklik olmadan, eski tas eski hamam devam edecektir.
* KESK Sendikal Birlik Sözcüsü
Kaynak: Sendikal Birlik Dergisi, Sayı: 3