Bu nedenle Kamu hastaneleri döner sermaye gelirlerini artırmak için sağlık hizmetlerini paralı hale getiriyor. Bu uygulamayla birlikte Hastane yöneticileri kendilerini, varlığını sağlık hizmeti satarak sürdüren bir işletmenin yöneticisi veya patronu olarak görmeye başlıyor ve gerekli personelin sağlanması sorunu “işçilik maliyeti” görünümünü kazanıyor. Kamusal sağlık hizmetlerinden sağlanacak gelirlerin sınırlılığı nedeniyle, döner sermayeden “işçiliğe ayrılacak pay” da […]
Bu nedenle Kamu hastaneleri döner sermaye gelirlerini artırmak için sağlık hizmetlerini paralı hale getiriyor. Bu uygulamayla birlikte Hastane yöneticileri kendilerini, varlığını sağlık hizmeti satarak sürdüren bir işletmenin yöneticisi veya patronu olarak görmeye başlıyor ve gerekli personelin sağlanması sorunu “işçilik maliyeti” görünümünü kazanıyor. Kamusal sağlık hizmetlerinden sağlanacak gelirlerin sınırlılığı nedeniyle, döner sermayeden “işçiliğe ayrılacak pay” da fazla olmuyor. Sonuç olarak Kamu hastaneleri ihtiyaç duydukları personeli taşeronlaştırma yoluyla sağlama yoluna gidiyorlar.
Hastanelerin temizlik, yemekhane, bakım onarım vb. alt hizmetleri ihaleye çıkarılıyor. İhale, alınacak hizmet için saptanan tahmini bedel üzerinden ve teklif usulüyle gerçekleştiriliyor. Hastane yönetimlerinin belirledikleri tahmini bedelde, işçilerin ücretleri “asgari ücret” üzerinden hesaplanıyor (tıbbi personel talebi halinde bu ücretlere cüz’i bir fazla ekleniyor) ; ihale bir yıl süreyle yapıldığı için herhangi bir “kıdem tazminatı” ve kıdeme bağlı diğer haklar için herhangi bir bedel öngörülmüyor; fazla mesai, bayram izni, ikramiye vb. hiçbir sosyal hak da bu hesaplamaya dahil edilmiyor.
İhaleyi üstlenen taşeron şirketler, hemen hiçbir “sermaye yatırımı” yapmıyorlar. Kağıt üzerinde bu şirketlerin elemanı olarak görünen işçiler, hastane yönetiminin yaptığı görevlendirmelere ve iş programına göre çalıştırılıyorlar. Taşeron şirketlerin yaptıkları tek şey, hastanenin gereksinim duyduğu personeli, hastane yönetiminin öngördüğü maliyetle sağlamasına aracı olmaktan ibaret oluyor.
TAŞERON USULÜ, İŞÇİLERİN TEMEL HAKLARINI İHLAL ETMEKTEDİR
Uygulanmakta olan bu usul çerçevesinde, taşeron aracılığıyla çalıştırılan işçiler, temel haklarından mahrum bırakılıyorlar. Bu çalıştırma usulü işçilerin şu temel haklarını ihlal etmektedir:
1- Sözleşme ve toplu sözleşme hakkı ve örgütlenme özgürlüğü:
a- Bireysel iş sözleşmesi açısından
Bu usulde taşeron şirket, çalıştıracağı işçiye biçimsel bir “Bireysel İş Sözleşmesi” imzalatmaktadır. Ancak bu sözleşmenin tanziminde işçinin hiçbir söz hakkı bulunmamaktadır. Ücret, işçiyle taşeron şirket arasında “Bireysel İş Sözleşmesi” imzalanmadan önce, Üst işveren (yani hastane yönetimi) ile taşeron şirket arasında belirlenmektedir.
b- Toplu iş sözleşmesi açısından
Taşeron şirketlerin işçileri bir yıllık bireysel iş sözleşmeleriyle çalıştırılmaktadır. Mevcut toplu sözleşme düzeni içinde bu işçilerin toplu sözleşme yapma hakkı fiilen bulunmamaktadır. Kağıt üzerinde bulunan haklarını kullanabilmeleri halinde, taşeron şirket, asıl işverenle yaptığı sözleşmedeki çerçeve içerisinde zarara uğrayacağından veya yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğinden bu sözleşme fesholacak, işçilerin devam edebileceği bir işleri kalmayacaktır.
b- Örgütlenme Özgürlüğü Açısından
Taşeron şirketlerde çalışan işçilerin sendikalaşması halinde asıl işverenle taşeron şirket arasındaki sözleşmenin feshedilmesi sıklıkla raslanılan bir durum olmaktadır. Her ne kadar yeni iş yasası, ana işin parçası veya eklentisi durumundaki işleri yürüten işçilerin işgüvenliğini ana işverene yüklüyorsa da yıllık sözleşme koşullarında bu yeterli bir güvence sağlamamaktadır.
