Uluslararası kuruluşlarıyla, yani İMF’si, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği (AB) ile, yerli sermayenin örgütleriyle, bütün düzen partileriyle burjuvazinin Türkiye işçi sınıfına, kamu çalışanına, emekçisine, yoksuluna büyük taarruzunu başlatalı tam çeyrek yüzyıl oluyor. Bu yıl hem Türkiye’de neo-liberalizmin miladı olan 24 Ocak kararlarının, hem de işçi sınıfını ve ezilenleri burjuvazinin karşısında tutsak kılan 12 Eylül askeri […]
Uluslararası kuruluşlarıyla, yani İMF’si, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği (AB) ile, yerli sermayenin örgütleriyle, bütün düzen partileriyle burjuvazinin Türkiye işçi sınıfına, kamu çalışanına, emekçisine, yoksuluna büyük taarruzunu başlatalı tam çeyrek yüzyıl oluyor. Bu yıl hem Türkiye’de neo-liberalizmin miladı olan 24 Ocak kararlarının, hem de işçi sınıfını ve ezilenleri burjuvazinin karşısında tutsak kılan 12 Eylül askeri diktatörlüğünün 25. yıldönümü.
Çeyrek yüzyıllık baskı, taarruz, tutsaklık! Artık buna bir son vermek gerek! Artık işçinin-emekçinin yıllarca birikmiş hıncıyla, saklı kalmış dev gücüyle “yeter!” demek gerek!
Örgütümüz KESK ve bağlı sendikaları, sınıflar arasındaki güç dengesini sömürülenin, ezilenin lehine değiştirmek amacıyla girişilecek bir mücadelede bütün işçi sınıfının ve emekçilerin önde gelen, en değerli araçlarından biri. 1989-90 dönemecinde, Bahar Eylemleri’nin rüzgârıyla ayağa kalkan, Zonguldak madencilerinin grev ve Büyük Yürüyüşü’nün alevleriyle ateşlenen kamu çalışanları hareketinin fiili ve meşru mücadelesinin ürünü olan KESK yeniden mücadelenin yataklarından biri olabilir. Amacımız sendikalarımızı ve KESK’i on beş yıl önceki militanlığına yeniden kavuşturmak olmalıdır. Ama bunu yapabilmek için her şeyden önce nesnel koşulları ve KESK’in içinde bulunduğu durumu iyi saptamamız ve hareket hattımızı buna göre çizmemiz gerekiyor.
Nesnel koşullar
Nesnel duruma yön veren temel etken Türkiye burjuvazisinin ve onun temsilcileri olan düzen partilerinin İMF ve AB desteği ile Türkiye emekçilerine saldırısının derinleşerek devam ediyor oluşudur. Bu saldırı artık kamu çalışanlarının çalışma ve hayat koşullarını kökünden sarsıyor. Hemen hemen hepsi son iki yıl içinde kabul edilmiş olan Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Belediyeler ve Büyükşehir Belediyeler Kanunu, İl Özel İdareleri Kanununun ardından şimdi de Kamu Personeli Yasası gündemdedir. Bu yasa ile birlikte, kamu çalışanlarının çalışma hayatı kökünden değişecek, yüz binlerce kamu çalışanının göreli iş güvencesi bütünüyle ortadan kalkacaktır. Bu gelişme sendikal örgütlenmeyi kamu çalışanı için hayat memat meselesi haline getiriyor. KESK hayatımızın ve geleceğimizin güvencesidir.
