2000 Mart’ında Lizbon’da toplanan Avrupa Birliği Konseyi, sonradan adına Lizbon Stratejisi denilen şu kararı almıştı: 2010 yılında Avrupa Birliği’ni dünyada daha çok ve daha iyi işler için sürdürülebilir ekonomik büyümeyi ve daha büyük sosyal uyumu gerçekleştirebilen en rekabetçi ve dinamik bilgi ekonomisi yapmak. Bu stratejik hedefe ulaşmak için yıllık % 3 büyüme oranının yakalanması ve […]
2000 Mart’ında Lizbon’da toplanan Avrupa Birliği Konseyi, sonradan adına Lizbon Stratejisi denilen şu kararı almıştı: 2010 yılında Avrupa Birliği’ni dünyada daha çok ve daha iyi işler için sürdürülebilir ekonomik büyümeyi ve daha büyük sosyal uyumu gerçekleştirebilen en rekabetçi ve dinamik bilgi ekonomisi yapmak. Bu stratejik hedefe ulaşmak için yıllık % 3 büyüme oranının yakalanması ve 2010 yılında işgücüne katılım oranının % 70’e çıkarılması amaçlanıyordu. Lizbon Stratejisi ekonomik, sosyal ve çevresel değerlerin bir arada ve uyum içinde korunabileceği, bu uyumla sonuca ulaşılabileceği öngörüsüne dayanıyordu.
Lizbon Süreci’nin beşinci yılında AB içinde değerlendirmeler yapılıyor. Bu değerlendirmelerin ortak noktası, Lizbon Süreci’nin ilk beş yılında istenen hedefe ulaşılamadığı, hatta ortada açık bir başarısızlık olduğu yolundadır. Bir ara-dönem değerlendirmesi yapmak üzere eski Hollanda Başbakanı Wim Kok başkanlığında oluşturulan grup tarafından hazırlanan raporda bu başarısızlık tespit ediliyor ve Lizbon Stratejisi’nde değişiklik talep ediliyordu.
Avrupa Komisyonu bu hazırlığını tamamladı ve 2 Şubat tarihli öneriler belgesini kamuoyuna sundu. Tartışmalar da başladı tabii ki. Çünkü önümüzdeki günlerde toplanacak Avrupa Birliği Konseyi, Komisyon tarafından hazırlanan değişiklikleri ele alacak ve Lizbon Süreci’ne ilişkin yeni bir yol haritası belirleyecek.
Bu konu neden önemli ve tartışmalar neden şiddetlendi?
Lizbon Stratejisi, aslında Avrupa Birliği’nin sosyo-ekonomik yönelimini belirleyen temel konulardan birini oluşturuyor. Daha önce Maastricht Zirvesi’nde alınan kararlar ışığında AB bünyesinde İstikrar ve Büyüme Paktı oluşturulmuştu. Maastrict kararlarının ve Paktın amacı ekonomik “istikrarı” sağlamaktı. Bu çerçevede üye ülkelerden kamu borçlarının GSYH’ya oranının % 60’ı aşmaması, bütçe açığı oranının da en fazla % 3 olması isteniyordu. Ayrıca enflasyonda da üst hedef olarak % 2 hedefi konmuştu. Tüm bu hedeflerin amacı bir Euro bölgesi oluşturmak, ortak paraya geçmek ve para politikasının “özerk” Avrupa Merkez Bankası tarafından yönetilmesini sağlamaktı.
İstikrar odaklı Maastrict Kararları Avrupa işçi sınıfının ve solcularının eleştirisine uğramıştı. “Maastricht Avrupası’na Karşı Sosyal Avrupa” o dönemin ana şiarlarından biriydi. Bunun nedeni Maastricht hedeflerin ulaşmak için izlenen neo-liberal politikalardı.
Biraz da bu tepkileri azaltmak amacıyla ve Avrupa toplumlarına yeni bir hedef gösterebilmek amacıyla Lizbon Kararları alındı. Avrupa İstihdam Stratejisi ile birlikte Lizbon Süreci, AB halklarına çekilen sıkıntıların ortadan kalkacağını, istihdamın ve gelirin artacağını vaad ediyordu. Ancak Lizbon Süreci’nin ilk beş yılında Avrupa ekonomisinin vaad edilen yönde ilerlemediği açıkça ortaya çıktı. Bu dönemde ortalama büyüme oranı yıllık % 2’nin de altında kaldı. İşsizlik ciddi boyutlara tırmandı ve gençlerin işsizliğinde yapısal sorunlar ağırlaştı. Yaşlanan nüfus gelecek için karamsarlık yaratıyor. Bu haliyle Avrupa, değil “en dinamik bilgi ekonomisi olmak”, mevcut ekonomik gücünü de yitirme kaygısına düşmüş durumdadır.
