Sendika org:Genel Kurula giderken KESK’ in geçmiş üç yıllık sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?Sizce KESK’ in başarılı ve başarısız yanları nelerdir? Özgür Bozdoğan: KESK’in üç yıllık sürecini değerlendirirken başarı başarısızlıktan ziyade nasıl bir politik konjüktür üzerinde faaliyet yürütüldüğüne ve 2002 kongresinden bu yana almış olduğu kararların, mutabakatların ne kadarının da yaşama geçirildiğine ve küreselleşmeyle beraber yaşanan sendikal […]
Sendika org:Genel Kurula giderken KESK’ in geçmiş üç yıllık sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?Sizce KESK’ in başarılı ve başarısız yanları nelerdir?
Özgür Bozdoğan: KESK’in üç yıllık sürecini değerlendirirken başarı başarısızlıktan ziyade nasıl bir politik konjüktür üzerinde faaliyet yürütüldüğüne ve 2002 kongresinden bu yana almış olduğu kararların, mutabakatların ne kadarının da yaşama geçirildiğine ve küreselleşmeyle beraber yaşanan sendikal hareketin krizinden ne kadar etkilenildiğine veya kendini ne kadar koruyabildiğine bakmak gerekiyor.
2002-05 arası yaşanılan bu süreç dünyada sendikaların yaşadığı en olumsuz dönemlerden birisidir. Bu dönem, küreselleşmeyle birlikte kapitalizmin kendi sermaye birikimine uygun yeni çalışma ilişkilerini yaygın bir şekilde hayata geçirdiği bir dönemdi. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra oluşan yeni güvenlik konseptiyle dünya genelinde ABD’nin temsil ettiği sermaye bloğunun faaliyetlerini hızlandırdığı ve buna bağlı olarak Ortadoğu’da kendi projelerini hayata geçirmeye başladığı bir dönemdi. Tabii ki küreselleşmenin kendi içindeki bu seyri çalışma yaşamını da etkiledi. 2002- 2005 arası sendikalar açısından, özellikle kamu emekçileri sendikaları açısından, sorunların yaşandığı bir dönemdi.
Tarihsel sürece bakarsak; 1945’lerle birlikte, ne kadar sosyal olduğu tartışılır “Sosyal devlet” uygulamalarıyla sendikalarla ilişki içerisine giren sermaye, 70’lerin ortasına gelinmesiyle beraber maliyetlerin artması nedeniyle yeni bir arayış içerisine giriyor ve 77-78’le beraber “küreselleşme” diye adlandırdığımız dönem başlıyor. Bununla beraber istihdamda esnekleşme, çalışıma yaşamında kuralsızlaşma uygulamaları başlıyor ve hızlanarak devam ediyor. Tabii ki sendikalar da bundan etkileniyor. 1900’lü yıllarda üretmiş oldukları örgütlenme formları ve mücadele stratejileri üzerinden, yeni bir dünyanın, yeni bir sermaye birikim modelinin açığa çıkardığı sermaye saldırılarına karşı korunmaya çalışıyorlar.
Gelişmiş kapitalist ülkelere baktığımızda sendikalar çeşitli yollarla ayakta kalmaya çalışıyorlar. Farklı sendikaların birleşmesi gibi yollara başvurdular. Kimi üyelerine hizmet götürerek “hizmet sendikacılığı” anlayışına başvuruyor. Üyelerine kreş, tatil, kredi kartı gibi uygulamalar götürüyor. Kimileri meslek sendikacılığına yöneliyor. Kimileri ise son süreçte Türkiye’de de tartışılan toplumsal hareket sendikacılığına yöneliyor.Şimdi KESK içerisinden bakıldığında, bu süreç henüz yaşıyor. Genç bir harekettir KESK. İşçi sendikalarına tepki üzerine kendi iç yaşamını dizayn etmiştir. 12 Eylül’ün karanlık günlerinin ardından on yıllık bir süreçten sonra kendini var etmiştir ve doğal olarak bir çıkış trendi vardır. 2000’li yıllar KESK’in belki de kendi denge pozisyonuna geldiği bir dönemdir. O anlamda, KESK’in bu sorunları yeni yeni yaşadığını görüyoruz. Özellikle kimi sendikalarda, Tarım-Orkam-Sen’de, Haber-Sen’de, Yapı-Yol-Sen’de az önce sözünü ettiğimiz sorunlar yaşanmaya başlanıyor. Özeleştirmeler yoluyla üye yapılabilecek potansiyelimiz azaltılıyor. Bütün bunları üst üste koyduğunuz zaman, geçtiğimiz 3 yıllık bu dönemi KESK açısından küreselleşen kapitalizmin Türkiye’deki yansımalarına karşı bir direniş zemini tarif etme dönemi olarak algılıyorum. Bu konuları 2-3 Nisan’da yapacağımız “Emek ve Demokrasi Kurultayları”nda daha ayrıntılı tartışıcağız. Yeni örgütlenme formlarını mücadele stratejilerini tartışıcağız.
