Uzun süredir, lokal kıpırdanmaların dışında, ülke düzeyinde işçi sınıfının üzerine serpilmiş olan ölü toprağını silkeleyen bir hareketlilik yok iken, SEKA direnişi önemli bir canlanmaya ve işçi sınıfı üzerinde küçümsenmeyecek bir etkiye yol açmaya başlamıştı. Bu nedenle, tüm zaaf ve eksikliklerine rağmen SEKA direnişi işçi sınıfı ve emek hareketi üzerinde etkisini hissettirmeye başlamış, suya düşen bir […]
Uzun süredir, lokal kıpırdanmaların dışında, ülke düzeyinde işçi sınıfının üzerine serpilmiş olan ölü toprağını silkeleyen bir hareketlilik yok iken, SEKA direnişi önemli bir canlanmaya ve işçi sınıfı üzerinde küçümsenmeyecek bir etkiye yol açmaya başlamıştı. Bu nedenle, tüm zaaf ve eksikliklerine rağmen SEKA direnişi işçi sınıfı ve emek hareketi üzerinde etkisini hissettirmeye başlamış, suya düşen bir taş olarak, dalgalarını halka halka işçi sınıfına, emekçilere yaymaya başlamıştı. Başka kentlerde, işyerlerinde işçiler de çok daha pasif eylemlerin ötesine geçerek, işyeri “işgallerine” yönelmeye başlamıştı. Sermayenin işçi sınıfı üzerindeki hakimiyetini önemli ölçüde sorgulayan ve ciddi boyutlarda sarsmaya aday görünen bu dalgalanma emek cephesine güven ve umut verdiği kadar, sermaye cephesine de ondan daha fazla korku ve kaygı vermiştir.
Bu durumda da sorun basit bir SEKA olayı olmaktan çıkmış, emek ile sermayenin karşı karşıya geldiği önemli bir mücadeleye dönüşmüştür. Sermaye cephesi, yıllardır ilmik ilmik ördüğü bir cenderenin kemirilmekte olduğunu, sınıf çıkarlarının oldukça gelişmiş olması nedeniyle, hemen hissetmiş ve önlemini almak için girişimlerde bulunmaya başlamıştı. Ne yazık ki, emek cephesi, gelişmeleri aynı boyutta değerlendirememiş, SEKA direnişini bir “dayanışma” boyutundan daha ileriye taşıyamamış, burada çakılan kıvılcımı, körükleyerek, işçi sınıfının sermaye cephesine karşı güçlü bir mücadelesine dönüştürememiş, sermaye cephesinin ilmik ilmik ördüğü cendereyi parçalayıp atacak, emek cephesi lehine yeni yapılanmalara yol açacak bir hatta taşıyamamıştır. SEKA direnişi, adeta ziyaret edilmesi zorunlu bir “canlı emek müzesi”, iman tazeleyecek bir eylem olarak değerlendirilmiştir. Bunun ötesinde değerlendirmelerde bulunanlar ise, ne yazık ki, bazı olanaksızlıklar nedeni ile bu mücadeleyi daha ileri bir aşamaya taşıma gücüne sahip olamamışlardır.
SEKA işçileri eylemi kısa vadeli ve sadece kendileri ile sınırlı tutan bir eylem olarak algılamış, bu nedenle eylemi bir üst aşamaya taşıyacak olan siyasallaşmaya kendisini kapalı tutmuştur. SEKA işçileri yer yer her eylem sürecinde rastlanacak radikal söyleme yönelse de bunu anti-kapitalist bir siyasallaşmaya dönüştürmeyi düşünmemiştir. Böyle olduğu için de sorunu hep bir iş, dolayısıyla aş getirecek bir gelir olarak algılamada inat etmiştir. Bu tutum, SEKA direnişinin en zayıf halkasını oluşturmuştur. Zira, SEKA işçileri, benzeri koşullarda kendilerine sunulacak iş teklifleri ile SEKA direnişini bitirmeye çoktan hazır bir halet-i ruhiyeye sahip idiler. Nitekim, teklif edilen ilk öneriyi de kabul ederek, bu yaklaşımlarını açıkça somutlaştırmış oldular.