2- Angarya Yasağı
Hastane taşeronlarında çalışanlar işin yapısı gereği fazla mesai kapsamına girmesi gereken “nöbet”lerde görev almalarına karşın normal çalışma sürelerinin ve günlerinin dışında yapılan bu çalışmalarına karşılık olarak herhangi bir fazla mesai ücreti alamamaktadırlar. Üst işverenler, birçok durumda, ihale sözleşmelerinde çalışma şartlarının yasal koşullarına uygunluğunun denetleyiciliğini de üstlenmiş olmalarına karşılık, taşeron işçilerini fazla mesai yapmaya zorlamakta ama taşeron şirkete, fazla mesaileri karşılamak için herhangi bir ek ödeme yapmamaktadırlar. Bu durumda, taşeron şirket işçilerinin yaptığı fazla mesailer, ücretsiz çalışma yani angarya niteliği kazanmaktadır.
3- Ayrımcılık Yasağı
Hastane yönetimleri, ayrılan kadrolu personelinin yerine taşeron şirket işçilerini çalıştırmaktadır. Aynı işyerinde aynı işleri yapan işçiler, taşeron şirket işçisi veya kadrolu işçi olmalarına bağlı olarak farklı ücret ve çalışma koşullarına tabi bir biçimde çalıştırılmaktadırlar. Doğrudan doğruya üst işverenliğin taşeron firmayla yaptığı hizmet sözleşmesine bağlı olarak ortaya çıkan bu sonuç, “Ayrımcılık Yasağı”nın açık ihlalidir.
Taşenon işçilere uygulanan ayrımcılık son derece geniş bir alana yayılmaktadır. Ücretler, yemek ve servis koşulları, izinler, görevlendirme tarzı, otoriter yaklaşım, saygı gibi ekonomik, profesyonel, toplumsal ve kültürel bakımlardan taşeron işçileri “ikinci sınıf işçi” muamelesi görmektedirler.
4- Çocuk Emeği Kullanma Yasağı
Temel çalışma standartlarından biri olan “Çocuk Emeği Kullanma Yasağı”nın özü, toplumsal zayıflıkların aşırı kötüye kullanımına engel olmaktır. Taşeron şirketler bu yasağın ihlali bakımından en büyük risk grubunu oluşturmaktadır. Taşeron şirketlerde çalıştırılan emekli, kadın, çocuk ve göçmen işçilerin oranı son derece yüksektir. Nüfusun bu grupları, işçilerin pazarlık gücü en düşük unsurlarıdır. Taşeron şirketler bu kesimlerden işçileri bu nedenle daha çok tercih etmektedirler. Bu işçiler sık sık kaçak olarak ve asgari ücretin altında ücretlerle çalıştırılmakta; istenildiği zaman işten çıkarılabilmektedirler. Üst işverenler, bu istismara da “maliyetleri düşürdüğü” ve “esneklik sağladığı” için göz yummaktadırlar.
Bu temel hak ihlalleri, yalnızca taşeron şirketler aracılığıyla çalıştırılan işçilere zarar vermemekte, bütün statülerden sağlık emekçilerini de olumsuz etkilemektedir.
Herşeyden önce aynı işyerinde çalışan işçilerin temel haklar bakımından farklı statülerle çalışmaları, çalışanların birliğini bozmakta ve onları işverenler karşısında güçsüz duruma getirmektedir. Bu parçalanma mevcut yönetimler tarafından geliştirilmeye çalışılmakta, emekliye ayrılan personelin yerine yeni personel alınmamakta; büyüyen hizmet ihtiyacı taşeron şirketlerle karşılanmaya yönelinmektedir. Birçok kamu hastanesinde hizmet üretimi taşeron şirketler ve özel sözleşmeli personel tarafından yütürütülebilir hale getirilmiştir. Bu amaca ulaşıldığında, hastane yönetimleri keyfi yönetim usullerine ve yaygın hak ihlallerine girişebilmektedir. Daha şimdiden bir çok kurumda angarya yerleşik bir uygulama halini almıştır. Bu uygulamalar, derece derece bütün ücretli çalışanların çalışma koşullarını baskı altına almaktadır.
Bu nedenle, taşeron şirketler aracılığıyla çalıştırmanın yarattığı temel hak ihlallerine karşı başta bizzat taşeron şirketlerin işçileri olmak üzere aynı işyerinde çalışan bütün sağlık emekçileri hep birlikte mücadele etmelidir. Çünkü temel çalışma standartlarının ihlali bütün çalışma koşullarının kötüleşmesine neden olur.