KESK bu süreçte çeşitli eylemler yaptı kimisinde başarılı oldu kimisinde olamadı ama böyle bir süreç yaşandı. Yine bu konjonktürden dolayı, ABD’nin ve onun temsil ettiği sermaye bloğunun bölgedeki faaliyetinden dolayı, savaş karşıtlığının yoğun olarak açığa çıktığı bir dönemdi.Ve bu savaş karşıtı mücadelede KESK’in Emek Platformu’nun(EP) tamamını harekete geçiremediğini gördük. Bu gerçekleşmediği içinde daha çok KESK, DİSK, TTB ve TMOBB dörtlüsü üzerinden savaş karşıtı bir cephe oluşturmaya çalıştı burada da çeşitli başarılar elde etti aslında. Örneğin 1 Mart, savaş karşıtlarının, savaş üzerinden ticari beklentileri olanlara cevabı oldu. Yerellerde platformlar oluşturduk, NATO karşıtı faaliyetlerimiz oldu, 19 Mart’ta İstanbul’da bir eylem yapıcağız. Bütün bunları üst üste koyduğumuzda savaş karşıtı harekette KESK’in, kendi sendikal anlayışından kaynaklı, kendisini var ettiğini görmek gerekiyor. Tabi KESK klasik sendikalardan farklı. Varoluşundan beri sendikalizme karşı bir yapı. Özellikle emek ve demokrasi mücadelesini iyi birleştirdiğini düşünüyorum. Türkiye için de, dünya için de bu konuda iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Burada 2002-05 açısından bakıldığında hükümetin yürüttüğü kamusal alanda kamusal hizmetleri özelleştirme veya ticarileştirme saldırısına karşı KESK pozisyon tutmaya çalıştı. Fakat saldırının kökeninin bulunduğu politik zemin dikkate alındığında, KESK’in sendikal alan üzerinden karşı koyma çabasının çok da sonuç almaya yetmeyeceğini gördük. Bu saldırılar politiktir, ideolojiktir. Neo-liberal politikaların, küreselleşmenin savunucularının tarafından, tek bir merkezden yapılmaktadır. Doğal olarak bu kadar politik bir saldırıya tek başına sendikal alandan yanıt üretmek yeterli değildir. Burada toplumsal muhalefet içerisindeki ittifakların da ciddi sorunları vardır.
Soldan yana siyaset alanında sıkıntı vardır. Bu sıkıntıların giderilemediği bir ortamda KESK’in ortaya koyduğu bir savunma çabasıdır. 2002-2005 arasındaki dönem böylesine bir dönemdir. (..) KESK’in yürüttüğü faaliyetleri tek başına bir KESK faaliyeti olarak değerlendirmek bu açıdan doğru değildir. Ama kuşkusuz örgütün içine yönelik değerlendirmeler de yapılabilir. Ama bu örgütün iç yapılarına özel değerlendirmelerdir. Bu örgütlenmenin biçiminden tutunda, örgüt yönetimindeki ilişkilere kadar bir çok konuda yapılacak, örgütün iç kurullarına yönelik değerlendirmelerdir. Ama dışarıya yönelik yapılacak değerlendirmede kaba hatlarıyla bunlardır. Tek tek eylemler ve yapılanlar, yapılamayanlar üzerinden çok tartışmamak gerekiyor.