51 günlük eylem sonucunda gelinen noktanın bu olması, SEKA olayında, işçi sınıfı ve hareketi için önemli dersler içermektedir. Kuşkusuz, işçi sınıfı adına bu türden eylemleri önemseyenler ve bundan politik sonuçlar elde etmek isteyenler için de… Zengin dersler geride bırakan SEKA direnişi, sona eriş hali, kararlı gibi görünen işçilerin aslında, bir yenilgiyi kabul etmekten başka çaresi olmayanların yorgunluğunu ve bıkkınlığını göstermesi açısından da ayrıca değerlendirilmelidir ki, yarın için bir deneyim olarak emek mücadelesi tarihine kayıt düşülebilsin. Eylemin bittiği gün, bir işçi bu yorgunluğu ve bıkkınlığı, SEKA’nın Belediye’ye devrine 581 evet oyu kullanan işçileri temsil ettiği düşünülebilecek bir demeçle kendini açığa vurmaktadır: “Çoğunluğumuzun ‘evet’ oyu kullanması bizi sevindirdi. Bu iş bizi iyice
bıktırmıştı. Kararın bir sonuca bağlanması hepimizi mutlu etti”
(http://www.hurriyetim.com.tr/haber/0,,sid~1@w~4@nvid~548021,00.asp). Kuşkusuz tüm SEKA işçileri böyle düşünmemektedir, ancak, 63 hayır oyuna karşı 581 evet oyu kullananların çok büyük bir bölümünün böyle düşündüğünü kabul etmek durumundayız!
Peki, SEKA işçileri neye karşı 51 günlük direniş yapmışlardı? Direnişin nedenleri içinde Belediye’ye devir yok muydu? Vardı ise, neden 51 günlük direnişten sonra, SEKA işçisi bu “hinliğe” evet diyip, oyuna geldi? Bu sorulardan çok yanıtları önemli. Burada sermaye cephesinin duyarlılığını ve bir kabadayı aklından daha geri bir davranış sergileyen Bakanlar Kurulu Başkanı’ndan daha sınıfsal davranan kapitalistlerimizin izlediği politikayı ve hayata geçirdiği tutumu iyi değerlendirmek gerekir. Zira, SEKA’da başlayan kıvılcımın ülke çapına hızla yayılmaya başladığını, özelleştirme kapsamına alınmış işyerleri ile kalmayıp, özel kesim işyerlerine de sıçramaya başladığını çok hızlı fark ettiler. 4 Mart’taki işyerini terk etmeme eyleminden sendikal bürokrasiden daha iyi ders çıkararak, sorunun sadece SEKA ile sınırlı olmadığını, bir sınıflar mücadelesi sorununa dönüştüğünü anladılar. Bu nedenle, “yılanın başını daha küçükken ezmeye” karar verdiler. Hükümet’in atmış olduğu “geri adım” bu sınıf bilincinin önerdiği bir çözümden başka bir şey değildir. Zira, önerilen çözüm çok da akıllıcadır! Bir, oylamadan da anlaşılacağı gibi işçilerin önemli bir kesiminin oluru alınmış, eylemin işçilerce sona erdirilmesi sağlanmıştır. Böylece, SEKA direnişine, mahalle kabadayısının bile yapmayacağı bir ilkellikle müdahale edip, zorla sona erdirerek, işçi sınıfında oluşacak öfke ve tepki önlenmiş oldu. İki, sermaye cephesi tarafından bir sosyal kontrol aracı olarak algılanmış olan sendikal bürokrasi zor durumda bırakılmadı. Üstelik, “sorunun çözümünde” sendikal bürokrasinin önemli katkıları olduğu duygusu ve düşüncesi yaratıldı. Üç, ki en önemlisi budur, SEKA direnişi ile işçi sınıfının üzerindeki ölü toprağını silkeleyip, ona kan ve can vermek isteyenlerin ellerindeki en önemli araç, şimdilik, etkisiz kılındı.