Burjuvazinin bu büyük taarruzunun karşı kutbunda işçi sınıfı, kamu çalışanları ve bütün emekçilerin cephesinde yaşanan durgunluk vardır. Bugün Türkiye’de sınıf mücadelesi neredeyse tek yanlı olarak burjuvazi tarafından verilmektedir. 1989’dan günümüze, ama özellikle 1995’ten itibaren gerek genel olarak işçi sınıfının, gerekse KESK’in üyelerinin mücadeleciliğinde ciddi bir gerileme gözlenmektedir. Bunun ardında kuşkusuz birçok faktör yatıyor. Ama dünyanın başka yerlerinde (Batı Avrupa’da, Latin Amerika’da, Doğu Asya’da) son beş yıldır sınıf mücadeleleri yeniden yükselirken Türkiye’de neredeyse yaprak kıpırdamamasının bir nedeni var. Bu AB’dir. Burjuvazinin ideolojik taarruzu ile sendika yöneticilerinin gönüllü yalanları birleşince Türkiye işçi sınıfı bütün umudunu AB’ye, onun güya getireceği haklara, iş alanlarına, serbest dolaşıma vb. bağlamış bulunmaktadır. AB Türkiye işçi ve emekçisi üzerinde bir afyon rolü oynuyor!
Nihayet KESK’i ilgilendiren en yakın dış koşul, devletin KESK’in karşısına (hem de faşistlerce kontrol edilen) bir devlet sendikasını (Türk Kamu-Sen) çıkarmasıdır. Bu konfederasyon KESK’i ciddi bir eşitsiz rekabetle karşı karşıya bırakarak gelişmesini güçleştirmiştir. Kamu çalışanları kitlesinin yeniden fethedilmesi KESK’in sadece bugünkü konumunu koruması için değil, ayakta kalması açısından da gereklidir.
KESK’in durumu
Yani KESK’in mutlaka silkinmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Ama KESK’in kendisi, 1990’lı yılların kamu çalışanı sendikalarının bir gölgesi haline gelmiştir.
• KESK’in yükseliş aşaması 1995 yılından başlayarak sona ermiş ve kamu çalışanları hareketinde bir duraklama dönemi başlamıştı. 2001’de 4688 sayılı yasa kabul edildikten sonra bu duraklama açıkça bir gerilemeye dönüştü. Geçmişin kazanımlarının bir bölümü KESK yönetimine hakim unsurlarca “yasanın yarattığı zorunluluklar” gerekçesiyle tırpanlandı. İşyeri faaliyetleri giderek yavaşladı, sendikalar ve KESK masa başından yönetilmeye başladı. Eylemliliklerdeki mücadele gücü gözle görülür biçimde azaldı. KESK’in politik profili değişmeye başladı. CHP’nin konfederasyon içindeki mevcudiyeti hissedilir hale geldi.
• KESK düzene adım adım adapte oluyor. Bu adaptasyonun en önemli kilometre taşı, eskiden “sahte yasa” olarak nitelenen 4688’e gösterilen hızlı uyum oldu. Günümüzde KESK Başkanı sağda solda sosyalizm konusunda radikal bir söyleme sarılıyor, ama örgüt pratikte gittikçe daha az kendi tabanına, gittikçe daha fazla hakim sınıfların içindeki belirli bir kesime yaslanıyor. Gün geliyor, KESK başkanı AKP hükümetinden rahatsız olan “bütün” güçleri işbirliğine çağırarak 28 Şubatçı güçlere yaslanıyor. Gün geliyor, Eğitim-Sen AKP iktidarına sadece “laik düzene tehdit” oluşturduğu için karşı çıkıyor.KESK içinde düzenin sesi olmayı seçen Sendikal Birlik platformu güç bakımından on yıl öncesinden çok farklı bir yerde.
• Kamu çalışanları hareketinin tarihinde ilk kez işçi sendikalarının büyük illeti bürokratikleşme yükseliş halinde. 4688 ile birlikte profesyonel sendikacılığa geçiş, bu bakımdan bir milat olma potansiyelini saklıyor. İşçi sendikalarında onyıllardır var olan sorunlar KESK’te de ortaya çıkmaya başlıyor: yasadaki profesyonelleşme hükümlerini sonuna kadar kullanma, sendika kasasını kendi çıkarları için seferber etme, yolsuzluk, tabandan adım adım kopma, bütün bunlar işçi sendikalarından sonra KESK’e de musallat olan sorunlar haline gelmeye başladı. Çıkarları sendika tabanının çıkarlarından farklılaşan bir bürokratik katmanın oluşumu tehlikesi adım adım KESK’te de baş gösteriyor. Sorun henüz geri dönülmez bir aşamaya ulaşmış değil. KESK’in ve bağlı sendikaların bürokratikleşmesi ile derhal mücadeleye girişmek bunun için çok önemli.