TEMEL HAK İHLALLERİNE KARŞI MÜCADELEDE TALEPLERİMİZ NELERDİR?
Taşeron şirketlerdeki güvencesiz çalışma koşullarından sorumlu tutulacak unsurlar bir kaç ayrı düzlemde oluşmaktadır.
A- DEVLETİN SORUMLULUĞU
Kamusal sağlık hizmetleri, tanımı gereği “kamu çıkarını” temel alm
alıdır. Sağlık hizmetlerine kamusal nitelik kazandıran birinci temel unsur, sağlık hizmetlerine tüm yurttaşların, kamusal kanallarla eşit ve ücretsiz bir biçimde ulaşmalarını sağlamaya yönelik olmasıdır. Oysa “kamu açıklarını kapatmak” için sağlık hizmetlerine bütçeden ayrılan payın azaltılması, kamu sağlık birimlerinin hizmetlerini ücretlendirmeleri ve bu yolla sağlanan “döner sermaye”nin başlıca finansman aracı haline getirilmesi bu amacın bir kenara bırakılmasıdır. Bu uygulama sağlık hizmetlerinin gelir beklentisine göre verilmesine neden olmakta; “kamu yararı” ikinci plana düşmektedir.
Bir hizmete kamu hizmeti niteliği kazandıran ikinci unsur, bu hizmetleri veren personelin insan onuruna uygun koşullarda çalıştırılmalarıdır. Anayasada ve yasalarda belirlenen temel insan haklarının uygulanmasından, işçilerin maddi ve manevi gelişimini sağlayacak koşulların yaratılmasından elde edilen kamu yararı, kamu kurumunun gelir-gider açığının üzerinde bir değer taşımaktadır. Bu yolla devlet istihdam ilişkilerinde temel toplumsal standartların uygulanmasına ve geliştirilmesine destek olur. Bu standartların desteklenmesi, “ülkenin bir ucuz emek cenneti” haline getirilmesinin ve halkın yoksullaşmasının önüne geçilmesi için öncelikli bir yer tutmaktadır. Kamu kurumlarında personel istihdamı politikasını sadece “maliyet”e indirgeyen yaklaşım, kayıt dışı ekonominin, vergi kaçaklarının, rüşvet vb. yasa dışı gelir sağlama yollarının gelişmesine neden olarak, devlete ve topluma çok daha ağır maddi ve manevi maliyetler getirmektedir.
Sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılmasının birinci adımı, kamusal sağlık birimlerinde “katma bütçe” yani “döner sermaye” uygulamasıdır. Bu adımı tamamlayan ikinci adım ise, kamusal sağlık personelinin döner sermaye gelirlerine bağlı olarak çalıştırılmasıdır. Sağlık kurumlarının gereksinim duydukları mal ve hizmetleri satın almaları için “destek” kaynak olması ön görülen “döner sermaye” önce sağlık personelinin ücretlerini dengelemek için bir kaynak olarak kullanılmış ve bu yolla, çalışanların da onayladığı bir gelir kaynağına dönüştürülmüştür. Daha sonra bu kaynak, personel eksikliğinin giderilmesi için kullanılmaya başlanmıştir. Şimdi ise bütün çalışanların fazla mesaileri döner sermayeden karşılanmaya başlanmıştır. Geriye bir tek adım kalmıştır; sağlık personelin tümünün ücretlerinin döner sermayeden ödenmesi…
Devletin etkili bir vergilendirme sistemi oluşturamamasının ve yanlış borçlanma politikalarının yarattığı tasarruf gereksiniminin yurttaşlara verilecek temel hizmetlerde kısıtlamaya giderek karşılanması tamamen yanlış bir yöntemdir. Sağlık ve eğitim toplumsal bütünlüğün temellerini oluşturan hizmetlerdir. Bu hizmetler temel kamusal hizmetlerdir ve “tasarruf” bahanesiyle “piyasalaştırılması” doğru değildir. Sağlık hizmetlerinin kamusal niteliğinin korunması, devletin başta gelen sorumluluğudur. Bu hizmetlerin taşeron şirketler aracılığıyla gördürülmesi, sağlık hizmetlerinin “piyasalaştırılması”nın bir parçası olarak gündeme gelmektedir.
Kamusal hizmet personelinin istihdamında temel hakların korunmasını sağlamaktan sorumlu devlet, kamu hizmetlerini piyasalaştırma kararıyla, işçileri temel haklarından mahrum bırakan bir istihdam ilişkisini bizzat kendisi yaratmaktadır.