Böylece, sermaye cephesinin ilmik ilmik ördüğü cendere hasar görmeden bir kez daha bir direniş eylemini ve hareketini, tehlike boyutu kazanmadan, atlatmış oldu. Öyle anlaşılıyor ki, sermaye cephesi ve sendikal bürokrasi Bahar Eylemlerinden çok önemli dersler çıkarmıştır, sorunu, çok önemli bir krize dönüşmeden çözebilecek yeteneğe kavuşmuştur. Kabul etmek gerekir ki, işçi sınıfı, sermaye cephesinin tersine, SEKA direnişinin böyle sonuçlanması ile bir kez daha önemli bir cepheden zaferle çıkmayı başaramamıştır. Kuşkusuz, SEKA direnişinin, işçi sınıfını hareketlendirmesi, pek çok işyerinde işyeri işgallerine rehberlik etmesi, 4 Mart’ta göz ardı edilmeyecek düzeyde işyerini terk etmeme eylemine katılacak bir duyarlılık yaratması gibi çok önemli etkileri bulunmaktadır. Ancak, bütün bunlar, bir üst aşamaya taşınamadığı, işçi sınıfını siyasallaştıracak bir özelliğe kavuşturamadığı için de çok büyük anlamlar ifade etmemektedir. Bugün için önemli bir direniş, eylem olsa da… Zira, bu eylemler bir okul işlevi görecekse, işçi sınıfını siyasallaştırma yeteneğine bağlı olarak bunu başarabilecektir. Tersi durumda, bunlar işçi sınıfının gündelik mücadelesindeki sıradan ekonomik mücadeleler, siyasal özellik taşıma kapasitesine sahip olmayan sıradan ekonomik mücadeleler olarak kalacaktır, her ekonomik mücadelenin aynı zamanda siyasal mücadele olması gerçeğine rağmen…
SEKA direnişinin başarısızlığı ve eylemin böyle sona ermesinin arkasındaki en önemli etken bu ekonomik mücadelenin aynı zamanda bir siyasal mücadeleye dönüştürülememesinde yatmaktadır.
Öyle olduğu için de, bu eylemin neden siyasallaştırılamadığı üzerinde durmak ve buna “kafa yormak” gerekir. Kuşkusuz, SEKA işçilerinin yaklaşık dörtte üçünün AKP’ye gönül vermiş olması, sendikal bürokrasinin “uyanık” olması önemli nedenler olarak kabul edilebilir. Ancak, bu nedenlerin önemli olması, yeterli bir neden oluşturmaz. İktidar hedefi olmayan, lokal başarılarla yetinen bir siyasal düşünüşün, işçi sınıfını siyasallaştıracak iradesi ve kapasitesi sınırlı kalacaktır. O zaman, iktidarı hedefleyecek, devrim coşkusunu iliklerine kadar hissedecek ve bunu hayata geçirecek bir siyasal düşünüşe ihtiyaç vardır.
Şimdi sorulması gereken soru, bu yenilginin, SEKA işçilerinin yenilgisi mi, yoksa o işçileri siyasallaştırma iradesi ve yeteneğine sahip olmayan, iktidar perspektifi taşımayan, yerel başarılarla yetinen siyasal düşünüşün yenilgisi mi olduğu sorusudur? Bu soruya doğru yanıt verilmedikçe SEKA direnişleri bir üst eşiğe taşınamayacak, dolayısı ile işçi sınıfı ve hareketi siyasallaştırılamayacaktır. SEKA’yı aşmak! Sorun budur: olmak ya da olmamak!..
Yüksel Akkaya