Ne yapmalı?
Yukarıda kısaca özetlenen nesnel koşullar ve KESK’in yaşadığı değişim göz önüne alındığında, kamu çalışanlarının hayati çıkarlarının KESK’i yeniden ayağa kaldırmak için mücadeleyi gerekli kıldığı açıkça ortaya çıkıyor. KESK’in tabanında birçok insan aslında bu gelişmelerin gayet iyi farkında. Mesele mücadelenin doğru bir hat üzerinden verilerek bu insanların seferber edilebilmesi.
• Her şeyden önce bir nokta konusunda berrak olmak gerekiyor. Hedef, KESK’in yeniden sınıf mücadeleci bir sendikal hareket haline getirilmesidir. “Yasalar müsait değil”, “4688 izin vermiyor” vb. türünden mazeretler derhal bir kenara bırakılmalıdır. KESK’i KESK yapan yasalar ve siyasi iktidarın icazeti değil, yasal bir çerçeve olmamasına rağmen verilmiş olan birleşik, kitlesel, fiili ve meşru mücadele olmuştur. Dün yasalara bakıyor muyduk ki, bugün bir sahte sendika yasasına böylesine boyun eğelim? Yasalar değişir. Değişmesinin bir yolu da emekçilerin mücadele içinde siyasi iktidarı buna zorlamasıdır. Önemli olan bizim beyinlerimizin burjuvazinin yasalarının işgalinden kurtarılmasıdır!
• Bugün genel kurullar süreci yaşanırken yapılması g
ereken, bütün şubelerde, sendikalarda ve KESK düzeyinde, bürokratikleşmeye karşı, tepeden tırnağa demokratik bir sendikal harekete gönül vermiş, düzene adapte olmuş bir sendikacılığın cenderesinden kurtulmak isteyen, KESK’i yeniden bir mücadele örgütü haline getirmekte kararlı bütün unsurların karşılıklı yardımlaşma, destek ve mümkün olan her alanda ittifak içinde davranmasıdır. İhtiyaç duyulan, KESK’te ve sendikalarda yönetimi feodal beylikler halinde aralarında paylaşmış olan siyasi çizgilere bir yenisini eklemek değildir. Bugünün somut koşullarında ihtiyaç duyulan, sınıf mücadelesini faaliyetinin merkezine yerleştiren bütün unsurların işbirliğidir.
• Bu mücadelede hem eski kuşağın deneyimi, hem de genç kamu çalışanlarının dinamizmi yararlanılması gereken avantajlardır. KESK’e ve sendikalara hakim olan siyasi eğilimler, 90’lı yıllarda kamu çalışanları sendikalarını inşa etmek için hareketin değişik düzeylerinde varını yoğunu veren insanları tasfiye etmiş, küstürmüş, görevden uzaklaştırmıştır. Bu insanların geri kazanılması gerekiyor. Öte yandan, genç kuşağa sadece geçmişin şanlı mücadelelerin yüceltilmesi ile hitap etmek mümkün değil. Geçmişin hakkını verelim, ama geleceğe bakalım. Gençlere faaliyetin ön saflarında yer açın!
• Kadınlar çifte ezilmişlikleri dolayısıyla bir kez mücadeleye çekildiler mi, davaya en sadık, en fedakâr militanlar haline gelirler. Ama bunu yapabilmek için kadınların genel olarak toplumda salt kadın oldukları için ezildiklerinin kabulü ve örgüt içinde bu sorunla mücadele bayrağının yükseltilmesi gerekir. KESK’in kadın çalışması giderek rutin, göstermelik, dostlar alışverişte görsün mantığı ile yapılan bir faaliyet haline dönüşüyor. Bu durumu mutlaka değiştirmek gerekir.