Belki de son olarak 4688’e ilişkin bir şey denilebilir. Geçtiğimiz dönem bizim ilk yasal dönemimizdi ve ilk toplu görüşme deneyimlerimizi yaşadık. Kamu emekçileri açıkça görmüştür ki 4688 sayılı yasa bir sendika yasası değildir. İlk çıkış zamanında bizim de ifade ettiğimiz gibi sahte bir sendika yasasıdır. Sınırlandırıcı bir yasadır. Örgütlenmemiz sınırlandırılmıştır; grev ve toplu sözleşme hakkımız yoktur. (..) O anlamda kamu çalışanları bu üç yıllık pratiği iyi değerlendirmek zorundadır. Kişisel olarak sorarsanız üç toplu görüşme yaşadık ve bu üç görüşmeden de dersler, deneyimler çıkardık. Ve görmüş olduk ki hükümetin 4688 sayılı yasa eliyle tarif ettiği toplu görüşme gerçekçi bir ilişki değildir; sanal bir ilişkidir. O anlamda kamu emekçileri açısından o ilişki içerisinde var olmak veya o ilişkiyi bu biçimiyle sürdürmek çok doğru bir yaklaşım değildir. Burada, belki önümüzdeki kongrelerde 4688 sayılı yasayı nasıl aşacağımızı tartışmalıyız. Bizim anladığımız anlamda sendikal bir yasayı yaratacak pratiklerin oluşturulması gerekmektedir. Bunun için de bu yasanın örgütlenme ile ilgili mantığını iyi kavr
amak gerekiyor. Bu yasa, kamu emekçisini memura hapsetmiş bir mantığa sahiptir. Yani kısmen Haber-Sen’de, kısmen ESM’de ve birkaç sendikamızda sözleşmeli personelin örgütlenmesini dışarıda tutarsak, 657 sayılı devlet memurları dışında kalan fakat üretim sürecinde bulunan çalışanların örgütlenmesini engellemektedir. Doğal olarak bu yasaya göre örgütlenen sendikalar “memur sendikası” olarak kalmaktadır. Geçtiğimiz dönem için özeleştiri verirsek, üretim sürecinin içinde var olan farklı çalışanları, örneğin eğitim alanındaki sözleşmeli çalışanları örgütlemekte yetersiz kalmıştır diyebiliriz. Belki önümüzdeki dönem çalışanların ortak örgütlenmesi persepktifiyle buna yönelik bir açılımda olabilir.
Sendika Org:Genel kurula nasıl bir işlev yüklüyorsunuz? Bu genel kuruldan nasıl bir sonuç çıkarsa sizin için anlamlı olur?
Genel kurullar, bizim içinden geldiğimiz sol kültürde daha çok yönetimlere hangi ekiplerin gireceği, kimler tarafından kaç kişiyle temsil edileceğinin belirlendiği süreçler olarak algılanıyor. Oysa geçtiğimiz dönem pratikleri ve dünyada yaşanan süreçler açısından baktığımızda bu genel kurullara çok daha farklı anlamlar yüklemekteyiz. Özellikle geçtiğimiz dönemin eleştirisi üzerinden bir gelecek dönem tarifi yapmak lazım. Peki gelecek dönemde ne var? Örneğin bizler açısından çok önemli olan AB ile müzakere süreci var. Bunun üzerinden Türkiye’nin toplumsal yaşamında ciddi değişikliler olacak. Burada AB’ye evet veya hayır demenin ötesinde; ki evet diyebilirsiniz hayır diyebilirsiniz, bunlar sol içerisindeki tercihlerdir çeşitli ekiplerin tercihleridir; bu görüşmelerin toplumsal yaşamda çeşitli sonuçları olacaktır ve KESK’in bu değişikliklerde taraf olması gerekmektedir. Kongrenin genel kurulun bu yaşanacakları değerlendiren bir yerden politikalarını oluşturması gerekiyor.