Tartışma bu durumdan nasıl çıkılacağı noktasındandır. AB Komisyonu tarafından hazırlanan “Lizbon Stratejisi İçin Yeni Bir Başlangıç” başlıklı rapor çözümü neo-liberal politikalarda arıyor. Komisyon, 2010’da istenen hedeflere ulaşmak içim ekonomik büyümeye öncelik verilmesini, sosyal uyum ve çevresel değerlerin ikinci plana atılması gerektiğini düşünüyor. Komisyon raporunda “birbiriyle çelişen” hedefler ile bir yere varılamayacağı vurgulanıyor. Böylece “önce pastayı büyütelim sonra paylaşalım” yaklaşımı bir kez daha öne çıkarılmış oluyor.
Buna karşılık Avrupa Sendikalar Konfederasyonu ETUC, Komisyon’un bu yaklaşımını eleştiriyor ve farklı bir makro-ekonomik büyüme modeli öneriyor. ETUC bu amaçla 1-2 Mart’ta Brüksel’de bir konferans düzenledi. Toplantıya çeşitli üniversitelerden ve araştırma kuruluşlarından çok sayıda uzman katıldı. ETUC ayrıca 19 Mart tarihinde Brüksel’de geniş katılımlı bir eylem düzenliyor. Eyleme Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden işçiler katılacak ve AB’nin neo-liberal ekonomik yaklaşımı protesto edilecek.
AB ve ETUC’un Farklı Yaklaşımları
AB Komisyonu, Avrupa ekonomisini mevcut durgunluk halinden yeniden büyümeye taşımak için iç pazarın daha iyi işlemesi yoluyla daha fazla rekabeti ve daha fazla insanın işgücü piyasasına çekilmesini temel faktör olarak görüyor. Ancak işgücü piyasasına girecek daha fazla insanın niteliği ne olacak? Bu insanlar çok düşük ücretli işlere mi çekilecek, yoksa eğitim, nitelikli işgücü ve üretmek iş yaratmayı amaçlayan sosyal koruma odaklı işgücü piyasası politikaları mı uygulanacak? Ayrıca istihdam için yatırım gerektiğine göre, yatırım nasıl teşvik edilecek?
Komisyon’a göre yatırımların teşviki piyasaların daha esnek hale getirilmesine bağlıdır. Komisyon yeni strateji olarak özellikle işgücü piyasasında esneklik (toplu pazarlık sistemlerinin ademi merkezi hale getirilmesi, esnek çalışma biçimleri, çalışma saatlerinin esnekliği vb.), hizmetler alanının serbestleştirilmesini, sosyal güvenlikteki düzenlemelerle insanların daha fazla süre işgücü kapsamında kalmasını (emeklilik yaşının arttırılmasını) ve araştırma ve geliştirmeye daha fazla kaynak aktarılmasını öne çıkarıyor. Bunlar tamamen neo-liberal yaklaşımdır ve soruna ekonominin arz yanında çözüm aramaktadır.
ETUC ise yatırım artışının yeterli talep öngörüsüne bağlı olduğunu, şu anda Avrupa’da eksik olanın yeterli talep düzeyi olduğunu iddia ediyor. ETUC’a göre talebin düşük olduğu koşullarda maliye ve para politikalarıyla talep artışı teşvik edilmelidir. Bir kez yatırımlar artışa geçti mi bu çevrim devam eder, çünkü yatırım sadece ek sermaye ve arz yaratmaz, aynı zamanda talebin de bir parçasıdır. Bütçe açığında küçük bir artış, örneğin % 1 puanlık artış ekonomiyi yatırım ve büyüme çevrimine sokabilir ve enflasyon yaratmaz. Yapılan projeksiyonlara göre yıllık yatırım artışı % 7-8 arttırılabilirse, bu ekonominin büyüme potansiyeline yıllık % 0.2-0.3 artış getirecektir. Böylece, 2010 itibariyle Avrupa’nın büyüme oranı şu anki % 2’den % 3-3.5’a çıkacaktır.
ETUC, Avrupa’da uygulanan ekonomik politikaların sermayenin karlılık oranını 1960’ların “altın dönemindeki” oranlarına çıkardığını, buna karşılık reel ücretlerin artmadığını, ücretlerin GSMH içindeki oranının 1960’lar düzeyine düştüğünü söylüyor. ETUC bunun nedeni olarak, merkezi ücret pazarlığının yerini deregüle ücret sistemlerinin (bireysel pazarlıkların, işyeri sözleşmelerinin) almasını gösteriyor. Mevcut durumda işçilerin güvencesizliği en üst düzeydedir ve İşverenler yapısal işsizlikten de yararlanarak ücretleri düşürmek istemekte, rakiplerini de düşürmeye teşvik etmektedirler. Ancak bu yöntem toplam talebi düşürmekte ve bu da Avrupa’yı ekonomik durgunluğa sürüklemektedir.