KESK’i ayağa kaldırma mücadelesi esas olarak şu eksenler etrafında yürütülmelidir: düzenin kamu çalışanlarına ve daha genel olarak işçi sınıfına reva gördüğü çalışma ve yaşam koşullarına karşı tutarlı bir mücadelenin yükseltilmesi, KESK içinde bürokratizme karşı mücadele, işçilerle kamu çalışanlarının ortak örgütlenmesi için mücadele, AB afyonuna karşı mücadele, .
Kamu çalışanının ve işçinin geleceği için mücadele
Tersine ne söylenirse söylensin, 4688 sayılı yasa KESK’e bugün hakim olan siyasi eğilimlere mücadelenin kalıcı çerçevesi gibi görünmektedir. Oysa bu yasa hakim sınıfların 90’lı yılların büyük mücadele dalgasını durdurmak için kullandığı araçlardan biridir. Dolayısıyla, KESK’in mücadelesinin odak noktası hâlâ gerçek bir sendikalaşmanın, grev ve toplu sözleşme haklarının elde edilmesidir.
Bunun yanı sıra, KESK Kamu Yönetimi Temel Yasası, Belediyeler ve Büyükşehir Belediyeleri Yasaları, İl Özel İdareleri Yasasını tamamlamak üzere hazırlanmış olan Kamu Personeli Yasa Tasarısına karşı mücadeleyi, benimseyeceği doğrultunun ikinci ekseni olarak belirlemelidir. Bu yasa kabul edilirse, kamu çalışanlarını görülmedik ölçüde bir sarsıntı bekliyor. KESK bugünden yayın, eğitim, işyeri toplantıları aracılığıyla tabanı bu konuda bilgilendirmeli, yarının büyük eylemlerine hazırlamalıdır. Tabanı bilgilendirmeden ve hazırlamadan yapılan eylemlerin başarıya ulaşması ve yasayı durdurması mümkün değildir.
Bu mücadele KESK’in burjuvazinin neo-liberal taarruzuna karşı tutarlı bir hat benimsemesi sayesinde işçi sendikaları ve meslek örgütleriyle tutarlı temelde bir işbirliği ile taçlandırılabilir. KESK dikkatini AKP hükümetine karşı 28 Şubatçı güçler ile bir işbirliğine değil, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına çevirmelidir. Uygulanan neo-liberal politikalar AKP’ye özgü değildir. Türkiye’deki bütün düzen partileri tarafından benimsenmektedir. Öyleyse, KESK burjuvazinin kendi iç çatışmalarında saf tutmak yerine, bütün düzen güçlerini karşısına alan, emekçilerin birliğini hedefleyen bir hat tutturmalıdır.
KESK içinde bürokratikleşmeye karşı mücadele
Bütün dünyada ve Türkiye’de sendikal hareketin tarihsel gelişimi, mücadele edilmediği takdirde sendikaların bürokratikleştiğini gösteriyor. Bürokrasiye karşı mücadelenin en önemli araçlarından biri elbette sendika içi demokrasidir. Ama sorunun köküne inmeyen çabalar hüsranla sonuçlanacaktır. Bürokrasi kendine özgü ayrıcalıkları olan, bu yüzden de çıkarları sendika tabanından farklılaşan bir toplumsal katmandır. Bürokrasiye karşı mücadele bu tür bir katmana ve onun oluşumuna karşı verilecek bir mücadeledir.
• Profesyonel yönetici sayısı asgariye indirilsin! Sendika gelirleri üyelerin eğitimine ve mücadelenin örgütlenmesine harcansın!
• Bürokrasinin oluşmasının tek nedeni yönetici maaşlarının yüksekliği değildir. Sendika bütçesinden müsrif harcamalara son! Yönetici masraflarına tavan getirilsin!
• Yolsuzluk aynen işçi sendikalarında olduğu gibi yayılmaktadır. Yolsuzlukların üzeri kapatılmasın! Tabanın desteği ile yolsuzluklarla sonuna kadar mücadele!