Devletin sorumluluğunu bu biçimde belirlediğimizde, taşeron çalıştırmadan doğan hak ihlallerine karşı mücadelede işçilerin devlete yöneltecekleri temel talepler:
– Herkese eşit ve ücretsiz sağlık hizmeti
– Kamusal sağlık hizmetlerinin finansmanının devlet bütçesinden sağlanmasıdır.
Sağlık hizmetinin kamusal niteliği açısından belirleyici önemde olan bu temele bağlı olarak talep edilecek alt başlıklar
– Bütün sağlık çalışanlarının tek ve güvenceli statüye kavuşturulması; yani taşeron şirketlerden çalıştırılan işçilerin devlet memuru veya kamu işçisi olarak istihdam edilmesi
– Bütün sağlık çalışanları için özgür, grevli, toplu sözleşmeli sendikal örgütlenme hakkının güvence altına alınmasıdır.
B- SAĞLIK KURUMU YÖNETİMİNİN SORUMLULUĞU
Sağlık kurumu yönetimlerinin, taşeron şirket işçileri ile ilişkisi “üst işveren” ile “yüklenici” arasındaki ilişkiye bağlı bir ilişki gibi görünmektedir. Kurum yönetimleri taşeron işçileri karşısında yalnızca maliye ve sigorta açısından sorumlu tutulmakta; taşeron işçilerine yönelik temel hak ihlallerinde sorumluluk üstlenmemekte, taşeron işçilerinin temel hakları bakımından muhattabının taşeron şirket yönetimi olduğu iddiasında bulunmaktadır.
Oysa taşeron şirket işçileri ile hastane yönetimleri arasındaki ilişki yalnızca kağıt üzerinde böyledir. Uygulamada, taşeron işçileri hastane yönetimlerinin kendilerine gösterdikleri işlerde çalışmakta, hatta zaman içinde çıkan istihdam gereksinimleri için sözleşme tadilatları yapılarak taşeron şirketler üzerinden işe eleman alınabilmektedir. Kurum yönetimi, istihdam edilecek işçilerin ücretine ve sosyal haklarına karar veren asıl merci durumundadır. Dolayısıyla, istihdam hastane yönetimi tarafından yapılmakta, taşeron şirket gerçek işverenin hukuki sorumluluğunu üstlenen bir paravan olarak iş görmektedir. Kurum yönetimi işçilerle bireysel ya da toplu iş sözleşmesi yapmak yerine, bir taşeron şirketin patronuyla hizmet alımı sözleşmesi yapmakta; çalışan bütün işçilerin tazminatsız olarak işten çıkışını sağladıktan sonra yine aynı kötü koşullarda aynı işi kabul etmelerini zorunlu hale getirmektedir. İhale sözleşmelerinin bu uygulamadaki işlevi işçilerin sözleşme özgürlüğünü gaspetmektir.
Bu nedenle, her ne kadar Kurum Yönetimi işçilerin bireysel iş sözleşmelerine hukuken taraf olmasalar da, gerçekte işçilerin bireysel sözleşmelerini empoze eden irade merkezi durumundadır. İşçiler, toplu pazarlık ve sözleşme haklarını kullanmak için taşeron patronlarına yöneldiklerinde, karşılarında herhangi bir pazarlık gücü bulunmayan basit aracılardan başka birşey bulamamaktadırlar. Taşeron şirketin işçilerle bireysel ve toplu iş sözleşmesi bakımından pazarlık çerçevesi, kurum yönetimi ile yapılan ihale sözleşmesiyle önceden belirlenmiştir. İşçilerin ücretleri, sosyal hakları ve çalışma koşullarını iyileştirecek düzenlemeler, ancak bu koşulları belirleyen kurum yönetimleri ile muhatap olunarak gerçekleştirilebilir. Bu nedenle işçilerin bireysel veya toplu iş sözleşmesi bakımından gerçek muhatabı, taşeron şirket değil, Kurum Yönetimidir.
Bu noktada, kurum yönetimleri ile taşeron şirketler arasındaki ihale mekanizmasının nasıl oluştuğu, bağlı bulunulan üst mercilerin ihalelere ne tip kısıtlamalar getirdikleri gibi konular belirleyici bir öneme sahip değildir.
Kurumun sorumluluğunu bu biçimde belirlediğimizde, taşeron çalıştırmadan doğan hak ihlallerine karşı mücadelede işçilerin kurum yönetimlerine yöneltecekleri temel talepler şunlar olmalıdır:
– İşçiler doğrudan doğruya kurumun işçileri olarak çalıştırılmalıdır. İşçi çalıştırmak için kullanılan “taşeronluk” müessesesi bir komisyonculuk veya aracılık müessesesi olarak açık bir kaynak israfı ve istismar zeminidir. Taşeron şirketlerin aracılığı ortadan kaldırılmalıdır.