“İstikrar odaklı” AB maliye ve para politikaları da eleştiriliyor. Avrupa Merkez Bankası sadece enflasyona odaklanmıştır ve ne pahasına olursa olsun ortalama enflasyonu % 2’nin altında tutmaya çalışmaktadır. Maliye politikası ise denk bütçeye kitlenmiştir. Maliye bakanları durgunluğun kamu açıklarını daha da büyütmesi karşısında seyircidir. Ekonomiyi yeniden ayakları üzerine dikecek bir maliye p
olitikası izlenmemektedir. Para politikası çok az ve çok geç çalıştırılmaktadır.Durgunluk geri döndürülemez noktaya geldikten çok sonra faizler düşürülmüştür. Bu “bekle-gör” yaklaşımı yatırımcıların ve tüketicilerin güvenini sarsmaktadır. Sonuçta açıklar daha da yükselmekte, faiz oranları düşük olmakla birlikte büyüme gerçekleşmemektedir. Avrupa’da tüm umut üçüncü taraf ülkelerden gelecek talebe (ihracat) dayandırılmıştır. ETUC, dünyanın en büyük ekonomik bloğu için bu yaklaşımın anlamsız olduğunu, esas olanın iç talebin yükseltilmesi olduğunu vurgulamaktadır.
ETUC’un temel yaklaşımı, Avrupa’da arz değil, talep sorunu olduğu yönündedir. Avrupa diğer ekonomik bölgelerden farklı olarak yeniden büyümeye geçememiştir. Bazıları bunun nedenini arz tarafındaki problemlerde arıyor ve piyasa “katılıkları”nın (siz bunu işçi hakları olarak okuyun!) işgücü arzını ve potansiyel yatırımları engellediğini iddia ediyorlar. Üretim faktörleri arzı etkin olmadığı için büyümenin sağlanamadığı söyleniyor.
ETUC ise bunun gerçek olmadığını, yeterli üretim faktörü olduğunu ama üretim potansiyelini kullanacak talep olmadığı için bunun harekete geçirilemediğini söylüyor. Firmaların % 98’i işçi bulmakta zorluk çekmediklerini belirtiyor. Ortalama reel ücretler 2001-2005 döneminde neredeyse sabit kalmıştır (sadece % 0.4 artmıştır) ve nominal ücretler aşağı düşmektedir. Almanya’da sıfır ücret artışı yaşanmaktadır. İşgücü piyasası gayet “gevşektir”. Sermaye tarafında ise imalat sektöründeki kapasite kullanımı tarihsel ortalamanın altına düşmüştür.
ETUC’a göre, Son 15 yılda, 1980’lerde ve 90’ların başlarında reel ücret artışları verimlilik artışının gerisinde kaldı. Bunun sonucu olarak GSYH içindeki ücret payı 1960’lardaki değerinin altına indi. Karlılık oranı ise altın yıllar olarak anılan 60’lardaki seviyenin de üstüne çıktı. Petrol fiyatındaki şok artışlara, 2003’e kadar eurodaki değer kaybına, gıda yetersizliğine ve dolaylı vergilerdeki artışlara rağmen enflasyon çok düşük. Bunun nedeni ücretlerin oluşumudur. Reel ücretler son yıllarda sabit kalmıştır. 2000-2004 döneminde nominal ücretler Avrupa Merkez Bankası fiyat istikrarı hedefiyle uyumlu şekilde artmıştır. Ücret payının azalmasına, karlılık payının artmasına rağmen yatırımlar artmamaktadır. Bunun tek sebebi yeterli talep olmamasıdır. Yatırımlar teorik kar oranına göre değil karların gerçekleşmesini sağlayan Pazar koşullarına, yani talebe duyarlıdır. Politikacılar hala ücret artışlarını kontrol etmeye, hatta daha da düşürmeye çalışmaktadırlar. Bunun yolu olarak ücret oluşumunu firma düzeyine indirerek, işverenlerin ücretler azalmadığı takdirde üretimi başka ülkelere kaydırma tehdidiyle karar almalarını kolaylaştırmak, böylece ücret rekabeti döngüsü yaratmak kullanılmaktadır. Ücretler Avrupa düzeyinde % 10-20 azalırsa mal ve hizmetleri kim satın alacaktır? Bu yöntem daha derin durgunluk ve deflasyon demektir.