• Sendikalar yeniden üyelerinin ve işyerlerinin bağrında yaşayan örgütler haline getirilmelidir. İşyeri kurulları kurulsun! Şube temsilciler kurulları canlandırılsın! Bazı sendikalarda varolan Genel Temsilciler Kurulu bütün sendikalara yayılsın!
• KESK Genel Yönetim Kurulu karar alma yetkileriyle yeniden oluşturulsun!
İşçi ve kamu çalışanının ortak örgütlenmesini yaratalım!
Sermayenin bugün işçilere ve kamu çalışanlarına yaklaşımı, bir yandan çalışanları birçok farklı kategoriye bölerken (kadrolu, geçici, sözleşmeli, part-time, süreli, taşeron vb.), bir yandan da kamu çalışanlarının çalışma ve yaşam koşullarını adım adım işçilerinkine yaklaştırmaktadır. Kamu çalışanları yaptıkları işin içeriği, yetkileri, emek süreçleri, ücretleri ve yaşam tarzları bakımından gittikçe daha fazla işçileşmektedir. Kamu çalışanları artık genel olarak proletaryanın bir parçası haline gelmiştir.
Kamu Personeli Yasa Tasarısı, bu genel eğilimin son merhalesidir. İşçi ile kamu çalışanının arasında kalan son farklar da bu yasa sonrasında ortadan kalkacak, Türkiye’de kapitalizmin gelişmesine damga vurmuş işçi/memur ayırımı kamu çalışanlarının sadece küçük bir bölümü için geçerli kalacaktır. Bunun yanı sıra kamu çalışanını işçiden daha avantajlı kılan en önemli kazanımı, yani iş güvencesi de ortadan kalkacaktır.
Bu durumda, kamu çalışanları ile işçilerin, zaten gerekli olan birlikte örgütlenmeleri artık tam bir zorunluluk haline gelmektedir. KESK mücadeleci döneminde “Ortak Çalışanlar Yasası” talebini ve ortak örgütlenme perspektifini açıkça savunuyordu. Bugün tam da bu perspektif hayatın gelişmeleriyle doğrulanırken, KESK yönetimi bu perspektifi giderek içi boş bir slogan düzeyine indirgemeye başlamıştır.
• Bütün çalışanları kapsayacak bir ortak iş yasası temelinde iş güvencesinin, toplu sözleşme ve grev haklarının kazanılması ve burjuvazinin tırpanladığı hakların yeniden elde edilmesi için işçi sendikalarıyla birlikte mücadeleye!
• İşçilerle birleşme sadece DİSK’le olmaz! İşçi sınıfının büyük bölümünü örgütlemiş olan Türk-İş başta olmak üzere sendikaların tabanındaki işçiyi sağcı bürokrasiye terk etmeyin! KESK derhal Türk-İş’te her düzeyde yer alan sınıf mücadeleci sendikacılar, temsilciler ve işçilerle temasa geçerek bugün ortak mücadelenin, yarın ortak örgütlenmenin yolunu açmak için çaba göstermelidir! Türk-İş, Hak-İş ve diğer sendikala
rdaki işçilerin bütünü kazanılamayabilir. Ama her bir işçiyi kazanmak için bürokrasi ile sonuna kadar dişe diş mücadele etmek gerekir.
• KESK’te elitizm ve korporatizme son! Sendikalar işkolundaki bütün çalışanları örgütlemek için mücadele etmeli! Meslekten çalışanların (Eğitim-Sen’de öğretmenlerin, SES’te doktor ve öteki sağlıkçıların vb.) yanı sıra memur ve hizmetlilerin çıkarları için de mücadeleye!
• Yasaya uymuyor gerekçesiyle işkolundaki çalışanların örgütlenmesinden kaçınmaya son! Eğitim-Sen sözleşmeli, stajyer ve özel okullarda ve dershanelerde çalışan öğretmenleri derhal üye kaydetmeli! Bütün sendikalar Enerji Yapı Yol Sen’in yolundan yürüyerek taşeron işçilerini örgütlemeli!
• Yaşasın işçi sınıfının birliği! Birleşik bir konfederasyon için seferber olalım!