Bir diğer önemli nokta da, Türkiye 2005-2008 arasında ister erken ister zamanında olsun bir genel seçim yaşayacak.Bu genel seçimde bizler AKP iktidarıyla devam edip etmemede yada yeni bir seçenek yaratmada taraf olmak zorunda kalacağız. 2002 Genel Kurulu’nda siyaset yapma hakkı üzerine kararlar almıştık ve demiştik ki; kamu çalışanları önümüzdeki dönem siyaset yapma hakkını fiili olarak kullanacaktır ve siyasetin nesnesi olmayacaktır. Kendisi siyaset yapacak alanlar yaratacaktır diye kararlar aldık. Ama 3 Kasım seçimlerindeki bloklaşma ve 28 Mart’taki toplumsal mutabakatın, toplamına bakıldığında solun genelini kapsayamaması ve bütün bunların üzerinden siyasal tabloya baktığımızda seçmenlerden ciddi bir şekilde destek alamayıp AKP’nin iktidar olması önemlidir. Bu açıdan bakıldığında Genel Kurul’un buraya projeksiyon tutup, siyaset yapma hakkı üstünden bir tanımlama, bir politika oluşturması gerekir. Yani önümüzdeki dönemde yapılacak seçimlere yine kimi partilerin seçmeni olarak mı kalacağız, yoksa KESK’e bağlı sendikalar kendi adlarına, temsil ettikleri adına siyasete taraf mı olacak.
Yine bölgedeki ABD faaliyetinin yaygınlaşarak devam edeceğini görmek ve bunun da bir sermaye politikasının sonucu olduğunu anlamak gerekiyor. Yani savaş karşıtlığını basitçe, ABD ile ve onun bölgedeki yürüttüğü faaliyetle anlamlandırmayı doğru bulmuyorum. Burada doğru olan tavır, ABD ve onun temsil ettiği sermaye bloğunun bölgemizdeki faaliyetlerinin politik bir arka planı olduğunun görülmesi ve buna dair Genel Kurul’da gerekli politik hattın örülmesi gerektiğini düşünüyorum. Savaş karşıtlığını daha siyasal bir içerikle açığa çıkartması gerektiğini düşünüyorum.
Yine önümüzdeki dönem kamusal alanda çok ciddi değişiklikler yaşayacağız. Sosyal güvenlikle ilgili yasa tasarıları peş peşe meclise sevk ediliyor. Sermaye lehine düzenlenen bu yasalarla bütün bir yaşamın ticarileştirilmesine, sermayenin malzemesi haline dönüştürülmesine dönük bir faaliyet yürütülüyor. Biz de karar vermek zorundayız Önümüzdeki dönem bunlar gündeme geldiğinde, tepkiyle sınırlı bir protesto örgütü olarak mı kalacağız veya bunun ötesine geçen bir mücadeleyle, KESK’in kendi gündemini oluşturan, saldırıları öngören ve buna yönelik tedbir alan bir yapı olup kendi pozisyonunu ilerleten bir yerde olup olmayacağının belirlemesi gerekiyor. EP pratiğinin tanımlanması gerekiyor. EP’nin, daha doğrusu toplumsal muhalefetin bütünleştirilmesi sıkıntılarının aşılması gerekiyor. Daha da önemlisi KESK’in örgütlenmeyle, mücadele stratejisiyle, kullandığı dille ve yeni üye kitlesiyle arasındaki ilişkiyi yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Artık sermayenin küresel saldırısına karşı tek başına, tek tek iş kollarında, tek tek meslekler üzerinden karşı duruşun, hak almanın mümkün olmadığının, daha genel bir perspektifle örgütlenmek gerektiğinin farkına varmak gerekiyor. Genel kurul, bunları tartışacağımız ve sonuçlarını örgüt politikası haline getireceğimiz bir genel kurul. Bu anlamda KESK’in içerisindeki dinamiklere de görev düşüyor. Genel Kurulları, seçimlerin yapıldığı yerler olmaktan çıkarıp, politikaların tartışıldığı, siyasetin açığa çıktığı yerler haline getirmek gerekiyor. Bizim için genel kurul budur. Yerellerimizde de böyle tartışıyoruz. Kamu emekçileri ve sınıf mücadelesi açısından baktığımızda da emekten yana bir dünyanın kurulmasında önemli bir nokta olarak görüyoruz.
Sendika Org:KESK’ in mücadele ve örgütlenme anlayışında bir yenilenme ihtiyacı var mı? Varsa bunlar hangi politikalar üzerinden şekillenen ne gibi değişikliklerdir.