Avrupa Neden Büyümeye Geçemiyor?
ETUC bu konuda ABD ile bir karşılaştırma yapıyor. Buna göre para politikasında ABD Merkez Bankası kısa bir sürede 500 faiz ayarlaması yaptı. Faizler % 1’e indi (negatif reel faiz). Aynı dönemde Avrupa Merkez Bankası “bekle-gör” ile vakit geçirdi. % 2 enflasyon hedefinin altına faizleri düşürmeyi reddetti, negatif faize geçmedi. Sadece 275 ayarlama yaptı. Maliye politikasında, 2000’de ABD’de % 1.3 bütçe fazlası varken, 2004’te bütçe açığı % 4.2 oldu. Britanya sağlık sektörüne büyük yatırım yaparak GSMH’yı % 4.4 arttırdı. Bu Euro bölgesinde yapılmadı.
ETUC’a göre “esnek ve piyasa” odaklı ABD ekonomisinde hükümet GSYH’nın % 6’sı kadar talep yaratıyorsa ve 500 kez faizleri düşürüyorsa Avrupa’nın bunu haydi haydi yapması gerekir. Euro bölgesinde 2004’te kamu açığı % 2.9 iken ABD’de % 4.7’dir. Faiz oranları euro bölgesinde % 2, ABD’de ise % 1’dir. Bu manevra imkanıdır. Verginin yapısında ve hükümet harcamalarında tüketici harcamalarını arttıran ve tasarrufların azalmasını sağlayan düzenlemeler yapılabilir.
Ne Yapmalı?
ETUC’un makro-ekonomik büyüme modeli şu önerileri gündeme getirmektedir: İstikrar ve Büyüme Paktı sadece mali hedeflere kilitlenmemelidir. Pakt Lizbon hedefleriyle uyumlu hale getirilmelidir. İstikrar Paktı’ndan ve % 3 bütçe açığı hedefinden hafif bir uzaklaşma ile araştırma, geliştirme, eğitim ve aktif işgücü piyasası politikalarına kaynak ayırmak gerekir. Makro-ekonomik diyalog süreci (Köln süreci) yeniden güçlendirilmelidir. Üç-Taraflı Sosyal Zirve ile makroekonomik diyalog süreci arasında bağ olmalıdır. Maliye Bakanları ile Çalışma Bakanları ortak toplantısı yapılmalıdır. Bu sürece merkez bankaları ve sosyal taraflar da katkı da bulunmalıdır. Avrupa Merkez Bankası tek yönlü değil (enflasyonu düşürme odaklı) değil, fiyat istikrarı ile büyüme arasında denge kuracak şekilde simetrik para politikası izlemelidir.
ETUC Genel Sekreteri John Monks şunları söylemektedir: “Talebin arttırılmasını hedefleyen makroekonomik politikalar yürürlüğe konmadıkça, AB Lizbon Stratejisi’ni başaramayacaktır. ETUC Bahar Zirvesi’nde Brüksel-Washington konsensüsünden vazgeçilmesi ve Avrupa’nın makro-ekonomik çerçevesinin reforme edilmesi kararlaştırılmalıdır. Güçlü bir canlanmanın sağlanması yıllık % 3 büyümeyi ve gelecek 5 yılda 12 milyon yeni iş yaratılmasını sağlayacaktır. Avrupa’da büyüme durmuştur. Böyle bir Avrupa’da çalışanların güveni sarsılmakta ve Anayasa’ya hayır kampanyaları güç kazanmaktadır. Aktif para ve maliye politikaları izlememenin büyük bedeli bu olacaktır. Bahar Konseyi Avrupa’nın bu gerçek problemine el atmalıdır. Avrupa’nın problemi arz eksikliği değildir. Avrupa yeterince büyüyemiyor çünkü talep çok azdır. Ve bunu böyle tutmak düşük büyüme-düşük yatırım kısır döngüsünü devam ettirecektir. Yatırımlar yeniden canlandırılınca Avrupa bambaşka bir rotaya girecektir. Yüksek yatırım ekonominin sermaye stokunun (makineler, ofis araç-gereçleri, iletişim ağları) inşası demektir. Bu enflasyonist baskı yaratma korkusu olmaksızın yüksek büyümeyi sürdürmeyi mümkün kılar. Mevcut durumda % 1 olan yıllık yatırım artışı % 7-8 oranına çıkarsa, ekonominin büyüme potansiyeli her yıl % 0.2-0.3 daha fazla olacaktır ve 2008-2010 döneminde potansiyel yıllık büyüme oranı ortalama % 3 tutturulacaktır.”