– İşçilerle ilgili konularda Taşeron şirketler sözleşmeye taraf olamaz. İşçilerin ücret ve sosyal haklarını önceden belirleyen “ihale sözleşmeleri” işçilerin serbest ve toplu pazarlık hakkının ihlalidir.
İşçilerin ücretlerini, sosyal haklarını ve çalışma koşullarını belirleyen hükümler ihale sözleşmelerinden çıkarılmalı, işçilerle kurum yönetimi arasındaki görüşmelerle ayrıca belirlenmelidir.
– Kıdem ve ihbar tazminatları kurum yönetimleri tarafından karşılanmalıdır.İşçilerin kıdem ve ihbar tazminatı hakları, üst işverenliğin, hizmeti yıllık ihalelerle sağlaması nedeniyle ortadan kalkmaktadır. Gerçekte işçilerin işe alınmasına da işten çıkarılmasına da kurum yönetimi karar vermektedir. Bu nedenle, kurum yönetimleri işçilerin kıdem tazminatı haklarının muhatabı olmalıdır.
– Çalışanlar arasındaki her türlü ayrımcılık kaldırılmalıdır. Eşit işe eşit ücret verilmeli; bütün işçiler aynı yemekhaneleri, aynı servis araçlarını kullanmalı; iş dağıtımında liyakat esas alınmalı; izinler ve fazla mesailerde tek bir rejim uygulanmalıdır.
C- TAŞERON ŞİRKETİN SORUMLULUĞU
Kamusal sağlık kurumlarında işçi çalıştırmaya aracılık eden taşeron şirketler, gerek iş taksimatında, gerekse de gelir tahakkukunda genellikle belirleyici bir role sahip değildir. Bu şirketlerin asıl faaliyeti, hastane yönetimlerinin yaptığı görevlendirme ve iş programına göre bordro düzenlemekten ve servis gibi kimi yan hizmetleri karşılamaktan ibarettir. gelirlerini, ihale sözleşmesindeki kar paylarından ve bu sözleşmelerde belirlenen gider kalemlerinden yaptıkları tasarruflardan sağlamaktadırlar. Verilen hizmetler çoğunlukla herhangi bir yatırım gerektirmediğinden veya fiyatlarında fazlaca bir ticari kazanç sağlanamayacak olan basit alımlarla sınırlı olduğundan, taşeron şirketlerin gelirlerini artırmak için işçilerin yasal haklarını veya hizmet taahhüdünü ihlal etmek gibi yollara başvurmaktadırlar. Bunlar, sigorta ve vergi kaçakları ile naylon istihdam gibi istismar yollarıdır. Sigorta primlerinin ödenmemesi veya eksik ödenmesi, işçilerin emeklilik ve sağlık hizmetlerinden yararlanma olanaklarını etkilemektedir. Naylon istihdam gibi istismarlar ise işçiler üzerindeki iş yükünü artırmakta, buna karşılık iş ortamının yozlaşmasına neden olmaktadır.
Taşeron şirketle işçiler arasındaki ilişkinin bu özelliklerine bağlı olarak öne çıkarılması gereken talepler şunlardır:
– Taşeron şirketler sigorta ve vergi ödemeleri bakımından işçi denetimine açık olmalıdır. Beyannameler işçilerin görebileceği bir yere asılmalı, işçiler istediklerinde gelir vergisi ve sigorta bildirimlerinin örneklerini alabilmelidirler.
– Taşeron şirketlerin işyerindeki ilişkileri saydam olmalıdır. Taşeron şirket aracılığıyla çalıştırılan işçilerin nerelerde ve ne şekilde çalıştırıldıkları bütün işçilerin ulaşabileceği bilgiler olmalıdır.
– Taşeron şirketlerin işçilerin temel haklarını kullanmaları karşısında baskı uygulamasının önüne geçilmelidir. Taşeron şirket işçileri arasında korunaksız nufus gruplarının belirgin bir ağırlığı bulunmaktadır. Baskı ve otorite karşısında temel haklarını kullanmaktan kolayca vazgeçirilebilmektedirler. Bu nedenle, işçilerin işyerinde özgürce bir araya gelmeleri, sorunlarını tartışmaları, kültürel ve sosyal aktivitelerde bulunmaları güvence altına alınmalı ve özendirilmelidir.
Dr. Arzu Çerkezoğlu
Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası Genel Sekreteri