Tabii; biz bu ihtiyacı çok önceden tespit ettik. Özellikle danışma meclislerinde, danışma kurullarında, yetkili organlarımızda ve dergilerimizde yazdığımız üzere; sadece KESK’in değil sınıf hareketinin tamamının, sadece Türkiye’de değil dünya genelinde kendisini yenilemesi, yeniden tarif etmesi gerekir. Tabii bu yeniden tarif ediş tek başına bir örgütlenme modeli üzerinden, tek başına bir mücadele stratejisi içerisinden olmayacak. Çalışma ilişkileri, üretim ilişkilerindeki değişiklikleri görmek, özellikle devletin ve sermayenin 1945’lerde içine girdiği yönelimden artık vazgeçtiğini, 1970’lerle beraber yaşanılan ve halen bir sarmal halinde devam eden krizle beraber serbest kur sistemine geçişle bütün sektörlerde fiyat artışı meydana geldiğini tespit etmek gerekiyor. Sadece ulaşım ve haberleşme ucuz kalıyor. Bu ucuzlamanın ne anlama geldiğini görmek gerekiyor. Bu merkez ülkelerdeki üretimin parçalanarak çevre ülkelere taşınması oluyor. Bugün sosyal refah devleti dönemindeki fabrikalardaki yığınsal üretimin yerine, farklı ülkelerde üretilen parçalar bir başka ülkede bir araya getirilmektedir. Doğal olarak o eski fordist üretim tarzına göre üretilmiş olan üretim ilişkilerinden söz etmek mümkün değildir. Tanımlamak gerekirse Keynezyen politikalarla sosyal devlet politikaları altında, yığınsal üretim, bant üretimi yapan bir üretim süreci vardı ve 45’lerde sendikalar da buna göre örgütlenmiş, buna göre bir pozisyon tutmuş, buna göre mücadele strateji geliştirmişlerdi. Açığa çıkarttıkları eylem biçimleri tek bir merkezde, tek bir fabrikada bütün işçilerin bir arada bulunduğu bir biçimdir. Doğal olarak burada greve ve toplu sözleşmeye yüklediğiniz anlam da farklıdır. 70’lerle beraber bugünkü sisteme geçilmesiyle beraber, özellikle istihdam biçimindeki esnekleşmenin sendikalar üzerinde olumsuz etkileri olduğu görünüyor. Yine 80’lerin başında, özelleştirme uygulamalarıyla dünya genelinde istihdam alanındaki daralmanın sendikalardaki etkisini görmekteyiz. Türkiye’nin 24 Ocak
1980 kararlarıyla uluslararası sermayeyle bütünleşme süreci hala devam ediyor. 17 Aralık süreciyle başka bir hal almış gibi görünüyor fakat bizler açısından hala süreç aynen devam ediyor. Tabi istihdam biçimlerindeki değişmeden, üretim süreçlerindeki değişmeden tutun, siyasal iktidarların kendi iç yapılarında; iktidarla çalışanlar, iktidarla sermaye, sermaye ile çalışanlar arasındaki ilişkilerde tüm bu değişiklikleri gördüğümüzde ve artık sermayelerin tek tek ulus devlet sınırlarını çoktan aştığı, bölgesel bloklar halinde hareket ettiği bir dönemde, ulus devlet sınırları içinde, 45’li yıllarda üretilen sendikal biçim ve strateji üzerinden yeni dönemin saldırılarına karşı koymanın mümkün olmadığını görüyoruz.
(..)Bizim sınıf ve kitle sendikacılığına göre örgütlenen; işkolu sendikacılığını benimseyen, demokratik merkeziyetçilikle işleyen bir yapımız vardır.Bu sendikal anlayış bizi bu günlere kadar getirdi. Sendika siyaset ilişkisini belli bir biçimiyle kurduk. Sendikanın yönelimlerini diğer toplumsal muhalefet unsurlarıyla olan ilişkilerini kurduk. Ama 2005 yılına geldiğimizde görüyoruz ki sendikaları bu haliyle sürdürmemiz çok da mümkün değil. Bu nedenle oturduk, düşünüp tartıştık ve bu tartışmaları Emek ve Demokrasi Kurultayı’nda topladık. İllerde bunu gerçekleştirdik. 26-27 şubatta illerden gelen tebliğleri sunup merkezi olarak taslak raporlar oluşturduk. Şu an bu taslak raporlar değerlendiriliyor. Bu değerlendirme sonucunda 2-3 Nisan tarihlerinde merkezi bir Emek ve Demokrasi Kurultayı gerçekleştireceğiz ve bu konuların tamamını burada tartışıcağız. Bu mücadelede tespit ettiğimiz eksiklikleri ortaya koyup bunları gidermenin yollarını burada tartışıcağız.