AB afyonuna karşı işçi sınıfının gerçek uluslararası birliği
KESK’in bürokratlaşma eğilimindeki yöneticileri, bütün bunlara karşı “ama tabanda hareketlilik yok ki!” diye cevap vereceklerdir. Bu onların ardına saklandığı mazerettir. Sorulması gereken soru tabanda neden hareketlilik olmadığıdır. Bu bir kader değildir, değiştirilmesi için elden gelen her şey yapılmalıdır. Üstelik bugün Türkiye’nin işçileri ve kamu çalışanları birçok ülkedeki sınıf kardeşlerinden farklı olarak durgunsa, bunun ana sorumlularından biri de kendileridir. İşçi sendikalarının bürokratları ile birlikte, KESK ve bağlı sendikalar yöneticilerinin çoğu da AB’yi Türkiye işçi sınıfına bir kurtuluş yolu olarak göstererek sınıfı afyonlamışlardır! AB İMF’nin Avrupa’daki kod adı olduğu halde, AB üyeliğinin Türkiye işçi sınıfını sendikal ve sosyal haklara, iş olanaklarına, refaha kavuşturacağı konusunda burjuvazinin yaydığı yalanlara ortak olmuşlardır.
Geçmişte en militan çalışmayı yapan sendika ve şube yöneticilerini AB emperyalizminin parasıyla beş yıldızlı otellerde düzenlenen seminerlerde Avrupa sendikalarının tepesine çöreklenmiş bürokrasinin AB’nin neo-liberal saldırılarına karşı işçi sınıfını uyuşturmak için sarıldığı “sosyal diyalog” anlayışıyla evcilleştirmeye çalışmışlardır. Brüksel’de AB emperyalizminin baş mimarı olarak çalışan Avrupa Komisyonu’nun bir dairesi haline gelmiş olan Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’nu (ASK) Türkiye işçi sınıfına tek adres olarak tanıtmışlardır. ASK’ı bürokrasiden ve AB emperyalizminin uzantısı olmaktan kurtaracak bir çizgi izlemek yerine bürokrasinin hık deyiciliğini yapmışlardır.
KESK AB emperyalizminin bir afyon olarak kullanılmasına son vermelidir. AB Avrupa’nın emperyalist sermayesinin yükseliş halindeki devletidir. Bu devlet “emeğin Avrupası” için kullanılamaz. Emeğin Avrupası ancak AB’nin yıkılması yoluyla kurulabilir. Bunun için de uluslararası dayanışma çerçevesinde sınıf mücadelesi gerekir. AB’yi hem kurtuluş olarak görüp hem de yıkmak için mücadele edemezsiniz! Türkiye’de sendikalar AB’ye “milli çıkarlar” zedeleniyor olduğu için değil, sınıf çıkarları temelinde karşı çıkmalıdır. Bu ise gerçek bir enternasyonalizmi gerektirir.
• KESK ve sendikalar, AB afyonu ile mücadeleye! AB ile müzakere süreci Türkiye’ye on yıllık bir neo-liberalizm aşısı olacaktır. Çalışanların haklarının AB şemsiyesi altında tırpanlanmasına karşı aktif mücadeleye!
• ASK ile “sosyal diyalog” eğitimi toplantılarına son! Kamu çalışanları beş yıldızlı otellerde değil, işyerlerinde ve sendikalarında eğitilmelidir! AB emperyalizminin parası Türkiye kamu çalışanlarını ve işçilerini uyuşturamayacaktır!
• ASK içinde Avrupa’nın sınıf mücadeleci sendikalarıyla işbirliği içinde daha militan bir hattın oluşturulması için mücadeleye!
• İtalyan COBAS, Fransız SUD’ler ve FSU gibi örgütlerle, büyük sendikaların içinde sınıf mücadeleci eğilimlerle işbirliğine!
12 Eylül sistemini yıkmaya, 24 Ocak doğrultusuna son vermeye, kamu çalışanı ile işçiyi birleştirmeye, KESK’te omuz omuza mücadeleye!