Sendika Org: Bir süredir DİSK KESK birleşmesi sendikal hareketin çeşitli sorunlarına karşı bir çözüm önerisi olarak gündeme getiriliyor.sizin bu konudaki yaklaşımınız nedir?
“DİSK, KESK birleşmesi kimi çevreler tarafından konuşuluyor mu?” derseniz bunu söylemek pek mümkün değil. Elbette kimi arkadaşlarımızın kafasında var bu birleşme. Belki ilk bakışta, yüzeysel bakarsak iyi bir şey gibi görülebilir. Örneğin benim kafamda şöyle bir şey vardır: Emekli-Sen DİSK’e bağlı bir sendika ve bizim çalışanlarımızda burada örgütlüdür. Emekli- Sen’i hem DİSK’e hem KESK’e bağlı bir sendika yapabiliriz.
Tabii ki geçtiğimiz dönemde DİSK ve KESK’in, içinden geçilen politik konjonktürden kaynaklı yakınlaştığını görüyoruz. Bunun içsel nedenleri gibi dışsal nedenleri de var. Mücadelenin gereksini ve yönelimi; örneğin ortak çalışanlar yasası bizim açımızdan çok önemli bir konu. Çalışanların ortak mücadelesi üzerinden emek temelli bir dünyanın kurulması olasılığının çok daha mümkün olduğunu düşünüyoruz. Yani kapitalizmin, bizleri yönetenlerin, bize çizdiği sınırlarla bu oyunu oynamak zorunda değiliz. Sonuç olarak bir neo-liberal deli gömleği giydiriliyor üstümüze ve bunun yırtıp atmak gerekiyor. Bunu yırtıp atmanın koşulu da var olan bu sınırların dışına çıkmaktan geçiyor. Ama tabii bunları aşacağım iddiası büyük bir iddia ve bunu basitçe iki sendikayı birleştirerek aşamazsınız. Bu ilk adım olabilir. Politik olarak bu birleşme tartışmaya açılabilir. “Birleşmelidir” demiyorum ama “Tartışılmalıdır” diyorum. DİSK ve KESK MYK’sı birkaç kez birlikte toplantı yaptı gündemlerini ortaklaştırdı. Arkadaşlarımız MYK düzeyinde birlikte faaliyet yürütüyorlar ama bunun örgütsel bir bütünlük içerisine dahil edilmesinin tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Politik olarak karşısında değiliz ama teknik alt yapısının, hazırlıklarının çok iyi örgütlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu birleşmenin sınıf hareketine katacağı katkının ne olduğunu görmek istiyoruz. İşkolundaki birleşmenin ötesinde bir iştir bu. Sınıfın birliği ve çalışanların ortaklaşması üzerinden, politik olarak kabul edilebilir bir yaklaşımdır bu. 2005-2008 arasında belki bunun alt yapısını ve olanaklarını daha iyi hazırlama olanağımız olacaktır. Nedir bu hazırlıklar: Çalıştığımız iş yerlerinde, mücadele alanlarında ortak komiteler, ortak örgütlenmeler üzerinden bir araya geleceğiz. Daha sonra bunun yasal mevzuatı gelişir. Bunun için biraz daha mesai tüketmek gerekiyor sanırım. Ama bu güne kadar yapılan ortak toplantılar olsun, ortak faaliyetler olsun hepsini olumluyorum. Hiçbir sendikal odağında bunun karşısında yer alacağının tahmin etmiyorum. Daha güçlü bir sendikal faaliyetin ve hareketin Türkiye’deki sermaye hareketlerini dizginlemede daha anlamlı ve etkili olacağına da inanıyorum.